28 Şubat darbesi nedir?
28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanığın "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye ve devirmeye iştirak" suçundan yargılandığı davada karar açıklandı. Sonrasında ise herkes 28 Şubat darbesinin ne olduğunu merakla araştırmaya başladı. Peki 28 Şubat darbesi nedir? Detaylar haberimizde...
04 Şubat 1997'de Sincan'dan tankların yürütüldüğünü anımsatan savcı, tankların yürütülmesinin 6 ayda bir yapılan eğitim programı olduğunun söylenildiğini, Genelkurmay'ın ise böyle bir eğitim programı olmadığını bildirdiğini aktardı. Genelkurmay'ın açıklamasına rağmen gazetelerin "gövde gösterisi" şeklinde manşetler attığının altını çizen duruşma savcısı, medyanın 28 Şubat darbesine katkısına dikkat çekti. Mütalaada BÇG'nin hükümeti devirmek için durulduğu belirtildi. Peki, 28 Şubat Davası nedir? 28 Şubat'ta ne oldu? Detaylar haberimizde...
28 ŞUBAT SÜRECİ
28 Şubat süreci, Necmettin Erbakan'ın başbakan, Tansu Çiller'in dışişleri bakanı olduğu 28 Şubat 1997'de olağanüstü toplanan Millî Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan kararlarla başlayan ve irticaya karşı, ordu ve bürokrasi merkezli süreç. Türkiye siyasi tarihine geçen kararlar ve bu kararların uygulanması sırasında Türkiye'de siyasi, idari, hukuki ve toplumsal alanlarda yaşanan değişimlere neden olan bir süreçtir. Yaşananlar, post-modern darbe olarak da adlandırılmıştır. "İrticayla mücadele eylem planı" ile anılan bu süreçte verilen kararların ve yaptırımların uygulanıp uygulanmadığı denetlemek için Çevik Bir öncülüğünde Batı Çalışma Grubu kurulmuş, 28 Şubat sürecinin yargılamaları ilk kez Ergenekon davaları ile başlamıştır.
28 ŞUBAT DAVASINDA FLAŞ GELİŞME
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 28 Şubat davasında duruşma savcısı, dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'nın 05 Mayıs 1997 tarihinden itibaren Batı Çalışma Grubu'ndan haberdar olduğunu söyledi. Savcı, Batı Çalışma Grubu'nun Refah Yol hükümetini düşürmek için Genelkurmay Karargahında dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir'in başkanlığında toplantılar yaptığını kaydetti.
04 Şubat 1997'de Sincan'dan tankların yürütüldüğünü anımsatan savcı, tankların yürütülmesinin 6 ayda bir yapılan eğitim programı olduğunun söylenildiğini, Genelkurmay'ın ise böyle bir eğitim programı olmadığını bildirdiğini aktardı. Genelkurmay'ın açıklamasına rağmen gazetelerin "gövde gösterisi" şeklinde manşetler attığının altını çizen duruşma savcısı, medyanın 28 Şubat darbesine katkısına dikkat çekti. Mütalaada BÇG'nin hükümeti devirmek için durulduğu belirtildi.
AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET
Mütalaada 'İsmail Hakkı Karadayı ve Çevik Bir hükümeti devirmek istedi' ifadesi yer aldı. Savcı aralarında Karadayı, Bir ve komuta kademesinin yer aldığı 60 sanık için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istedi, diğer sanıkların beraatini talep etti ve Ölen 4 sanık için davanın düşürülmesini istedi. Duruşma 8-9-10 Ocak 2018 tarihine ertelendi.
TANSU ÇİLLER MAHKEMEDE "28 ŞUBAT DARBEDİR!" DEDİ, MEDYA AYAĞINA İŞARET ETTİ
28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanığın "Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini cebren devirmeye, düşürmeye iştirak" suçundan yargılandığı davada, dönemin DYP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, "mağdur-tanık" sıfatıyla dinleniyor.
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya sanıklar, bazı müştekiler ve taraf avukatları katılıyor.
Tansu Çiller de "mağdur-tanık" sıfatıyla ifadesi alınmak üzere İstanbul'dan telekonferans sistemiyle duruşmaya bağlandı. Çiller ile avukatları Salih Çelen, Seçil Genca Oral da İstanbul'da hazır bulundu.
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Mustafa Yiğitsoy, Tansu Çiller'e, katılan talebinin kabul edildiğini hatırlatarak, "Sayın Tansu Hanım, talimatla ifadenize başvurulmuş, katılan sıfatıyla daha önceki ifadenize ilave etmek istediğiniz hususlar var mı?" diye sordu.
Tansu Çiller, ilk defa mahkemeye gelmediğini, daha önce bir kez daha davet edildiğini ve burada 28 Şubat'a ilişkin görüşlerini ifade ettiğini belirterek, şöyle konuştu:
"(28 Şubat bir darbedir) dedim, yine aynı şeyi ifade etme durumundayım. 28 Şubat bir darbedir, belki alışılmış bir darbe değildir, 'bir postmodern darbedir' de diyebiliriz. Bir koalisyon eliyle icra edilmiştir, bu süreçte bu koalisyonda çeşitli toplum kesitleri vardır. Sadece silahlı kuvvetler değil, silahlı ve silahsız kuvvetler mevcuttur, kimi medyamız içinde vardır, kimi Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları vardır, kimi, heyetinizi tenzih ediyorum, yargı üyeleri vardır, kimi sendikalar, sivil toplum örgütleri, kimi dış odaklar vardır. Ancak, hükümeti düşürmeye, Refah Partisini iktidar yapmamaya, korku, şiddet, baskı icra ederek, hükümeti hükümet etmekten ve hükümeti yok etmeye yönelik bu hareket sonlandırılmıştır."
28 ŞUBAT'IN BABASIZ ÇOCUKLARI
Bu mağdurların pek çoğu gencecik yaşlarında cezaevine girdiler. Bir kısmı bekardı. Bir kısmı ise yeni evliydi. Tutuklandıklarında çocukları 2-3 yaşlarındaydı hatta bazıları da anne karnında doğum zamanının gelmesini bekliyordu. Bu insanlar apar topar, terörist muamelesiyle eşlerinden ve kokusuna doyamadıkları çocuklarından ayrıldılar. Medrese-i Yusuffiyye’de çile doldurmaya başladılar. Eşler, anneler, babalar olanı biteni bir derece anlayabiliyordu ama birileri vardı ki onlara hiçbir şekilde durumu anlatmak mümkün değildi: Mağdurların küçük çocukları… Tek bildikleri babalarının eve gelmediğiydi. Herkesin babası elinden tutup okula götürürken onların ellerinden tutan bir baba olmadığıydı. Bir iki ayda bir, bin bir zahmetle gidilen büyük gri binalarda gördükleri amca için “bak bu senin baban” diyordu anneleri. Tanımayan gözlerle bakıp, “Öyleyse neden eve gelmiyor” diye soruyorlardı.
Yıllar geçti. Bazıları için 15, 20, bazıları için 24 yıl… Her çocuk gibi büyüdüler fakat hayatları değişmedi. Hala görüş günlerini bekliyorlar. Hala baba hasretini ve babalarını tanıyamamanın hüznünü kalplerinde taşıyorlar. 28 Şubat sürecini en ağır şekilde yaşayanlardan biri onlardı ve yaşamaya da devam ediyorlar. Bu nedenle bu kez 28 Şubat’ı onlara sorduk. Çalınan çocukluklarını anlatmalarını istedik.
Emre Aşkın
Kardeşlerim hayatı babalarından öğrensin isterdim
Babam cezaevine girdiğinde ben 13, diğer kardeşlerim 10 ve 3,5 yaşlarındaydı. Babam üstümüze titrerdi, kolumuz kanadımız gibiydi. Bir anda sudan çıkmış balık gibi olduk. Ben 10 yıl boyunca hep “bir yanlışlık var, düzelecek” diye düşündüm. Kabullenmem çok zor oldu. Ben ergenlik dönemindeydim ancak kardeşlerimle ilgilenmem gerekiyordu. Kardeşim yeni yeni konuşmaya başlamıştı. Cezaevinde görüş ilk zamanlar çok zordu çünkü çok kötü davranıyorlardı bize. Suçluymuşuz gibi tepeden tırnağa arıyorlardı. Kendimizi tuhaf hissediyorduk. Daha yeni yeni görüşlerde bize insan gibi davranıyorlar.
Kardeşimin okulundan görüş günü için izin alırken “nereye gidiyorsunuz” diye sorduklarında durumu anlatmak çok zor oluyordu. Çevremizde babamı tanıyanların onunla ilgili bir şüpheleri yoktu fakat kardeşlerim okul arkadaşlarına durumu anlatamıyorlardı. Psikolojik sorunlar yaşıyorlardı. Ben bile üstesinden zor geliyordum. Babam oradan bile yardımcı olmaya çalışıyordu. Şimdi 28 yaşımdayım. 14 yıldır babamdan ayrıyız. Bir ömür. 30-45 arası babamın güzel yaşlarıydı. Biz mahrum büyüdük. İnsan her şeye alışıyor, buna da alıştık ama ukdesi içimizde. Babamla tatile gitmek, onunla birlikte yaşamak isterdim. Kardeşlerim babalarından öğrensinler hayatı isterdim. Şimdi babam cezaevinden çıkmadan evlenmek istemiyorum. Babam cezaevine girdikten sonra kardeşleri evlendi. Ne düğünlerine ne cenazelerine gelebildi.
Her mahkemede serbest kalacak diye bekledim
Kabullenememek de çok yoruyor insanı. Her mahkemede “Bu sefer yanlışlık olduğu ortaya çıkacak” diye bekliyordum. Fakat bir türlü yanlışlık anlaşılamadı. Karar zamanı hakim “Ben bu cezayı vermek zorundayım” dediğinde anladım ki dava dosyasında bir şey yok ama bu cezanın verilmesini birileri istiyor. Yine de umudumu yitirmedim. “Burası hukuk devleti, adalet var” diye düşünüyordum. Yargıtay’dan sonuç alırız diye düşündüm, o da olmadı. Avukatlarımız davayı gurur meselesi yaptılar. “Biz meslek hayatımız boyunca böyle bir dava, böyle bir ceza görmedik” diyorlardı. Fakat süreçte anladık ki bu hukukla çözülecek bir şey değil. FETÖ şimdi açık bir şekilde ortada, biz o zaman da biliyorduk ama yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Yargı ve mensupları da bunların elindeydi. Ama şu an bir umudum var. İnsanlarda bir farkındalık oluştu. Mağduriyetleri giderebilecekleri bir zemin var. Cumhurbaşkanımızın ya da bakanların bu işe el atacağını düşünüyorum.
Furkan Doğan:
Hapishane yollarında geçen bir çocukluk
Henüz ben 6 aylıkken ayrı kalmışız babamla. Şu an 17 yaşındayım. Hapishane yollarında geçen, buruk bir çocukluk oldu benimkisi. Hapishanenin ne demek olduğunu anlayamıyordum. Oradaki insanların babamın arkadaşları olduğunu ve onlarla birlikte kaldığını zannediyordum. Yavaş yavaş bir şeyleri anlamaya başladığımda gördüm ki etrafımızda bize vurulmuş bir terörist damgası vardı. Hala da var o nedenle geçti diyemiyorum.
Benim babam da elimden tutar mı diye düşünürdüm
İlkokul ve ortaokul dönemlerinde arkadaşlarıma babamdan bahsetmedim hiç. Benim için anlatılmayacak, özel bir durumdu. Babamla beraber hiç yaşayamadım, hiç tanıyamadım. Bu yüzden arkadaşlarımın babalarını gördükçe aklıma, “Acaba benim babam da böyle midir? O da elimden tutup beni okula götürür mü” diye sorular geliyordu. Babamla ilgili bir şey sorduklarında geçiştiriyordum. Lise yıllarımda ise bu değişti. Babamın bir dava uğruna bedel ödediğini anlamıştım. Allah’ın adaletine güvenimiz sonsuz. Bunun karşılığını burada ya da öteki dünyada alacağımıza inanıyorum. Bir dava uğruna cezaevinde olduğunu bildiğimden dolayı gurur duyuyorum ve seviyorum onu.
Umudu kaybetmemek ise en önemli şey. 15 Temmuz’da darbe başarılı olsaydı, tankın karşısına çıkan insanlar terörist ilan edilecekti. 28 Şubat’ta ise darbe başarılı olduğu için darbeye karşı çıkanlar terörist ilan edildi. Babamı tutuklayan hakimler, savcıların bazıları yurt dışında kaçak, bazıları ise hapiste. Gardiyanına kadar hepsi FETÖ’den yargılandı. Buna rağmen 20 yıldır onların verdiği haksız kararlar yüzünden bedel ödüyoruz. Hala bekliyoruz.
Habibe Hüseyinoğlu
“Baba” kavramını anlayamıyordum
Babam 22 yıldır cezaevinde. Ben 2 yaşındayken tutuklandığı için, “Baba” kavramı tam olarak oturmadı bende. Sadece görüşlerde görebiliyorum. Yokluğunu bana yansıtmamaya çalışıyorlar, çocukluğumda da hep yardımcı oldu çevrem. Küçükken konuyu çok fazla kurcalamamaya çalıştım. İlkokul, ortaokul çağlarında arkadaşlarımı kıskanıyordum. Kendi kendime “Neden benim babam yok. Neden böyle yaşıyorum. Neden annem yalnız” diye sorular soruyordum. Ama zamanla kabulleniyorsun. Bununla yaşamaya çalışıyorsun. En büyük sorunu yaşayan ise annem oldu. Yaşım büyüdükçe babamın haksızlığa uğradığını ve bunca zaman boşuna yattığını idrak ettim. Anneme de destek olmaya çalıştım.
Şimdi babamla yan yanayken hiç ayrılmamış gibiyiz. Çok sıcak, samimi, uzun uzun sohbet ediyoruz. İletişimimiz çok güzel. Tam bir baba kız muhabbetimiz oluyor. Uzak olduğumuzda da kalbinde bir yerde duruyor ama yaşayamıyorsun. Hayatımın kritik dönemlerinde sadece annem yanımda olabildi. Babamın ise manevi varlığını ve duasını hep hissettim. Telefon konuşmalarımızda yaşam içinde kazandıklarımı anlatıyordum. Şimdi ise af gündemde gibi. Babam dilekçe verme çabasında, çok umutlu olduğunu görüyorum. Olabileceğini düşünüyorum ama her seferinde bir ertelenme, bir aksilik çıkıyor. Hayırlısı inşallah.