Yıllar geçti. Bazıları için 15, 20, bazıları için 24 yıl… Her çocuk gibi büyüdüler fakat hayatları değişmedi. Hala görüş günlerini bekliyorlar. Hala baba hasretini ve babalarını tanıyamamanın hüznünü kalplerinde taşıyorlar. 28 Şubat sürecini en ağır şekilde yaşayanlardan biri onlardı ve yaşamaya da devam ediyorlar. Bu nedenle bu kez 28 Şubat’ı onlara sorduk. Çalınan çocukluklarını anlatmalarını istedik.
Emre Aşkın
Kardeşlerim hayatı babalarından öğrensin isterdim
Babam cezaevine girdiğinde ben 13, diğer kardeşlerim 10 ve 3,5 yaşlarındaydı. Babam üstümüze titrerdi, kolumuz kanadımız gibiydi. Bir anda sudan çıkmış balık gibi olduk. Ben 10 yıl boyunca hep “bir yanlışlık var, düzelecek” diye düşündüm. Kabullenmem çok zor oldu. Ben ergenlik dönemindeydim ancak kardeşlerimle ilgilenmem gerekiyordu. Kardeşim yeni yeni konuşmaya başlamıştı. Cezaevinde görüş ilk zamanlar çok zordu çünkü çok kötü davranıyorlardı bize. Suçluymuşuz gibi tepeden tırnağa arıyorlardı. Kendimizi tuhaf hissediyorduk. Daha yeni yeni görüşlerde bize insan gibi davranıyorlar.
Kardeşimin okulundan görüş günü için izin alırken “nereye gidiyorsunuz” diye sorduklarında durumu anlatmak çok zor oluyordu. Çevremizde babamı tanıyanların onunla ilgili bir şüpheleri yoktu fakat kardeşlerim okul arkadaşlarına durumu anlatamıyorlardı. Psikolojik sorunlar yaşıyorlardı. Ben bile üstesinden zor geliyordum. Babam oradan bile yardımcı olmaya çalışıyordu. Şimdi 28 yaşımdayım. 14 yıldır babamdan ayrıyız. Bir ömür. 30-45 arası babamın güzel yaşlarıydı. Biz mahrum büyüdük. İnsan her şeye alışıyor, buna da alıştık ama ukdesi içimizde. Babamla tatile gitmek, onunla birlikte yaşamak isterdim. Kardeşlerim babalarından öğrensinler hayatı isterdim. Şimdi babam cezaevinden çıkmadan evlenmek istemiyorum. Babam cezaevine girdikten sonra kardeşleri evlendi. Ne düğünlerine ne cenazelerine gelebildi.
Her mahkemede serbest kalacak diye bekledim
Kabullenememek de çok yoruyor insanı. Her mahkemede “Bu sefer yanlışlık olduğu ortaya çıkacak” diye bekliyordum. Fakat bir türlü yanlışlık anlaşılamadı. Karar zamanı hakim “Ben bu cezayı vermek zorundayım” dediğinde anladım ki dava dosyasında bir şey yok ama bu cezanın verilmesini birileri istiyor. Yine de umudumu yitirmedim. “Burası hukuk devleti, adalet var” diye düşünüyordum. Yargıtay’dan sonuç alırız diye düşündüm, o da olmadı. Avukatlarımız davayı gurur meselesi yaptılar. “Biz meslek hayatımız boyunca böyle bir dava, böyle bir ceza görmedik” diyorlardı. Fakat süreçte anladık ki bu hukukla çözülecek bir şey değil. FETÖ şimdi açık bir şekilde ortada, biz o zaman da biliyorduk ama yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Yargı ve mensupları da bunların elindeydi. Ama şu an bir umudum var. İnsanlarda bir farkındalık oluştu. Mağduriyetleri giderebilecekleri bir zemin var. Cumhurbaşkanımızın ya da bakanların bu işe el atacağını düşünüyorum.
Furkan Doğan:
Hapishane yollarında geçen bir çocukluk
Henüz ben 6 aylıkken ayrı kalmışız babamla. Şu an 17 yaşındayım. Hapishane yollarında geçen, buruk bir çocukluk oldu benimkisi. Hapishanenin ne demek olduğunu anlayamıyordum. Oradaki insanların babamın arkadaşları olduğunu ve onlarla birlikte kaldığını zannediyordum. Yavaş yavaş bir şeyleri anlamaya başladığımda gördüm ki etrafımızda bize vurulmuş bir terörist damgası vardı. Hala da var o nedenle geçti diyemiyorum.
Benim babam da elimden tutar mı diye düşünürdüm
İlkokul ve ortaokul dönemlerinde arkadaşlarıma babamdan bahsetmedim hiç. Benim için anlatılmayacak, özel bir durumdu. Babamla beraber hiç yaşayamadım, hiç tanıyamadım. Bu yüzden arkadaşlarımın babalarını gördükçe aklıma, “Acaba benim babam da böyle midir? O da elimden tutup beni okula götürür mü” diye sorular geliyordu. Babamla ilgili bir şey sorduklarında geçiştiriyordum. Lise yıllarımda ise bu değişti. Babamın bir dava uğruna bedel ödediğini anlamıştım. Allah’ın adaletine güvenimiz sonsuz. Bunun karşılığını burada ya da öteki dünyada alacağımıza inanıyorum. Bir dava uğruna cezaevinde olduğunu bildiğimden dolayı gurur duyuyorum ve seviyorum onu.
Umudu kaybetmemek ise en önemli şey. 15 Temmuz’da darbe başarılı olsaydı, tankın karşısına çıkan insanlar terörist ilan edilecekti. 28 Şubat’ta ise darbe başarılı olduğu için darbeye karşı çıkanlar terörist ilan edildi. Babamı tutuklayan hakimler, savcıların bazıları yurt dışında kaçak, bazıları ise hapiste. Gardiyanına kadar hepsi FETÖ’den yargılandı. Buna rağmen 20 yıldır onların verdiği haksız kararlar yüzünden bedel ödüyoruz. Hala bekliyoruz.
Habibe Hüseyinoğlu
“Baba” kavramını anlayamıyordum
Babam 22 yıldır cezaevinde. Ben 2 yaşındayken tutuklandığı için, “Baba” kavramı tam olarak oturmadı bende. Sadece görüşlerde görebiliyorum. Yokluğunu bana yansıtmamaya çalışıyorlar, çocukluğumda da hep yardımcı oldu çevrem. Küçükken konuyu çok fazla kurcalamamaya çalıştım. İlkokul, ortaokul çağlarında arkadaşlarımı kıskanıyordum. Kendi kendime “Neden benim babam yok. Neden böyle yaşıyorum. Neden annem yalnız” diye sorular soruyordum. Ama zamanla kabulleniyorsun. Bununla yaşamaya çalışıyorsun. En büyük sorunu yaşayan ise annem oldu. Yaşım büyüdükçe babamın haksızlığa uğradığını ve bunca zaman boşuna yattığını idrak ettim. Anneme de destek olmaya çalıştım.
Şimdi babamla yan yanayken hiç ayrılmamış gibiyiz. Çok sıcak, samimi, uzun uzun sohbet ediyoruz. İletişimimiz çok güzel. Tam bir baba kız muhabbetimiz oluyor. Uzak olduğumuzda da kalbinde bir yerde duruyor ama yaşayamıyorsun. Hayatımın kritik dönemlerinde sadece annem yanımda olabildi. Babamın ise manevi varlığını ve duasını hep hissettim. Telefon konuşmalarımızda yaşam içinde kazandıklarımı anlatıyordum. Şimdi ise af gündemde gibi. Babam dilekçe verme çabasında, çok umutlu olduğunu görüyorum. Olabileceğini düşünüyorum ama her seferinde bir ertelenme, bir aksilik çıkıyor. Hayırlısı inşallah.
Halime Demir
Küçükken ne hissettiğimi hatırlamaya çalışıyorum
19 yaşındayım ve 15 yıldır babamdan ayrıyım. Küçükken yaşadıklarımı annemin anlattıklarından biliyorum. İlkokula giderken fark etmeye başlamıştım olayları. Ama anlamlandırmak istemedim çünkü kötü hissettiriyordu. Annemin söylediğine göre küçükken babama çok düşkünmüşüm. Her şeyimi babam yapsın istiyormuşum. Babalı yaşamı bilmediğim, hep babasız yaşadığım için, küçüklüğümü düşünüp acaba o zaman ne hissediyordum diye soruyordum kendime. Çünkü babamla yaşam nasıl olurdu hayal edemiyorum. Şimdi ailece oturup konuşurken babam çıkıp gelse çok değişik olur.
Annem bize babamın eksikliğini hissettirmemek için çok çabaladı. O nedenle manevi eksiklik hissettik sadece. Babam cezaevinden bile, çevremdeki arkadaşlarımın babalarının onlarla ilgilendiğinden daha çok ilgileniyor bizimle. Arkadaşlarım da benim durumumu bildikleri için aile ile ilgili konuları açmazlardı yanımda, özen gösterirlerdi. Konu oraya gelse de biliyorduk ki benim imtihanım bu, onlarınki de farklı. Herkes ona göre hassasiyet gösteriyordu. Şimdi babamı hem görüşte hem telefonda konuştuğumuzda daha umutlu görüyorum. Ben de umutluyum. Rabbim bir kapı açarsa olur. Dua ediyoruz.
Hüseyin Düğenci
Torunları dedem neden gelmiyor diye soruyor
Babam Afyon cezaevine gönderilmişti. Önce 9 ay yattı. Sonra olayla hiçbir alakası olmadığı kesinleşince tahliye oldu. Fakat avukatları yanlış yönlendirdiği için 1993 yılından 2006 yılına kadar bir kaçak dönemi yaşadı. Suçsuzluğu kanıtlanmış olmasına rağmen “Müebbet alırsın kesinlikle yakalanma” dediler. Babam suçlu konumuna düştü. Ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırıldı. 2006 yılında tekrar tutuklandı.
Görüş için otobüs ayarlıyorlardı. Biz 45 kişilik otobüse 70-80 kişi doluşup gitmek zorunda kalıyorduk. 6 yaşında bir çocuk olarak, otobüsün koridorlarında, valizlerin üzerinde gidip geldiğimi dün gibi hatırlıyorum. İlkokul öğretmenim karşılaştığımızda anlattı. Sınıfta sınav yaparken ben cebimden babamın resmini çıkarıp onu seyrediyormuşum. Öğretmenim gelip ne yapıyorsun diye sorduğunda “Babam aklıma geliyor, ders yapamıyorum” demişim. Babamızın cezaevinde olması hem benim hem kardeşlerimin okul hayatını kötü etkiledi. Cezaevi nedir bilmiyorduk. Bize hep ithamlarda bulunuyorlardı. Kimseye derdimizi anlatamıyorduk. Bütün çocukluğumuz, gençliğimiz bunlarla geçti. Babamın şimdi 4 tane torunu var, cezaevine görüşe gitme sırası onlarda. Dedelerinin dükkanına gittiklerini zannediyorlar. Geçen gün yeğenim “Hep biz dedeme gidiyoruz. Dedem bize hiç gelmiyor. Artık dedem bize gelsin” dedi.
15 gün önce CİMER’e yazdım, hep yazdım. Cevap olarak yargı bağımsız olduğu için devlet kademelerinin adalete karışamadığını söylüyorlar. FETÖ mensubu olan şahıslar bizden 400 bin lira para isteyip, “Parayı verin sabaha çıkartalım” dediler. Elimizde buna dair evrak var, delil var, fakat sonuç alamıyoruz. Ne yapayım, Yargıtay kapısında kendimi mi yakayım? PKK’ya af çıktı, Balyoz’a af çıktı, Genelkurmay Başkanı’nı darağacına göndereceklerdi, beraat ettirildi tazminat ödendi. Bir tek 28 Şubat mağdurları kaldı.
Muhammet Ali Baran
İçimdekileri anlatırsam okyanuslar taşar
Babası 2 yaşındayken cezaevine giren Muhammet Ali Baran, “Yaşadıklarımı annem anlatsın. Ben içimdekileri anlatırsam okyanuslar taşar” dediği için annesi Afitap Hanım’dan dinledik Muhammed Ali’nin çocukluğunu. Afitap Hanım o günleri şöyle anlattı: “10 yıl kadar annemlerde yaşadık. Akşam dayısı eve gelip de çocukları “Baba” diye sarılınca Muhammed Ali’nin gözleri doluyordu. Dayısı onun etkilendiğini görünce dikkat etmeye çalıştı. Ali’nin yanında çocuklarını sevmiyordu. Bayramlar onun için çok hüzünlüydü. Hep “Bayramın tadı yok benim için” derdi. Bir gün daha küçüktü, anlamıyordu, görüş gününde babasının elinden tutup “Baba sen niye gelmiyorsun, hep biz geliyoruz” demişti. Ne diyeceğimizi bilemedik babasıyla. Büyüdüğünde de görüş günlerine gitmek istemedi pek. “Görüş günlerine gitmek bana zahmettir, babamı o şekilde görmek bana eziyet oluyor” diyor. Hep takdir, teşekkür aldı ama babası göremedi bunları. Bir kere karnesini istedi. Cezaevi yönetimi kabul etmediği için gönderemedik. 1. Sınıfa giderken, bir gün baktım babasının resminin karşısında ellerini açmış duruyor. “Napıyorsun oğlum” diye sordum, “Anne ben babamı koruyorum. Orada kimse ona bir şey yapmasın” diye cevap verdi.
Süeda Ülsen
Okulda en korktuğumuz soru: “Babanın mesleği ne”
Ben 2 yaşımdayken ve annem kız kardeşime 5 aylık hamileyken babam cezaevine girmiş. Her çocuk gibi büyüyorsun ama bir yanın hep eksik kalıyor. En korktuğumuz şey okulda babanın mesleği ne diye sorulmasıydı. Çünkü cevap bulamıyorsun. Cezaevinde olan herkes kötüymüş gibi bir algı olduğundan söyleyemiyorsun. O yüzden okula gitmeyi de istemezdik. Herkesin babası vardı. Her bayram onların yaşadığınla senin yaşadığını karşılaştırdığında çok buruk geçen bir çocukluktan bahsedebilirim. Ben yine bir nebze fakat kız kardeşim babamla bağ kurmakta çok zorlandı. Hiç görmediği için, baba varlığını bebeklikte bile hissetmediği için ilişkileri çok mesafeli. Ayda bir açık görüşlerimiz vardı. Ama şimdiki gibi gidip yanına göremiyorduk. Küçükken zaten anlamıyorduk, sıkılıyorduk, gitmek istemiyorduk. Karşımızdaki insanı tanımıyorduk. “Baba” deniliyordu ama varlığını hissetmediğimiz bir yabancı gibiydi. Giderken ve dönerken çektiğimiz eziyet de cabası.
6 yıl sonra çıkacak, artık az kaldı diyoruz
Büyüdükçe babama karşı kızgınlık hissetmeye başladık. “Neden orada? Herkesin babası yanındayken akşam yolunu gözlüyorken bizim babamız neden cezaevinde? Kendisi mi bu yolu seçti?” diye babaya karşı ciddi bir öfke vardı. Olayları anlayabilecek yaşa geldiğimiz zaman, imtihan kavramıyla terbiye ettiğin zaman babaya karşı daha farklı bir hürmet, farklı bir bakış açısı oluşuyor. Baba kız ilişkisi de zamanla… Sen zorluyorsun, baban kendine çekmeye çalışıyor. Bu şekilde ilişkiyi götürmeye çalışıyorsun. Şimdi ben babamla telefonda konuşuyorum, mektuplaşıyorum. Görüşte en yakınına oturuyorum.
Babam 24 yıldır cezaevinde. Hayatımın birçok aşamasını onsuz yaşadım. Onsuz mezun oldum, evlendim, çocuk sahibi oldum. Şu an çocuğum dedesini görmeden büyüyor. Babamın davasının savcısı Zekeriya Öz, hakimi kozmik oda hakimlerinden biri. Bekir Bozdağ biz bütün davaları yeniden görmeye kalkarsak adli bir karmaşa çıkacak dedi. Böyle bir dosyanın yeniden yargılama yapılmayacağını söylemeleri bile bizim için adaletin sadece bazı kesimlere has olduğunu düşündürtüyor. Bir şey olmazsa da şurada 6 yıl kaldı. 24 yılın yanında 6 yıl nedir ki, bize artık az bir rakam gibi geliyor. Takdiri ilahi. Kararın üstünde karar vardır, biz oradan gelecek kararı bekliyoruz.
Şehadet Gezer
24 yıldır alışamadık
Kendimi bildim bileli babam cezaevinde. Şu an ben 25 yaşındayım. Babam cezaevine girdiğinde kardeşimin henüz kırkı çıkmamış. 14 yaşında kaybettik onu. Babamın oğluyla, kardeşimin de babasıyla yaşama şansı hiç olmadı. Babaya dair hiçbir şey yaşamadı. Babam kardeşimin yanı sıra annesini kaybetti ve cenazelerinde olamadı.
İlk etapta babam sürekli sürgün ediliyordu. Bu nedenle fazla göremiyorduk. Adıyaman Cezaevi’ne görüşe gittiğimizde babamı tanıyamamışız. Bunun üzerine babam çok üzülmüş, buraya taşının diye rica etmiş. Bu nedenle biz de arkasından oraya taşındık.
Herkesin evinde bir baba vardı, bizim evde eksikti. O sevgiyi uzaktan yaşıyorduk. Görüş günleri bizim için bayram gibiydi fakat sonrasında üzülerek ayrılmak zorunda kalıyorduk. Neden orada olduğunu biliyorduk fakat etraftakilere anlatmak zor oluyordu. Okulda baban ne iş yapıyor diye sorarlardı söyleyemezdik cezaevinde olduğunu. Serbest meslek deyip geçiştirmeye çalışırdık.
Bunca zamandır onsuz yaşamak çok zor geliyor. 24 yıl geçti hala alışamadık. 7 ay önce evlendim, tek kız evladıyım, düğünümde babam yoktu. Onunla vedalaşmak için Batman’dan Siirt’e gidip elini öptüm. Büyük bir burukluktu. İnsanın gözü arıyor. Ümidimizi kesmiyoruz ama suçsuz yere hapiste olmaları zorumuza gidiyor. Bir koğuşta onlar, başka bir koğuşta onları yargılayanlar yatıyor. Biz artık onları aramızda görmek istiyoruz.
Sinan Tenşi:
Erken büyümek zorunda kalan çocuklardık
1994 yılı Nisan ayıydı. Bir gece yarısı polis evimize operasyon düzenledi. Babam gözaltına alındı. O gece polisler 1 hafta boyunca evimizde kamp kurdular. Ailece yaşadığımız ev onların gözünde bir örgüt eviydi. İçeridekilerin dışarı çıkması yasaktı ve dışarıdan gelen herhangi biriyle ilgili en ufak bir şüphe gözaltına alınmasına sebep oluyordu. Bir hafta boyunca hapis hayatı yaşadık. Evin koridorunda ağır silahlı, iri yarı, askeri kıyafetli adamlar ağır silahlarla bekliyorlardı. Ben henüz 8 yaşındaydım, küçük kardeşim altı, daha küçüğü 4, en küçüğümüz ise 2 yaşındaydı. Bunun bize yaşattığı travma büyüktü. Akşamları kapı çaldığında polis geldi korkusunu yıllarca yaşadık. Bana, anneme, yaşlı babaanneme şiddet uyguladıkları da oldu. Evde yiyecek bir lokma ekmek yoktu. Küçük kardeşim için süt gerekiyordu ama polisler izin vermiyordu. Fakat nöbet değişiminde kendi gıdalarını getiriyorlardı. Bunların hazırlanmasını da benim yaşlı babaanneme yaptırıyorlardı. Bir hafta sonunda polisler evi terk edip gitti. Babamı aramaya başladık. 1 ay nerede olduğunu haber alamadık. Savcılık, polis, jandarma, hiçbir yerde yoktu. Sonunda vicdan sahibi bir polis, 2 gün sonra mahkemeye çıkarılacağını söyledi.
DGM’de yargılama 5-6 yıl yargılama sürdü ve idam cezasına çarptırıldılar. 12 yaşında babamın idam cezasına çarptırıldığı haberini almıştım. Fakat bakmayın yaşımızın o zaman küçük olduğuna. O zamanın vahşi devleti bize öyle bir davrandı ki, hızlı büyümek zorunda kaldık. Özellikle yargılama süreci çok yıpratıcıydı. O dönemin devlet aklı neyi gerektiriyorsa yargılama da o şekilde yapıldı, sonuçta ona göre oldu. 24. Yıl oldu. Bu süreçte devletin polisi bana, kardeşlerime, okul ve iş hayatımızda, birçok yerde baskıları oldu. Lisedeyken polisler okula gidip gelip bizi taciz ediyordu. Komşularımızı taciz ediyorlardı. Bu süreçte İslami camia sus pus kaldı. Beni görüp yolunu değiştirenler bile oluyordu. Maalesef hala zulüm devam ediyor. Bizim talebimiz af değil. Yeniden yargılanıp aklanmak istiyoruz. Ama yeniden yargılanmak bile büyük lüks gibi görünüyor. Biz cezaevi yollarında büyüdük. Cezaevi yollarında büyüme sırası artık babamın torunlarına geldi.
Yusuf Aslan
Ben kendi çocuklarıma babalık yaparım diye avunuyorum
Babam cezaevine girdiğinde henüz doğmamıştım. Bir yaşından bu yana cezaevi yollarında, Bingöl’e, Diyarbakır’a, Bayburt’a… birçok şehri gezerek babamı tanımaya çalıştım. Şu an bile bir küçük çocuğun babasının elini tuttuğunu gördüğümde içim kıpırdıyor. “Keşke babam yanımda olsaydı. Çocukken elimden tutup parka götürseydi” diyorum. Bu istek hala kalbimde var. Fakat yine de mutluyum. Çünkü babam adam öldürmedi, gasp, hırsızlık yapmadı. Sadece İslami kimliğinden dolayı içeride. Ona da çok şükür diyorum. Çünkü babası olmayanlar da var. İslami kimliğinden dolayı şehit edilenler var. Ben en azından babamı görüyorum. Yine de şükrediyorum.
Cezaevinde görüşteyken babama, “Baba sen neden buradasın, kötü bir şey mi yaptın?” diye sormuştum küçükken. Babam anlatmıştı. O yüzden gururla söylüyordum babam cezaevinde diye çünkü babamın hata yapmadığını biliyordum. Ama yine de zordu. Herkesin babası yanındaydı benimki değildi. “Babam yanımda olsaydı beni okula götürseydi” diyordum. Bütün yük annemin omuzlarındaydı. Lise 1’e kadar okudum. Annemin omuzlarındaki yük arttığı için okulu bıraktım. Açıktan okumaya başladım. Şu an çalışıp eve bakıyorum. Ben babasız büyüdüm ama evlenince ben çocuklarıma babalık yaparım diye avunuyorum.
Nurefşan Nart
Daha yeni bağ kurabildik
Görüş günleri küçükken beni pek etkilemiyordu çünkü ne olduğunu anlayamıyordum. Ben iki yaşındayken babam girmiş cezaevine. Büyüdükçe görüş günlerinde kendimi çok kötü hissediyordum. Babam bizi bu psikolojiden kurtarmaya çalışıyordu. Elinden geleni yapsa da kendimi kötü hissediyordum. Şu an 17 yaşındayım. Son 3 yıl daha zor geçti benim için. Ablam bunun sıkıntısını daha çok yaşadı. Çünkü ben babayla büyümek ne demek bilmiyorum. Önceden baba kız ilişkisini kuramamıştık. Zor oldu ama son yıllarda daha iyi bir ilişki kurduk. Önemli bir gün olduğunda, önemli bir karar verirken babam yanımda olamıyor. Önceden bunu daha çok önemsiyordum ama şimdi o kadar takılmıyorum. Alıştım. Elimizden geldiğince bu şekilde idare etmeye çalışıyorum.
Rabia Çelik
Düğün hevesi kursağında kaldı
Babam defalarca içeri girdi çıktı. Defalarca ayrı kaldım. Kız çocukları babalarına düşkündür fakat benim aşırı bir düşkünlüğüm var. O yüzden ayrı kaldığımız süreler çok zor geçiyor. Küçükken fazla idrak edemiyorsun ama büyüdüğünde çok zorlanıyorsun. Benim şu anda derdimi anlattığım, açıldığım insan babam. Fakat içimiz rahat. Bekleyişimizin Allah yolunda olduğunu biliyoruz. Alnımız her zaman açıktı. Arkadaşlarım babamın neden cezaevinde olduğunu bilir. Hatta böyle bir baban olduğu için çok şanslısın diyorlar.
Abimin düğüne 2 hafta kala babamı cezaevine aldılar. Babamın tek oğlu. Çok hevesliydi, göremedi düğünü. Bizim için zor oldu. Bayramlarda da hep ayrı kalıyoruz ama bu çok farklıydı. Sevinç ve mutlulukla geçmesi gereken bir süreçte babamızın olmaması kolumuzu kanadımızı kırdı. Çıkıyor, tam alışıyoruz derken içeri giriyor. Babamın kalem kıranları şu an cezaevinde ya da yurt dışında kaçak. Terör örgütü olarak yargılanıyoruz ve FETÖ’cülerle aynı kefeye konuyoruz. Hiçbir şekilde silahla ilgili bir kanıt olmamasına rağmen hala terör örgütü damgası var üzerimizde. Bu zulmün bitmesini istiyoruz. Ama biliyoruz ki en iyi hükmü veren Allah’tır bunun sonucunda da bir ecir vardır.
Ahmet Furkan Balta
Yetim bile kalamamak
Size yaklaşık olarak 5000 günlük bir süreçten kısaca bahsedeceğim. On dört seneye yakın bir zaman geçmiş üzerinden ve daha yeni yeni gündeme gelen bir haksızlık söz konusu. Bunun ne kadar trajik olduğunu özellikle anlatmama gerek yok. Önceden babamın cezaevinde olması benim için gurur kaynağı olurdu, artık babamın cezaevinde olduğunu bir insana söylemeden önce iki kere düşünüyorum. Çünkü insanlar ilk duyduklarında babamın “fetöcü” olduğunu düşünüyorlar. Dolayısıyla, uzunca bir sohbet edemeyeceğim insanlara bu konudan bahsetme girişiminde bulunmuyorum.
Sondan ta en başa gitmeden önce anlamanız gereken birkaç nokta var; şu anda cezaevinde olan “28 Şubat Mağdurları” şeklinde nitelendirilen insanların, sadece babam için demiyorum, hepsi dışarıdaki birçok insandan daha masumdur. Ayrıca kardeşim, ben, benim kızım, annem, eşim, babamın kardeşleri, onların çocukları, hangi suçu işlemiş oluyoruz da, bizi 14 senelik bir karmaşanın içine sürüklüyorlar?
Cezaevine kötü adamlar girmez miydi?
Sanırım yedi yaşlarındayım. Okulumun ilk seneleri. Kardeşim de üç-dört yaşlarında bir çocuk ve konuşmaya iyice alışmaya başladığı zamanlar. Bir gün okuldan geliyorum ve annem buz gibi yüzüyle bana bakıyor. Karşısına alıyor beni. Ellerimi tutuyor, -evet, senin de babanı güvendiğin devlet alıp götürseydi, daha o yaşlarda, sen de unutmazdın bunları- ve bana babamı alıp götürdüklerini söylüyor. İlk cezaevi ziyaretinde… bir çocuğun saf aklı ile böyle bir şeyi anlamlandıramaması durumunu sadece saf bir akla sahip çocuklar anlayabilir. İşte bu ilk ziyaret bu kadar bitimsizce anlamsızdır. Bu adam neden cezaevindedir? Bu adam bana arkasında çikolatalı gofret saklayarak sürpriz yapıp, eve giren adam değil midir? Öyleyse neden cezaevindedir? Kötü adamlar, çocuğunu döven, kadınları döven, para çalan insanlar buraya girmiyorlar mıydı? Ve o saçmalığın daniskası olan kelime ile gelen soru; “terörist” ne demek? Bir çocuğa terörizmi, babasının öyle olmadığı halde, babası üzerinden öğretme zalimliğini yapma hakkını, bu zalimliği yapanlara kim veriyor? Bu sorumluluğun altından nasıl kalkacaklar? Onları çıkarıp, a biz hata yapmışız, pardon mu diyecekler?
Kardeşim bana baba demekten vazgeçiyor
Zaman geçiyor. Okul hayatı başarılı bir şekilde devam ediyor. Kardeşim bana “baba” demekten yavaş yavaş vazgeçmeye başlıyor. O da anlıyor, bu evde bir terslik var. Dışarıdaki çocukların sürekli “baba” olarak bahsettikleri figür ile onun baba dediği abi figürü arasında dağlar kadar fark var. Ben ise öfkemi devletten çıkaran söylemler söyleme yaşlarına girmişim o aralar. Hani erken ergenlik dönemi ve ergenlik dönemi dedikleri zamanlar. Bu öyle bir durumdur ki, kendimi uzun yıllar boyunca asla bir Türk olarak düşünmedim. Hali hazırda Türk Devleti dedikleri cumhuriyet yönetimi babama ihanet etmişti. Bunun kesin bir temizlikle beraber geri dönüşü, halen, benim için, mümkün değildir. Kim kime, 5000 gün hediye edebilir?
Lisedeyim. İki sene katlandıktan sonra birden bırakıverdim. Orada gördüğüm Türkçü, milliyetçi insanlar benim midemi o kadar bulandırmıştı ki, artık katlanamadım. Liseyi açıktan bitirdikten sonra, birkaç kez sınava girip, istemediğim üniversitelerde öğrenime yeniden başlama girişimlerinde bulundum. Açıkçası, umurumda bile değildi ama o aralarda bir yerde evlenince işler hepten değişti.
Evet, evlendim. Babam nikahımı görememiş oldu. Ben de, açıkçası, bu zalimlerin onu çıkarma niyetlerinin en ufak bir ışıltısına dahi şahit olmadığım için beklemeyi de hiç düşünmemiştim. Sonra kızım oldu. Babamın torunu oluyor yani. Şimdi kızım, konuşmaya başlayıp, bizlerin farkına vardığında, benim babamın nerede olduğunu elbette merak edecektir. Babaannesi neden yalnız? Daha doğrusu, onda niye bir “baba” yok? Bu sorularına nasıl cevap vereceğim de, bu çocuk devlet düşmanı bir çocuk olmaktan korunacaktır? Bu karmaşanın içerisinden bizleri kurtarabilecek olanlar, yine o “28 Şubat Mağdurları”dır. Onlar bu sorulara, kendi halleri ve varlıkları ile birer cevap olacaklardır. Ve onlar, bu devlet ve her şeyden önce İslam Dünyası için hakiki, dost insanlar yetiştirmeye başlayacaklardır. Sabahınız hayrola. Özgürce yetim kalanlara dua ile.
Hüseyin Aytufan
Haklarımız ahirete kalacak
Kardeşimle benim çocukluğumuz babasız geçti. Babam 2000 yılında, işkenceyle, zorla, baskıyla apar topar cezaevine kondu. O esnada kardeşim 1 bense 6 yaşındaydım. Babamla doğru düzgün bir anımız bile olmadı. Başta baba kelimesini söylemeye bir alışamamıştım. Yokluğunu hissettiğimiz, ona ihtiyaç duyduğumuz çok zaman oldu. Görüşler ayda bir yapılıyordu ancak aile büyüklerinden giden kimse olmazsa ben de gidemiyordum. Yaşım büyüdüğünde tek başıma gidip gelmeye başladım. Kendisine bir ışık olurum, morali yerine gelir diye her zaman gitmeye gayret ettim. Görüşler ancak ayda bir kez, bir saat kadardı, Elazığ Kapalı Cezaevi’ne gönderildiğinden beri ise 2 ayda bir ancak 45 dakika görebiliyorum. 2 ayda bir 45 dakikalık bir görüşle ne derece iletişim kurulabilir. 1 Ocak’tan beri babamı görmedim.
Mahkemelerde babam ve arkadaşlarının savunmaları hiç dinlenmedi. İşkence görmelerine rağmen sağlam raporu verilerek mahkemeye çıkarıldılar ve bu suç omuzlarına yüklendi. 18 yıldır, cezaevi görüşlerinde, cezaevi değişimlerinde insanca muamele göremedik. Babama, babasının cenazesine bile gitmesine izin verilmedi. Bu haksız ve büyük acıyı başka aileler yaşamasın istiyorum. Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımızın yıllardır yaşanan bu haksızlıklara artık müdahale etmelerini ve yargılanmaların yeniden adaletli bir şekilde yapılmasını istiyoruz. Babama “Tamam sen suçsuzsun, beraat ettin” deseler, trilyon verseler, özür dileseler 18 yıllık acı biter mi? Bazı haklar ahirete kalacak.
Hüseyin Tekin
Ayda bir saat gördüğünüz birini tanıyabilir misiniz?
2.5 3 yaşlarındaydım. 2000 yılında girdi. 21 yaşındayım. Babamı kesinlikle hatırlamıyorum. Görüş günlerinde ayda bir iki sefer gördüm sadece. Baba sevgisi nasıldır, nedir bilmiyorum. Çocukluk dönemimde babam olmadığı için kendimi güvende hissetmiyordum. Dedemler bizimle ilgileniyordu, her ihtiyacımızı karşılıyorlardı ama babasızlık ayrı bir şey. Babamın yerini tutmuyordu. Bayramlarda herkes babasının yanındayken biz ancak görüş olursa görebiliyorduk. Görüş günlerini beklemekle geçiyordu günlerimiz. Okulda babamdan pek bahsetmezdim. Aslında babamın karakterini, nasıl bir insan olduğunu pek bilemiyorum. Birini ayda bir saat görmekle ne kadar tanıyabilirsiniz ki?
28 Şubat'ın babasız çocukları 'Gerçek Hayat'larını anlattı!
Bugüne kadar 28 Şubat darbesi hakkında çok şey yazıldı çizildi, söylendi. 28 Şubat dönemi, evet bin yıl sürmedi ancak yarattığı mağduriyetler de yok olup gitmedi. 28 Şubat sürecinde uydurma delillerle hapse atılan, hayatı karartılan, gençliği heba olan mahkumlar hala cezaevinde. FETÖ yargısının mağduru olan bir çok dosyada yeniden yargılanma yolu açılırken, 28 Şubat mahkumlarının davaları hala ele alınmadı. Olayın en tirajikomik yanı ise 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kendilerine kumpas kuran hakim ve savcılarla yan yana hücrelerde kalmaları.
İşte Gerçek Hayat Dergisi'nden Emati Saruhan'ın 28 Şubat'ın babasız bırakılan çocukları ile yaptığı röportaj haberi...
28 ŞUBAT'IN BABASIZ ÇOCUKLARI
Bu mağdurların pek çoğu gencecik yaşlarında cezaevine girdiler. Bir kısmı bekardı. Bir kısmı ise yeni evliydi. Tutuklandıklarında çocukları 2-3 yaşlarındaydı hatta bazıları da anne karnında doğum zamanının gelmesini bekliyordu. Bu insanlar apar topar, terörist muamelesiyle eşlerinden ve kokusuna doyamadıkları çocuklarından ayrıldılar. Medrese-i Yusuffiyye’de çile doldurmaya başladılar. Eşler, anneler, babalar olanı biteni bir derece anlayabiliyordu ama birileri vardı ki onlara hiçbir şekilde durumu anlatmak mümkün değildi: Mağdurların küçük çocukları… Tek bildikleri babalarının eve gelmediğiydi. Herkesin babası elinden tutup okula götürürken onların ellerinden tutan bir baba olmadığıydı. Bir iki ayda bir, bin bir zahmetle gidilen büyük gri binalarda gördükleri amca için “bak bu senin baban” diyordu anneleri. Tanımayan gözlerle bakıp, “Öyleyse neden eve gelmiyor” diye soruyorlardı.