1 milyon canlı türü yok olma tehlikesinde!
Birinci Küresel Değerlendirme Raporu yazarları arasında yer alan Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Kerem Saysel, dünyanın altıncı en büyük kitlesel yok oluş evresinde olduğunu açıkladı. Saysel 1 milyon canlı türünün yok olma tehlikesi yaşadığını ifade etti.
BM (Birleşmiş Milletler) Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Hükümetlerarası Bilim-Politika Platformu, 800 sayfalık Birinci Küresel Değerlendirme Raporu’nu 3 yılda 150 yazarla birlikte hazırladı.
Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Kerem Saysel de bu yazarlar arasında yer aldı.
Biyoçeşitlilikteki azalma sorununun iklim değişikliği gibi gündemde tutulması gerektiğini belirten Prof. Dr. Saysel, tehlikeye şöyle dikkat çekti: “1 milyon tür yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Yeryüzünde insanın var olduğu zaman diliminde ilk defa bu kadar çok tür yok olma tehlikesi yaşıyor. Dünya, altıncı en büyük kitlesel yok oluş evresinde. Geçmiş yok oluşlardan farkı olarak bugünkü yok oluş insan marifetiyle meydana geliyor ve insanlık tarihinde tanık olmadığımız boyutlarda. Yok oluştan tüm dünya etkileniyor.”
Rapora göre, 1900’lü yılların başından beri dünyadaki ormanların yüzde 50’si yok oldu. Son 50 yılda hem karasal türlerin hem de deniz türlerinin popülasyonlarında yüzde 36 azalma görüldü. Karasal alanların yüzde 75’i insanlar tarafından değiştirilerek doğallığını kaybetti. Deniz alanlarının yüzde 60’ından fazlası ise yoğun insan etkisi altında. Yine rapora göre sulak alanların yüzde 85’i artık yok. Son 40 yılda ise kişi başına küresel tüketim yüzde 15 oranında arttı.
MUTLULUK İÇİN TÜKETMEMELİ
Raporun ‘Sürdürülebilir Gelecek Senaryoları ve İzlekleri’ başlıklı bölümünün yazarlarından Prof. Dr. Saysel, şu bilgileri verdi: “Raporun verdiği en temel mesaj, ‘İyi yaşama dair algınızı değiştirin, tüketici değil ilişkisel nosyonları öne çıkarın’. İnsanın maddi ihtiyaçlarını yadsıyamayız ama iyi yaşam kalitesini tesis eden şey aynı zamanda doğayla ve birbirimizle kurduğumuz ilişki ve entelektüel yaşantımızla ilgili. Mutluluğumuzun, esenliğimizin temel birleşeni daha fazla tüketmek olduğu müddetçe, normlarımız, yasalarımız, kurumlarımız da tüketebilmek yönünde gelişiyor. Bu da canlı, doğa kaybının hızlanarak artmasına neden olacak. Masum değiliz, dönüp dolaşıp kendi değerlerimizi, yaşayan pratiklerimizi sorgulamamız gerektiğini hatırlamamız gerekiyor. Mesaj çok net: Bu şekilde üretmeye, tüketmeye devam edemeyiz. Küresel tüketime dair kesin önlemler alınması gerektiği yadsınamaz. Tüketim arttıkça kaynak ihtiyacımız da artıyor.”
TÜRKİYE DE RİSK ALTINDA
Biyoçeşitliliğin azalma riskinin en yüksek olduğu yerlerin tropik kuşak ve Türkiye’nin de içinde olduğu büyüyen ve tarihsel olarak geç kalkınan ekonomilerin bulunduğu coğrafyalar. Tropik kuşağın ekosistem üretkenliğinin en yüksek olduğu alan olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Saysel, “Türkiye’de de bu yaz çok orman yangını oldu. Aslında bunlar beklenen gelişmeler. Çünkü Türkiye, sıcak ve kurak Akdeniz havzasında. Akdeniz ormanları yaz aylarında yangına açık ekosistemler ama iklim değişikliği yangın riskini çok fazla artıyor” dedi. Bundan sonra tercihe dayalı politikalar uygulanmaz ve pek çok sektörde birden dönüşüm yaşanmazsa daha bozulmuş bir yeryüzü, daha kararsız bir iklim, daha ölü bir doğa görüleceğini belirten Prof. Dr. Saysel, “Önümüzdeki 50 yılda çok etkili ve ön alıcı politikaların uygulanacağını sanmamakla beraber teknolojik ilerleme, yeni teknolojiler için büyüyen piyasalar ve tüketim üzerinde kaynak kıtlığından kaynaklı baskılar bir şeyleri değiştirecek” görüşünü dile getirdi.
BAKIŞI GRETA DEĞİŞTİRDİ
16 yaşındaki İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg ve okul grevlerinin, ‘Yokoluş İsyanı’ gibi hareketlerin bilim insanlarının da bakışında etkili olduğunu belirten Prof. Dr. Saysel, “15-16 yaşlarında bir çocuk çıkıp ‘Siz yıllardır gelecek kuşaklardan söz ediyorsunuz ama gelecek kuşaklar işte burada ve 2050 hemen yarın. Bugün hakkında nasıl konuşuyorsanız, 2050 hakkında da aynı ciddiyetle konuşmak zorundasınız’ diyor. Çevre ve insanın bekası söz konusu olduğunda 2050 veya 2100 artık yarınlara değil şimdiye işaret ediyor. Bu küresel çevre mücadelesi açısından çok büyük bir kazanım” dedi.