1 Kasım’da olan biten ve olması gereken 32 kısım tekmili birden
Oy verme işlemi bitti, sandıklar açıldı ve 31 Ekim akşamı ilk saatlerde Ak Parti’nin kendi mensupları ve oy verenlerini de şaşırtacak oranla tek başına iktidar olduğu anlaşıldı. Ak Parti 2011 yılın genel seçimine dönmüş ve yüzde 50 denilebilecek oranı, 7 Haziran hezimetine rağmen yakalamıştı.
O andan itibaren seçim sonucunu kim nasıl yorumluyor derdine düştüm bugüne dek. Çapraz okumalar yapmaya çalıştım. Allah’tan 18’ini doldurup seçme hakkı kazanmış Kayseri’deki kızımın taşıdığı grip, okumak dışında bir şey yapmama mani olacak kadar kemiklerimi sızlattı da, bunu yapabildim. Seçim sonucuna dair kimse benim fikrimi sormadı elbette. Merak edildiğini de zannetmiyorum.
Peki sorulacak olsa ne derdim?
Ak Parti’nin yüzde 50’yi ilk yakaladığı 2011 genel seçiminin akşamı SkyTürk televizyonunda Kerimcan Kamal ve Murat Sabuncu bana bağlantı yapmıştı. Önce “dönemin” Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın balkon konuşmasını dinledik, hemen ardından “Söyle bakalım bu yüzde 50’nin anlamı ne?” diye sordular. O akşam verdiğim cevabı, 1 Kasım 2015 akşamı sorsalardı aynen tekrar edecektim:
“Tayyip Erdoğan’ın kişisel olarak, Ak Parti’nin de kurumsal olarak duaya olan ihtiyacı yüzde 50 oranında artmıştır.”
Belki 1 Kasım akşamı Tayyip Erdoğan yerine Ahmet Davutoğlu’nu koyar öyle söylerdim ama sadece Tayyip Erdoğan da desem yeterli olurdu.
Çünkü seçim sürecinde 5 ay boyunca içerden ve dışardan muhalefetin saldırdığı tek şahıs Tayyip Erdoğan’dı ve o hale getirildi ki seçimde Türkiye’yi yönetecek hükümet değil,Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu makamın meşruiyeti oylanacaktı.
İç ve dış muhalefetin bütün beklentisi, Ak Parti’nin 7 Haziran’daki kadar, hadi bir iki puan fazla da olsa hükümet kuramayıp koalisyona mahkum olacak kadar oy alması ve hemen ardından Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu Cumhurbaşkanlığı makamını terketmesi ve saray tesmiye edilen Külliye’nin yıkılmasına dair kampanyaların başlatılması idi.
Bu bakımdan Tayyip Erdoğan’ı ve yanında Ahmet Davutoğlu’nu kişisel olarak zikrederdim belki.
“1 Kasım seçim sonuçlarına göre; Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’nun kişisel olarak, Ak Parti’nin de kurumsal olarak duaya olan ihtiyacı yüzde 50 oranında artmıştır.” derdim.
Neden?
SkyTürk’te 4 yıl önce şöyle açmıştım:
“Ben şahidim ki, ilk 8 yıl boyunca Ak Parti bıçak sırtında hükümet oldu ve sistemin buzlarını kıra kıra ilerledi. Erdoğan’ın kişisel, Ak Parti’nin kurumsal olarak hayatı, Hakkari’de olduğu kadar Ankara’da da büyük risk altındaydı. Yüzde 50 ile bıçak sırtından kurtuldular ama bu kez bıçak ucuna yani bıçağın en sivri noktasına geldiler. Bu noktadan itibaren birinci dereceden rakipleri ve düşmanları, kişisel ve kurumsal egodur, bununla baş edebilmek ise çok zordur!”
Peki Ak Parti 2011’den sonra bu zorluğu yaşadı mı?
Evet... Hem de nasıl bir yaşama!
Tezahürü bugün de sürüyor ve 7 Haziran hezimetine rağmen aklı başına gelmeyen aymazlar “sinek gibi ezeriz” goygoyuna devam ediyor.
Hepimiz insanız. Cumhurbaşkanı da olsak, Başbakan da olsak, sokakta simit satan adamdan hiç bir farkımız yok, çünkü tıpkı onun gibi nefis taşıyoruz, hatta nefsin tehlikeli oyunlarına, o simitçiden çok daha fazla açığız.
Hatasız değiliz. Yaptığımız iş, giydiğimiz kıyafet, bindiğimiz araba, oturduğumuz ev, yediğimiz yemek dahi etkiliyor bizi.
Hele hele 7 gün 24 saat boyunca 78 milyonun gözü önünde isek, bir yandan sevenlerin, diğer yandan sövenlerin gürültü kirliliğine maruz kalmışsak, uzaktakiler kadar yakınımızda olanlar da bize kendi arzuladıkları yahut bulundukları konum üzerinden bakıyorsa ve bizi o konumu sağlayacak yahut sağlamlaştıracak karar ve eylemlere zorluyorsa...
Düşünmesi bile çıldırtıcı...
Egonun akıl oyunlarına düşüldü mü?
Evet...
Hata yapıldı mı?
Hem de bal gibi...
Ama başımıza bir sürü hadise geldi, dört bir yandan çullandılar üstümüze, “alnı secdeye geliyor” diye güvendiklerimiz sırtımızdan hançerledi, yedi düvelle iş tutup bizi devirmeye çalıştılar...
Niye acaba?
Az buçuk inanıyorsak, hatta mevcut sistemin rükünleriyle kurulup, seçime gidip, iktidar olmamıza rağmen, mevcut sistemin rükünleriyle yaptığımız icraatın söylemini dini motiflerle süsleyecek kadar inanıyorsak; “belânın büyüğünün belânın nerden geldiğini bilmemek” olduğuna, iddiasının tersine hükmünü kıl kadar dahi olsa nefsinden yana verenin bağına dağ nisbetinde belâlar yağdırıldığına da inanmamız gerekmez mi?
Doğru okunması gereken şu idi; 7 Haziran hezimeti, 2011’deki ilk yüzde 50’den sonra sürçen ayaklara beklenenden çok daha yumuşak bir ikaz idi.
“Hop bi dakka bilader!” dedi millet, daha ne olsun!
Şimdi gel de bir zamanlar CHP lideri Kılıçdaroğlu’na danışmanlık yapmış olan merhum Şükrü Karaca’yı yad etme!
Yazılarımı buradan takip edenler bilir. Rahmetli Şükrü Karaca, Tayyip Erdoğan’ı şöyle anlatmıştı bendenize:
“Erdoğan’ın bir ayağı sabit, diğer ayağı hareketli. Hareketli olan ayağı ile siyaset yapıyor. Rakipleri ve en yakınında olanlar o hareketli ayağına bakıyor ve ona göre vaziyet alıyorlar. Seçimde oy veren millet ise, o sabit ayağına bakıyor, doğru yerde duruyor mu diye!”
Peki milletin sabit duruyor mu diye baktığı o doğru yer neresiydi?
Bugün Pergel Teorisi diye sunulan Hz. Mevlana’nın “Bir ayağım merkezde sabit durur, diğer ayağımla onsekizbin âlemi gezerim” mealindeki sözünde işaret ettiği merkez neresi ise, halkın baktığı ve sabit görmek istediği doğru yer de orasıdır.
Orası; Hak noktasıdır!
Hak kavramına riayete bağlılık noktasıdır!
Anadolu insanının inandığı Allah’ın “Kainatı onun üzerine binâ ettim” dediği Hak Zemini’dir!
O zeminden ayaklar kaydı mı kaymadı mı?
Kimse goygoya, lagalugaya, şamataya, top çevirmeye, höykürmeye, çemkirmeye kalkışmasın, kaydı, evet!
Rakip ve düşmanlarına göre nisbeti ne kadar olursa olsun, kaydı!
Yedi Güzel Adam dizisindeki Yemenici Abi’nin dediği gibi “İçinde senin olmadığın kararlardan oluşan pürüzsüz adalet” demek olan Hak; bu toplumun mayası, özü, biricik cevheridir; ana sütünden daha değerli olan o maya, o öz, o cevher; Marshall Planı çerçevesinde bebelere süttozu içirip analara bebelerini emzirmeyi neredeyse yasaklayan biyo-kültürel soykırıma rağmen, Anadolu’nun bilinçaltında varlığını sürdürmeye devam etmektedir.
Yüzyıllarca Anadolu’nun bütün deyişlerinde, doğuşlarında, nefeslerinde, ilahilerinde, türkülerinde bülbüller hep “Hak Hak” diye ötüp durmuştu çünkü! Milli Şairimiz Mehmet Akif merhumun İstiklal Marşı’nda “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal” demesi boşuna değildi!
Pakistan’ın Milli Şairi Muhammed İkbal merhumun; Osmanlı’yı kastederek “Hallac-ı Mansur’un Ene’l-Hak sırrını, millet olarak kendi nefsinde tecelli ettirebilmiş tek millet Türk milletidir!” demesi boşuna değildi!
Anadolu toprağına en köklü çınarın tohumunu atmış olan Mevlana Celaleddin Rumi’nin, Şems-i Tebrizi’yi her anışında “Şems-i Hak-ı Tebrizi” yani “Tebriz’in Hak Güneşi” demesi boşuna değildi!
Bu milletin nazarında “Hak’tan özge bir nesne yok” idi zirâ!
“İnsan; ünsiyet-i hakkı nisbetinde, yani hak kavramına yakınlığı ölçüsünde insandı” zirâ!
Kanaatim odur ki;
Kim ne derse desin; duygularıyla yaşayan bir toplumuz hâlâ ve oy vermek için girdiğimiz kabinlerde, bilinçaltımız mühür basıyor!
Bunu anlamadan, Ak Parti’nin 11 seçimini, ondan önceki bütün seçimleri, Cumhuriyet’i kuranların partisi olmasına rağmen 1950’den bu yana, Bülent Ecevit dönemi hariç, CHP’nin bir kez bile iktidara gelemeyişini, yani Anadolu insanının niye ha bire göbeğini kaşıdığını anlayamazsınız!
Anadolu insanının irfanından her fırsatta söz etmeye bayılmanıza rağmen, sadece siyasi tercihlerde niye bu irfanı görmezden gelir, etkisini yok sayar ve işi kendinize göre okur-yazarlık nisbetindeki bir cehaletle izah aptallığına başvurursunuz?
Bir paragraf yukarda “Bülent Ecevit dönemi hariç “ dedim, dikkat et gülüm!
Niye?
CHP’nin başına Bülent Ecevit’ten başka Anadolu’nun bilinçaltındaki İrfan Geleneği’ne hitap eden biri oldu mu?
Halk hitabında samimi olana iktidarı verdi ama kuşatılmış bir halde kılını kıpırdatamaz olduğunu görünce aldı.
Bugün samimiyetsiz olanına bile oy nisbetini yüzde 15’ten 25’e çıkartarak bir şey anlatmaya çalışıyor millet ama anlayan kim?
Anlatabilecek olan da kalıbını göçürdü bu dünyadan, şimdi Gölbaşı’na seyreder bir mevkideki kabrinde yatıyor ve biz onun yaptığı Tayyip Erdoğan analizi üzerinden Ak Parti evvelinde bütün yönetim heveslilerine bir şeyler anlatmaya çalışıyoruz.
Şükrü Karaca merhumun söylediği “doğru yer” orası işte!
Hak kavramıdır Anadolu İrfanı’nın temeli, zemini!
Ayak o noktada sabit ise, yaşam biçimi, dış görünümü, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun, bilinçaltı gider oyunu verir ve dünyayı şaşırtarak her seçimde oyunu yükseltip iktidar olursun!
Ayak o noktada bir nebze sürçer ise...
7 Haziran!
O bir ihtar idi sadece!
Göz korkutma idi!
Korku hakim oldu evet...
Ak Parti bu mesajı aldı ve kendisine çekidüzen vereceğini halka hissettirdi.
İnandırsa Yüzde 50’den çok daha fazla alacağına adım kadar eminim!
Ak Parti, Başbakan Davutoğlu’nun balkon konuşmasında işaret ettiklerine tam riayet ederse, yani İrfani Siyaset Anlayışı’nı hakim kılar, Hak kavramına tam bağlılık ile iktidarını pekiştirirse, 2023 de, 2071 de pekâlâ mümkündür!
Bu kavramı görece olarak kendi toplumu içinde uygulayan Pers ve Roma İmparatorlukları’nı, kendi toplumu dışındaki toplumlarda da uygulamaya çalışmış olan Osmanlı’yı yüzyıllarca Cihan Hakimi kılan Allah, bu ihsanı sizden mi esirgeyecek?
Daha evvel defalarca yazıp söylediğim; “Anadolu insanının bilinçaltında hala canlı olan evrensel kültür zemini üzerine bina edilmiş emperyal yönetim anlayışı” dediğim şey, budur işte.. O kültür zemini Hak Zemini’dir ve o zemin üstüne bina edilmiş yönetim biçimi ise İrfani Siyaset Anlayışı’dır.
İnsanımızın yönetilmek istediği sistem budur, başka bir şey değil!
“Yahu böyle siyasi yorum mu olur Amedbaba?” deme gülüm!
Olmazsa, sonumuz olur!
Üzgünüm Leylâ!