28 Şubat 1000 yıl sürecek mi?

Doç. Dr. Göksel Aşan SuperHaber için yazdı

28 Şubat için 1000 yıl sürecek demişlerdi. Belki de daha doğrusu “dedirtmişlerdi” olmalı. Bugün herşey ayan beyan ortada. Bugün 28 Şubat’ın talimatının nereden geldiğini çok iyi biliyoruz. Amacın bu coğrafyayı yeniden tasarlamak isteyenlerin engel olarak gördüklerini yoldan çekmek olduğu gün gibi ortaya çıkmış durumda. Birilerinin çıkıp kendi kararlarımızı kendimiz alacağız demesine tahammülleri olmadığı o gün bir kez daha anlaşılmıştı. Ama onlar da bir şeyi anladılar. Bu topraklardan her zaman kendi karalarımızı kendimiz alacağız diyen birileri çıkacaktı. Ta ki bu kuşatmayı kırana kadar hep “içimizden biri” sönüp diğeri parlayacaktı. İşte bu yüzden 28 Şubat 1000 yıl sürecek dediler.

Bugün Geziyi 28 Şubattan, 17/25 kumpasını Geziden, 15 Temmuz’u 17/25 kumpasından ayrı düşünmek büyük hata olur. 15 Temmuz 28 Şubat’ın devamıdır. İşte bu yüzden 15 Temmuz daha bitmedi. Arkasından geleni de 15 Temmuz’dan ayrı düşünmeyeceğiz. Belki de haklılar. Belki de gerçekten 1000 yıl sürecek. Ama bir şeyi hesaplamadıkları ortada. Biz her saldırılarında daha da güçleniyoruz. Biz her seferinde içimizden daha da parlayan “birini” çıkarmayı beceriyoruz. Bugün 28 Şubat’tan çok daha güçlü, çok daha inançlıyız. İşte bu yüzden hesaplarını yeniden yapmaları lazım. Bu iş öyle 1000 yıl falan sürmeyecek. Belki yarın bitecek, belki yarından da yakın.

15 Temmuz elbette işgal girişimi idi. Türkiye’yi büyük bir çatışma ve kaosun içine itip Suriyeleştirme asıl amaçtı. Bunun için darbenin başarılı olması bile gerekmiyordu. Tayyip Erdoğan’ı katletmeyi becerebilseler zaten amaç hasıl olacaktı. Bu yüzden aslında darbenin tek hedefi Tayyip Erdoğan’dı. Tüm diğer yapılanlar bunu kolaylaştırmak ve kamufle etmek içindi. Darbeyi yapanlar yönetimi ele geçirmek için değil ortada bir yönetimin kalmaması için hareket ettiler. 15 Temmuz girişimi Tayyip Erdoğan’ı katledemediği için başarısızdır yönetimi ele geçiremediği için değil.

Bununla birlikte 15 Temmuz’u sipariş edenlerin başka planları olmadığını söylemek de saflık olur. Elbette asıl amacın gerçekleşmemesi durumda ne yapacakları, nasıl devam edecekleri baştan kurgulanmış olmalı. Bu işgal girişimi kahramanca savuşturulmuştur. Tabii ki bizi daha da güçlendirmiş, inancımızı ve beraberliğimizi daha da arttırmıştır. Ancak şunu kabul etmek gerekir ki güvenliği, bürokrasiyi, devletin işleyişini azımsanmayacak ölçüde zayıflatmıştır. Elbette “iş birlikçi”lerin devletten temizlenmesi bizi yakın gelecekte çok daha güçlü kılacaktır. Ancak bu temizleme süreci bile devletin yeterince enerjisini tüketmektedir. İşte B planları tam da bunun üzerine kuruludur; başaramazsak bile zayıflatırız. Zayıflatırız ve hemen arkasından diğer aktörleri sahneye süreriz. Maalesef bunların bu coğrafyada yokluğunu en son hissedecekleri şey “iş birlikçi”leri. O kadar çok ve kullanışlılar ki ne zaman ihtiyaç duysalar ellerinin altında binlercesini hazır buluyorlar. Her yerdeler; siyasette, bürokraside, medyada, akademide, iş dünyasında, sokakta, dağlarda. Bugün hepsini birden harekete geçirmiş durumdalar. Hepsine farklı bir vazife verilmiş durumda.

Siyasettekiler “siyaseten” Tayyip Erdoğan’ın başkanlığını engellemekle görevli. Bunun için toplumu tehdit etmekten, korkutmaktan da çekinmiyorlar. Dikkat edin ortada ne sorun varsa çözümünü bir şekilde Başkanlık sisteminden vaz geçilmesine bağlıyorlar. Aylardır bunun dışında tek bir söz ettikleri vaki değil. Ekonomi kötü gidiyor; başkanlık. Terör azdı; başkanlık. Dış politika sorunlu, başkanlık. AB süreci kesintiye uğradı, başkanlık. Sakın tek dertleri bu diye düşünmeyin. Vazifeleri bu.

Medyadakiler her zamanaki vazifesine devam ediyor. Bütün gücü ile Türkiye’nin karanlık günlerden geçtiği algısını körüklemeye ve yaymaya çalışıyor. Ekonomi yazarları böyle giderse batacağız naraları atıyor, dış politika yazanlar sıkışmışlıktan ve yalnızlaşmadan dem vuruyor, haber başlıkları “Ah Türkiyem, sana neler oldu” kıvamında atılıyor. Amaç bizi ne kadar kötü günlerin beklediği endişesini topluma yaymak. Vazifeleri bu.

Dağdakiler en iyi bildikleri işi yapıyorlar; öldürüyorlar. Onlara dağlarda öldürdürdüğünüzde amaç hasıl olmuyor dendiği ve talimat verildiği için şimdi sokaklarda öldürüyorlar. Öyle ya; şayet ülke karanlığa gömüldü, burada artık yaşanmaz dedirtecekseniz o güzelim fidanları dağlarda şehit etmek yetmiyor.

Daha söyleyecek çok söz var ama uzatmayalım. Amaçları hepimizin malumu. Halkı öyle bir hale getirmeye çalışıyorlar ki en sonunda “yeter artık istediğiniz neyse alın, bizi rahat bırakın” dedirtecekler. Becerirlerse elbette bizi yine de teslim alamayacaklar ama ümitlerimizi kıracaklar, canımızı acıtacaklar. Peki neyi istiyorlar? Biz neyi verdiğimizde şimdilik duracaklar? İyi de bedeli ne olursa olsun bizim “onu” vermeyeceğimiz bilmiyorlar mı? O zaman öğrenecekler. Hep beraber öğreteceğiz.

GÜNÜN VİDEOSU

Dilan Polat'ın hayranı pes dedirtti: Cezaevine girdiğinizde kalp krizi geçirdim!

Dilan Polat cezaevine girince kalp krizi geçirdiğini söyleyen hayranı, Polat ile bir araya gelince ağladı.