Abdülhamid: Ne pinti ne de müsrif
Dünden bugüne Sultan İkinci Abdülhamid’e atfedilen olumsuz sıfatlardan ikisi, çelişkili olsa da, onun hem pinti hem de müsrif olduğu şeklindedir. Bu sıfatlardan günümüzde daha fazla yaygınlık kazanmış bulunanı ise onun pinti olduğu (Pinti Abdülhamid) şeklindedir.
Ancak hemen belirtmek gerekir ki, söz konusu sıfatların ona atfedilmesi öncelikle yerli değil, bütünüyle yabancı basının icadı ve ithamı dolayısıyla olmuştur.
Yabancı basının Abdülhamid’in cimri mi yoksa müsrif mi olduğu konusunda geçen asırda gündem konusu kıldığı yıkıcı propagandası iki yüzlü kılıç gibi olması yanında kalıcı da olmuştur. Batı basını geçen asırda onu bir taraftan cimri olmakla suçlamışken diğer taraftan da yine onu had safhada israf içinde biri olmakla itham etmiştir.
Sayfalarında bu konuya yer vermiş bulunan The Salt Lake Herald gazetesi, örneğin, onu müsrif olarak suçladıktan sonra aşırı derecedeki harcamaların merkezi olarak da Harem’i göstermiş ve ithamlarını şu suretle ifade etmiştir:
Abdülhamid’in yıllık yaklaşık 2.000,000 Sterlin geliri vardır… Sahip olduğu Harem, maliyeti itibarıyla en masraflı kurumlardan biridir. Hükümdarlığı sırasında padişah haremine birkaç milyon dolar harcadı ve mücevher ve tuvalet malzemeleri için yaptığı yıllık harcama kesinlikle şaşırtıcı oranlardadır.
28 Aralık 1896 tarihli The Times gazetesinde yer alan bir haberde ise Abdülhamid’in yıllık toplam gelirinin 1.137.000 Türk lirası olduğuna dair şu beyanda bulunmuştur:
Sir Edgar Vincent dün Sultan'a mali durum hakkında ayrıntılı bir rapor sundu…
Mevcut koşullar altında gelirlerinin yuvarlak olarak toplamda 1.137.000 Türk lirası olduğunu belirtmekte fayda var.
The San Saba News gazetesi, örneğin, 5 Ağustos 1887 tarihli sayısında Abdülhamid’in yıllık şahsi masrafının 60.000,000 Frank (12.000,000 dolar) olduğundan söz etmiş ve sadece Kızlarağası’nın maaşının bile 240,000 Frank olduğunu belirtmiştir.
The Opelousas Courier ve South Branch Intelligencer gazeteleri ise Abdülhamid’in senelik bireysel masrafını 50,000,000 Frank (10.000,000 dolar) olarak zikretmişlerdir.
The Democrat and Standard gazetesinin verdiği bilgiye göre ise Abdülhamid’in kendi ve haremi kadınlarının gardırobu için harcanan paranın miktarı 400.000 doları bulmaktaydı.
Yabancı basında söz konusu edilip harcamaları itibarıyla en masraflı kurumlardan bir olarak dillendirilen yerlerden bir diğeri ise Yıldız Sarayı mutfağı olmuştur.
Geçen asırda Batı basının sayfalarında yer verdiği haberlere bakılacak olursa Abdülhamid sadece devletin parasını iç etmekle kalmamıştır. O aynı zamanda israf içerisinde bir hayat da sürmüştür. Örneğin sadece Ramazan ayı boyunca Yıldız Sarayı mutfakları için yapılan harcama 400.000 dolara ulaşmıştır. Saray’da yüzlerce aşçı istihdam olunmuş, bir ordu denebilecek sayıdaki casuslar sınıfı Saray’ı adeta istila etmiştir.
The Democrat and Standard gazetesine göre Abdülhamid’in yemek masasının donatılması için yapılan masraf inanılmaz bir meblağa ulaşmakta ve yıllık 5.000,000 doları bulmaktaydı.
Batı basınının iddialarına göre; gereksiz yere ve ağzına değin tıka basa insanla doldurulmuş olan yer sadece Yıldız Saray’ı ile sınırlı olmamış, dört gemi için görevlendirilmiş bulunan amiral sayısı yirmiyi bulabilmiştir. Dolayısıyla da donanmadaki subay sayısı inanılmaz rakamlara ulaşmış ve azaltılması kaçınılmaz bir hal almıştır. Bu durumdan ötürüdür ki Jön Türkler idareyi ele almaları sonrasında izlemiş oldukları politikalarla yanlış olan her şeyi düzene koymuşlar; Saray’daki fazlalıklar ihraç edilmiş ve sözü edilen casuslar ordusunun mevcudiyetine son verilmiş ve ayrıca Saray'da bulunan hizmetçilerin büyük bir ekseriyetinin görevleri sona erdirilmiştir.
The Sunday Star gazetesinin beyanına göre Jön Türkler iktidarı ele aldıklarında Abdülhamid üç yıllık maaşını peşin olarak almış olduğu gibi kişisel harcamaları için İngiltere'den büyük bir meblağ borç da temin etmiştir. Bu durum karşısında tasarruflu bir politikanın takipçileri olan Jön Türklerin tavrı ise, güya, Abdülhamid’e:
Paranızla yaşayın; üç yıl boyunca bir daha ödeme almayacaksınız
uyarısında bulunmak olmuştur.
Batı basınında bazen müsriflik bazen de cimrilik suretinde ama bu vesile ile sıklıkla gündem konusu kılınmış olan Abdülhamid aleyhtarlığı ve onu en süfli sıfat ve kelimelerle zikretme hali önceleri Jön Türk, sonraları ise Cumhuriyet dönemi basını ve neşriyatının da en vazgeçilmez konusu haline getirilmiştir.
Ancak şu var ki Jön Türk ve Cumhuriyet dönemi basının dilinde Abdülhamid’in hususiyle önce çıkartılan olumsuzluğu onun Pinti olduğu şeklinde yaygınlık kazanmıştır.
Bu anlamda Hilafet ve Safahat-ı Tekamül adlı eserinde Mehmet Abidullah Abdülhamid’i pinti olmakla itham etmiş ve hatta kendisi gibi bütün cihanı da pinti ettiğini hiç tereddüt etmeden yazabilmiştir.
Abdülhamid’in saltanatta bulunduğu yıllarında kendisinden başka yiğit bırakmadığı, 33 yıl mecnunane bir surette hüküm sürdüğü, muvazenesiz olduğu, onun döneminde memlekette cimrilik, açgözlülük, korku ve riyanın yaygınlık kazandığı, dolayısıyla da memlekette ikram ve cesaret sahibi kalmadığı ve hatta galip veya mağlup, idare eden veya olunan, itaat eden veya edilen hiçbir şeyin varlığını sürdüremediği iddia ile ifade olunmuştur.
Oysaki Abdülhamid, şehzadeliğinden beri iktisada riayetiyle tanındığı, biriktirmeye, muhafazaya meraklı biri olduğu malum bir husustur. Ancak ne gariptir ki The Timaru Herald veya The Sunday Star gibi gazeteler müsrif biri olmadığı yolunda onun savunmuşlarsa da, Batı basının büyük ekseriyeti aksi suretteki haber ve yorumlarıyla, cimrilik ile tutumluluk kavramları arasındaki farkı hiçbir surette dikkate almamış, Abdülhamid’in sergilemiş olduğu tutumluluğu cimrilik olarak nitelemeyi bilinçli bir surette tercih etmişlerdir. Fakat yabancı basının bu yöndeki tercihi konjonktürel olmuş, icap etmesi halinde, müsriflik yahut pintilik nitelemelerinden birisi, diğeri aleyhine, öne çıkarılabilmiştir. Kendisine karşı sürdürülmekte olan olumsuz algı oluşturma siyasetinin bir gereği olarak, icap etmesi halinde israf ve debdebenin hüküm sürdüğü bir Harem tasviri üzerinden Abdülhamid’e karşı müsriflik suçlaması yoluna gidilebilmiştir. Esasen böyle bir tutum, Batı basını açısından, etik değerlerin herhangi bir öneminin olmadığını göstermesi bakımından olduğu kadar kavramların, öyle olduğu var sayılsa dahi, herhangi bir anlam ifade etmediklerini ortaya koyması yönüyle de önemlidir.
Abdülhamid’in cimri, daha yaygın ifade biçimi ile pinti, biri olduğu yolundaki Batı basınının ekseriyetine aykırı bir surette onun cömert biri olduğu şeklindeki yabancı basında çıkan haberlere karşı ise genel olarak etkisizleştirici bir yayın politikası ile karşılık verilmiştir.
Bu anlamda Current Literature’da kendisi ile alakalı çıkan bir yazıda:
Abdülhamid'in en cömert dürtülere sahip bir adam olduğu söylenmektedir
ifadesi yer almıştır.
The Slat Lake Herald gazetesi ise sayfalarında yer verip pintiliği ve cömertliğini ihtiva eden ilgili yazısında söz konusu cömertliği:
Kendilerinden hoşlandıklarına karşı son derece nazik, kibar ve hatta bazen cömerttir
şeklinde tanımlanmıştır.
Abdülhamid bir taraftan pinti olmakla suçlanmışken diğer taraftan ise bu niteleme ve iddiayı tekzip edercesine Yıldız Sarayı için:
O sırada o, hanedan ailesinin 12.000 üyesiyle çevrili, Boğaz'da Yıldız'daki muhteşem sarayında ikamet etmekteydi
denilebilmiştir.
Yıldız Sarayı’nın 12.000 hanedan üyesi ile çevrili olması doğru olmadığı gibi bütün mazisi boyunca da hanedanın bu denli bir sayıya ulaşması söz konusu değildir.
The Enterprise-Recorder gazetesi, bazı yanlışları yahut tarafgirlik üslubunu içerisinde kaleme alınmış olsa da, 1 Temmuz 1909 tarihli sayısında sayfalarında, sair gazetelerin iddiaları aksine, şu beyana yer vermiştir:
Bu olağanüstü adam, kendisine karşı acımasız zulüm söylemlerine mukabil cezbedici olabilmiş ve insani özellikler ortaya koyabilmiştir. Bunlardan birisi onun özgürlükçülüğüdür. Osmanlı maliyesi uzun zamandır düzensiz bir durumdayken o her zaman liberal davranmanın yollarını bulabilmiştir. Onun Müslüman hayır kurumlarına yaptığı bağışlar dikkat çekicidir.
Uzun bir şehzadeler soyunun sonunda gelmiş olmasına rağmen, Kur’an'ın elin açık olması emrine uygun olarak o, haleflerinden çok daha fazla cömertlik sergilemiştir. Astlarına, bakanlarına ve ajanlarına cömertçe davranmasını bilmiştir. Emirlerini yerine getirenler, en hoşnutsuz olduğu zamanlarda bile, iş tamamlandığında ihsanlarından asla şikâyetçi olmak durumunda kalmamışlardır. Misafir olarak ağırladığı Avrupalılar bile, birçok kere, Doğu'nun özgürlüğü ile bahşedilen mücevher hediyeleri ile dönmüşlerdir.
Abdülhamid, ne iddia ve itham olunduğu üzere cimri ne de pinti biriydi. O, cimri olmanın tam aksine oldukça ikramkar bir padişahtı. İkramına muhatap olanlar hükümet görevlisi, siyasi ve askeri kadrodan insanlar ile mahdut da değildi. İstanbul Boğazı’ndan gemi ile geçmekte olan üst düzey yabancı konuklarına gönderdiği meyveler, türlü türlü içecekler ve hatta koli koli sigara paketleri şeklindeki hediyeler, bir anlamda yabancılara, Payitaht’a, siyaseten hoş geldiniz anlamına gelmekteydi. Yine o, İstanbul’a, şehri ziyarete gelen seçkin turistleri söz konusu ikramından mahrum etmemiş biriydi. Akron Daily Democrat gazetesinin ifade ediş biçimiyle; ikramına mazhar olan Batılı turistler kendisini kültürlü bir beyefendi tavrı ve görünümü ile tanımışlar ve beraberce öğle yemeği yeme şerefine ermişlerdi.
Ancak bu tür ziyafetler, 1890 yılı ortalarında örneğin, ulemadan önde gelen bazı şahsiyetler ve softa takımından bazı şahıslar, şair ve aydın sınıfından bazı isimler tarafından Abdülhamid idaresinin tenkit ve şikâyet edilen konularından birisini, yani Saray’ın hadsiz israf ve savurganlık içerisinde bulunduğu itirazını doğurmuştur. Ülkenin zaten iktisadi sıkıntı içerisinde olduğunu dile getirip Yıldız’da hemen her gün şaşaalı ziyafetlerin verilmesinin tam anlamı ile bir savurganlık oluşturduğunu dile getirenlerden bazıları itirazlarını doğrudan ve gayet aleni bir surette ifade etse de diğer bazıları ise dolaylı bir surette ya da rüya formunda dile getirmeyi tercih etmişlerdir.
Abdülhamid, yabancı ve yerli basın tarafından cimri yahut pinti biri olduğu şeklinde suçlanmış olsa da, bilakis o oldukça merhametli ve halkını düşünen biri olmuştur. Bu noktada, Batılı bir isim olarak, François Georgeon’ın yapmış olduğu tespitler önemlidir.
Georgeon, kaleme almış olduğu Sultan Abdülhamid adlı eserinde konuya şu suretle yer vermiştir:
[Abdülhamid] Bir baba gibi tebaasıyla ilgilendiğini, özellikle de en muhtaçları koruyup kolladığını en parlak bir biçimde gösterme olanağı verir. Unvanları arasına, velinimet bi-minnet de eklenir. Ama hayırseverlik eserleri, eskiden olduğu gibi vakıflara dayanmak yerine, şimdi doğrudan Hazine-i Hassa'dan ve imparatorluk arazilerinin gelirlerinden gelmektedir. Hayırseverlik Abdülhamid’in şahsi eseri haline getirilmiştir. Bu işten yararlananlarla hayırseverliğini en geniş̧ ölçekte yaygınlaştırmaya uğrasan sultan arasında doğrudan bir bağ̆ kurulması söz konusudur…
Abdülhamid en muhtaç̧ durumdaki ailelerin çocuklarının sünnet masraflarını da üstlenir; örneğin Edirne'de beş̧ yüz çocuk Hamidiye Hastanesi'nde en iyi sıhhi koşullarda sünnet edilir. Aynı şekilde Şam’da yoksullar için bir hastane [Gureba Hastanesi] ve dar gelirli ailelerin kız çocukları için bir meslek ve sanat okulu açılır. Sultan, fakirlere bedava çorba çıkarttığı gibi, kış aylarında muhtaçlara bedava yakacak odun ve kömür dağıttırır. Sonuç̧ olarak kamusal bir yardım sistemi değil, padişahın şahsi hayırseverliği söz konusudur.
Abdülhamid 1890'larda iki büyük kurum inşa ettirmiştir: 1896'da açılan Darülaceze ve 1899'da Şişli’de inşa edilen Hamidiye Etfal Hastane-i Alisi. Bu yapıları 1902'de inşa edilecek Darülhayr-i Ali [yetimhane] tamamlayacaktır. Sultan bu kurumlar aracılığıyla sosyal yardım, hayırseverlik ve muhtaçlara yardım alanındaki tekeli eline geçirir…
Mekke'de masrafları Hazine-i Hassa'dan karşılanarak yaptırılmış̧ bir imaretin açılışı veya Hicaz'da hacıları ağırlamak üzere yaptırılan bir misafirhane inşaatıyla ilgili röportajlar, "Hamidiye" diye anılan kamusal yerlerin, Beyrut’ta Hamidiye Parkı'nın veya Trablusşam'da Hamidiye Gureba Hastanesi'nin illüstrasyonları…
Aslında sultan, Yıldız'dan dışarı adımını bile atmadan, her yerde hazır ve nazırdır, tüm ilgi ve üzeniyle her bir tebaasının mutluluğunu ve refahını kollar.