1970, bilemedin 1980 model bir ülke değiliz

Barış Pınarı Harekâtı, sınırlarımızın dibindeki teröristlere karşı bir mücadele gibi görünse de…

Özünde, bizi “Batı”nın çöplüğü, “Doğu”nun oyuncağı yapmaya çalışanlara itirazdır.

Kaos baronlarının ülkemize biçtiği gibi, başta Suriyeliler olmak üzere “atık insan”ların boşaltıldığı çöplük ve de “atık ülke” olmadığımızı gösteriyoruz.

Amerikalının da, Avrupalının da, Arapların da kızgınlığı bundan.

Biz 1970, bilemedin 1980 model bir ülke değiliz.

Kuruluş karakterimizde bu yok.

Mustafa Kemal “muasır medeniyetin ötesi”ni gösterirken, mevcut zamanın da ilerisinde bir model olmamızı istiyordu.

İçinde bulunduğumuz koşulların analizi önemli.

Şimdi dünya, bilgiyi yönetenlerin kazandığı bir yer. “Enformasyon”a değil, “data”ya değil, “bilgi”ye sahip olanların.

Bu çerçevede, “strateji”, 1970’lerde, 80’lerde anlamlı bir kavramdı.

“Elinizdeki olanaklarla hedefe varmanızı sağlayacak yol.”

O yolu belirlemek için, aşağı yukarı tahmin edilebilir, sabit durumlar gerekir.

Yeni dünyada sabit hiçbir şey yok.

Mesela. Suriye’de, Türk ordusunun karşısında teröristler var. Sahipleri kim karma karışık.

Sivil kim, terörist kim ayırması güç.

Teröristler küçük gruplarla hareket halindeler. Hangi taşın altından çıkacaklar belli değil.

Böyle koşullarda, stratejiden değil, “taktik”ten söz edebilirsiniz.

Türk ordusu bunun farkında. Taktiksel, anlık durumlara göre kararlar alarak mücadele ediyor.

Önemli olan, ordumuzun taktiksel mücadelesine, taktiksel iletişim kararlarıyla destek verilmesidir.

HAREKÂTA DAİR İLETİŞİM NOTLARI

Eskiye göre iletişimsel açıdan daha derli toplu olduğumuz açık.

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, medya yöneticileriyle kapalı bir toplantı yaptı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan medyayı doğrudan bilgilendiriyor.

Başdanışman Gülnur Aybet gibi kurmaylar dış basına bilgi veriyor.

“Barış Pınarı Harekâtı İletişim Stratejisi Çalıştayı” toplanıyor.

Tam burada kafam karışıyor.

Zira, “çalıştay” denen şey, eylemin ortasında değil öncesinde yapılır.

Yapılan olsa olsa “değerlendirme toplantısı”dır.

Kimler katılmış derseniz, bürokrasiyi biliyoruz, akademiden ve uygulamadan uzmanlar var mı bilmiyoruz.

Umarım yeni dünyayı anlamak açısından bir Bauman uzmanı vardır.

Umarım Baudrillard uzmanı vardır, ki Fahrettin Altun bu kişi zaten.

Umarım bir kaos uzmanı, bir askeri iletişim uzmanı, bir psikiyatr ve sosyolog, bir sosyal medya gurusu da vardır.

Umarım Anadolu Ajansı’nın içeriği yeniden gözden geçirilmiştir.

Umarım uluslararası arenadaki sözcülerimizin hangi kavramları öne çıkarmaları gerektiği konusu masaya yatırılmıştır.

Umarım, genelin yanında ayrıntının da yönetimi konuşulmuştur.

Umarım, yabancı basının tutumu bilgi eksikliğiyle açıklanmamıştır.

Umarım, Trump’ın her açıklamasında köpüren muhalefet sözcülerine, ABD halkı, Vietnam Sendromu ve Trump’ın konuşmaları hakkında bilgi verilmesi gündeme gelmiştir.

“SEN BİR BANA BAKSANA”

Anneannem erkek gibi kadındı.

Sevdiği birine zararı dokunan olursa karşısına geçer, ellerini beline koyar “Sen bir baksana bana…” diye başlardı.

O hesap.

Arap Birliği, Barış Pınarı Harekâtı’nı “Bir Arap ülkesine yönelik istila ve egemenliğine yönelik saldırganlık” olarak niteleyince, anneannem gibi elimi belime koyasım geldi.

“Sen bir bana baksana” diyesim geldi.

“Elin ABD’si, Rusya’sı ülkelerinizde cirit atıyorlar sesiniz çıkmıyor.”

“Elin adamı elinize silahı tutuşturup birbirinize düşürüyor, gıkınız çıkmıyor.”

“Sen bir çekil hele, çekil kenara” diyesim geldi.

GAZEL

Geçen hafta. Instagram hikâyemde “Gazelleri süpüren sokak süpürgeleri sonbaharın ağır işçisi sayılmalı” dedim.

“Gazel” demem çok hoşlarına gitmiş takipçilerimin.

Halbuki, sonbaharda düşen yaprağa biz “gazel” deriz. Unuttuk.

Sınırlı sayıda sözcükle yaşayınca, düşünme kapasitemiz de sınırlanıyor.

OLDU MU ŞİMDİ?

TBMM Başkanı Şentop, “3. Parlamento Başkanları Konferansı”nı İstanbul’da yapmış.

Hem de Ankara’nın başkent oluşunun yıldönümünde.

Kimse de kendisine “Ankara nire, İstanbul nire, parlamento orada, siz neden burada?” dememiş.

SİZİ SOSYAL MEDYA ASALAKLARI, SİZİ

Klavye kahramanları var ya, kime, neyi, nasıl yapması gerektiğini anlatan.

Parmak sallayan.

Akıl veren.

Tüm bunları da ülke sevgisi için yaptığını sanan.

Halbuki bilmiyor ki zavallı, vatan sosyal medyadan kurtarılacak olsaydı ona vatan değil, bilgisayar oyunu derdik.

MOBBİNG DE KANSERDİR

İstanbul’da bir doktor, başka bir doktoru bıçaklayarak öldürdü.

Nedenini açıklıyor: “Benim az çalıştığımı söylüyordu. Dönem arkadaşlarıyla grup olmuşlardı.”

Korkunç bir şey.

Yıllar yılı oku doktor ol ve birini öldürecek psikolojiye gel.

Bu olay, iş yerlerindeki mobbing düzeyini ve psikolojideki karşılığını ortaya sermesi açısından son derece önemlidir.

Görmüyor, duymuyor, yokmuş gibi davranıyor olsak da mobbing diye bir durum var ve kanser gibi, içten içe insanları öldürüyor.

Acilen CİMER gibi bir merkez kurulsun. Adı da MOBAM olsun: Mobbing Başvuru Merkezi.

KENDİNİ AŞAĞI ÇEKME BE AHMET HAKAN

Sen kendini aşağı çektikçe, eski bir dostun olarak ben üzülüyorum.

Sırf köşende Mudo’ya yer verebilmek için kültürümüzde bin yıldır olan “ayağına taş değmesin” temennisini, Mudo’nun babasına mâl ediyorsun.

Yüzlerce yıldır ninelerimizin arkamızdan söylediği sözü alıp, bir kişiye bağlama.

Biz, “Kendine iyi bak” saçmalığına bulaşmadan önce “ayağına taş değmesin” diyen insanlardık.

Unutulmuş bir hazine arazisini başkasının üzerine yapamazsın.

BAYILDIM

Oyuncu Ezgi Eyüboğlu boşandığı eşi hakkında konuşurken “Bildiğim kadarıyla aldatılmadım” demiş.

Ne şahane, ne gerçekçi, ne ayakları yere basan bir cümle.

Eşinin kendisini aldattığını dünya alemin bildiği kadınların, orada burada “Benim eşim yapmaz” diyerek kendisini komik duruma düşürmesindeki saçmalığa tezat.

OLSUN

Benim bildiğim en kötü Beşiktaş Başkanı, Fikret Orman oldu.

Beşiktaş’ın yeni başkanı kim olursa olsun, Orman’ı aratmayacaktır.

Yine de Serdal Adalı’ya şans vermek lazım, adam yıllardır istikrarlı bir biçimde aday oluyor.
Bir bildiği olabilir.

AKLIMDA KALAN

Bir, “para mı, empati mi” ikilemi: Instagram hesabıma koyduğum düşüncelerimi aynen buraya yazıyorum. Demet Akalın konser gelirini Mehmetçik Vakfı’na bağışlayacakmış. Sıla ise konserini iptal etmiş. Hangisinden yanasın diye sorsalar, “Sıla’gillerden yanayım” derim. Zira, bir tarafta askerdeki evladını endişe içerisinde bekleyen anne babalar varken, konserlerde göbek atmak durumudur bizi bize yabancı eden. Para kalsın, toplumsal empati gelsin.

İki, 23 Nisan’ın 100. Yılı: Biz 23 Nisan’ı popçuları zenginleştirerek değil, festivale çevirerek kutlamak istiyoruz. Nazım Hikmet’in “Günler gitgide kısalıyor/ Yağmurlar başlamak üzre/ Kapım ardına kadar açık bekledi seni/ Niye böyle geç kaldın?” dizeleri gibi sitem etmek istemiyoruz. [email protected] @23nisanin100u #23nisanin100ü

Diğer Yazıları