Abdülhamid ve Ben Hur (Lew Wallace)
Lew Wallace, Amerikalı bir avukat, Amerikan İç Savaşı'nda Birlik generali, New Mexico Bölgesi valisi, politikacı, diplomat ve Indiana'lı bir yazardı.
Kaleme aldığı birçok kitap varsa da en çok bilineni ve çok satanı Ben Hur: A Tale of the Christ adlı tarihi romanı oldu.
Wallace, bir asker olarak Meksika-Amerika Savaşı ve Amerikan İç Savaşı'nda görev yaptı. Indiana'nın yaver generali olarak atandı ve Onbirinci Indiana Piyade Alayı'na komuta etti. Donelson Kalesi Savaşı, Shiloh Savaşı ve Monocacy Savaşı'na katıldı. Lincoln suikastçılarının yargılanması için kurulan askeri komisyonda görev yaptı, Andersonville esir kampının konfederasyon komutanı Henry Wirz'in yargılanmasına başkanlık etti.
1865 sonlarında ABD Ordusu'ndan istifa etti. Kısa bir süre Meksika ordusunda görev aldı. ABD'ye dönüşü sonrasında, 1878-1881 yılları arası, New Mexico Bölgesi valiliği görevinde bulundu. 1881-1885 yılları arasında ise ABD’nin İstanbul elçiliği tayin olundu.
Abdülhamid-Wallace dostluğunun ilk adımı Wallace’ın Abdülhamid’i ziyareti sırasında kendisine ilginç surette uzatılan el ve sıra dışı tokalaşma ile başlamış olup hikayesi şu suretle özetlenebilir.
Wallace, Amerikan’ın yeni tayin edilen İstanbul elçisi olması hasebiyle, 1881 yılı Eylülünün ilk günlerinde Yıldız Sarayı’na, Abdülhamid’in huzuruna davet edilir.
Beraberinde, Sunset lakabıyla da anılan, Amerikan Kongresi üyesi Samuel Sullivan Cox’u ve Robert College’de tarih hocalığı yapan E. B. Grosvenor ile Dolmabahçe Sarayı’na gider, oradan da, bir grup Osmanlı askeri refakatinde, Yıldız Sarayı’na geçer ve huzura kabul için beklemeye başlar.
Grosvenor’un naklettiğine göre aradan on, on beş dakika geçmesine rağmen, Abdülhamid’e takdim edilecek hediyelerin getirilmesi kasıtlı olarak geciktirildiğinden, heyetin huzura alınması da gecikir. Bu durum üzerine Wallace, Abdülhamid’in bendeganından İbrahim Bey’e:
Lütfen yüce Sultan’a daha fazla beklemek istemediğimi söyleyiniz, ricasında bulunur.
Wallace ve beraberindekiler nihayet kısa bir süre sonra, Plevne kahramanı Osman Paşa, hariciye nazırı Asım Paşa, Osman Bey ve Münir Paşanın hazır bulundukları bir başka odaya alınır. Hemen akabinde de Sultan Abdülhamid kendilerini huzura kabul eder.
Abdülhamid, mütercimler vasıtasıyla, Wallace’ı yeni görevinden dolayı tebrik ettikten sonra ona Amerika hakkında çeşitli sorular sorar…
Ziyaretin nihayetinde Wallace:
Amerikan halkının temsilcisi olarak yüce Sultan’ın elini sıkmak istiyorum, der.
Fakat mütercimler Yıldız Sarayı’ndaki diplomatik teamüllere aykırı olan bu talebi Abdülhamid’e tercüme etmek istemezler. Abdülhamid ise, yapılan konuşmaları ve gözlemlediği şaşkınlığı dikkate alarak, neler olduğunu sorar. Bunun üzerine Wallace’ın söz konusu talebi kendisine mecburen ifade edilir. Abdülhamid, söz konusu talebi gayet tabii olarak karşılar ve Wallace yaklaşarak kendisi ile el sıkışır. Wallace’ın biyografisini yazan Irvin Mckee’nin deyimiyle; böylece altı asırlık saltanat tarihinde ilk defa bir sultan, bir gavur ile el sıkışmış olur!
Wallace, birkaç ay sonra Abdülhamid’i ziyaret ederek kaleme almış olduğu Ben Hur romanının imzalı bir nüshasını kendisine takdim eder. Takdimi memnuniyetle kabul eden Abdülhamid, okuyabilmesi için, kitabın derhal Türkçeye tercüme edilmesini ister.
Bu ilk ve oldukça enteresan görüşmelerden sonra Abdülhamid ile Wallace arasında alışılagelmiş diplomatik kabullerin ötesinde bir dostluk oluşmaya başlar. Wallace, Abdülhamid’in kendisine karşı göstermiş olduğu son derece mütevazı tavırları sayesinde, kendisi ile pek çok kere görüşme fırsatı elde eder. Birlikte yemekler yenir, sohbetler edilir, sigara ve kahveler içilir. Abdülhamid, kendisini dürüst bir adam olarak nitelediği Wallace’dan sohbetleri sırasında Amerikan iç politikasına dair bilgiler edinir.
1885 yılında ABD’de yapılan seçimlerde Demokrat Parti adayı Grover Cleveland başkan seçilince Wallace, kendisi Cumhuriyetçi olduğundan, o günkü teamüller gereği, İstanbul’daki elçilik görevinden istifa eder. Abdülhamid ise Wallace’dan öncelikle İstanbul’da elçi olarak kalmaya devam etmesini rica eder. Bu yöndeki ricası mümkün olmayınca bu defa da ondan Paris veya Londra’da Osmanlı elçisi olarak hizmetinde bulunmasını ister. Fakat Wallace, Abdülhamid’in bu tekliflerinden memnuniyet duysa da her iki ricasını de özür dileyerek kabul edemeyeceğini belirtir. Wallace’tan bir şekilde de olsa yararlanmak isteyen Abdülhamid, ondan, Amerika’ya döndükten sonra, hiç olmazsa, oradaki gelişmeleri her ay kendisine bir mektup ile bildirmesi ricasında bulunur.
ABD’deki yeni hayatında Wallace’ın Abdülhamid’e mektup yazıp yazmadığını bilemesek de Abdülhamid’in 1890 yılında Osmanlı Devleti hizmetinde bulunması için Wallace’a yeni bir teklifte bulunduğu malumdur.
Wallace, Abdülhamid’in söz konusu teklifini, belki resmi bir surette değil ama, bir başka biçimde kabul eder. 1893’te yayımlanan Hindistan’ın Prensi ya da Konstantiniyye Neden Düştü adlı tarihi romanına Osmanlı hanedanını konu edinir, Osmanlı devleti ve toplumu hakkında Amerikan kamuoyunu bilgilendirmeye çalışır.
Wallace, söz konusu kitabına ilaveten Amerika’da çeşitli yerlerde verdiği konferanslarla Abdülhamid ve idaresinden övgü ile söz eder. Osmanlı coğrafyasında Ermeni nüfusun katledildiği ve misyoner teşkilatlarına zarar verildiği yollu söylemlerin hiçbir surette doğru olmadığını katiyetle belirtir. Çeşitli yerlerde vermiş olduğu konferanslarda Abdülhamid’in zulmetmek ve öldürmek gibi eylemlerde bulunmanın aksinde son derece asil, kibar, nazik, düşünceli ve saygıdeğer bir yönetici olduğunu ısrarla vurgular.
Wallace, 25 Nisan 1900 tarihli The Wellsboro Agitator ya da The Daily Review gazetelerinde olduğu gibi, ABD’de birçok basın organında yer alan aşağıdaki ifadeleri ile Abdülhamid ve Hamidiye İdaresi’ni bütün kalbi ile müdafaaya çalışır:
Sanırım Türkiye padişahını diğer herhangi bir Amerikalıdan daha iyi tanıyorum ve onun dürüst bir adam olduğunu biliyorum ve sözünü tutmadığını hiç görmedim.
Hiçbir Hıristiyan kilisesi yoktur ki yakıldığında ya da bir misyon yıkıldığında Abdülhamid onların yeniden inşa edilmesi için ilk onay veren kişi olmasın. Bunun böyle olduğunu biliyorum.
Abdülhamid seçkin bir bilgin ve diplomattır; öyle olmasaydı, Osmanlı İmparatorluğu uzun zaman önce yok olurdu, çünkü Avrupa'daki her hükümdarın eli ona karşıdır. O, Avrupa devletlerinin birlikte hareket etmelerini engeller ve böylece tahtını korur.
Wallace’ın bu yöndeki açıklamaları hakikati ifade etmekten başka bir şey olmasa da Abdülhamid ve yönetimine karşı olumsuz algı oluşturma çabasında olanları ciddi surette rahatsız eder.
The Daily Review gazetesi örneğin, 27 Nisan 1900 günkü sayısında:
Türkiye'nin sultanı nasıl bir adamdır? diye sorduktan sonra:
Şimdiye kadar, onun yeryüzünü süsleyen en rütbeli yaşlı ahmak olduğu kabul edildi.
Görünüşe göre ya biz yanlış bilgilendirildik ya da General Lew Wallace ne yazık ki aldatıldı.
Wallace daha önce Amerika Birleşik Devletleri'nin Türkiye sefiriydi. Şimdilerde Abdülhamid hakkında anlatmak zorunda olduğu şeyler var
diye belirtir.
Ancak Lew Wallace, başta ABD matbuatı olmak üzere Batı siyasilerinin söylemleri ve Batı basının yazıp çizdikleri karşısında, söylenip yazılanların sadece yanlış olduğunu söylemekle yetinmez, bilakis Abdülhamid'in onurlu biri olduğunu da ısrarla beyan eder.
Wallace, sözleri ve beyanlarında son derece samimi bir tavır sergiler. Zira Abdülhamid’in sahip olduğu nezaket, özündeki samimiyet ve kendisine karşı izlemiş olduğu siyaset, asker, diplomat ve aynı zamanda iyi de bir yazar olan Lew Wallace’ı derinden etkilemiş ve ona dair önceden beslediği kanaatin bütünüyle değişmesini sağlamıştır.
O bu yöndeki gerçeği ve kanaatlerindeki değişimi, İstanbul’da ABD sefiri olarak görev yapmayı kabul ettiğinde Abdülhamid'e karşı bütünüyle önyargılar içinde olduğunu, ancak onu tanıdıktan sonra kendisine derin bir kişisel sevgiyle bağlanarak onun en sadık arkadaşı ve hayranı haline geldiğini Osmanlı Washington elçisi Ferruh Beye oldukça samimi ve yalın bir surette itiraf etmştir.