Şimdi, tam da, şiir okuma zamanı…
Şiir; edebî bir lisandır… Bir tarife göre, hikmet…
Şiir; bazen bir siyasettir… Algıdır, imajdır, propagandadır…
Bazen zehirli bir ok, öldürücü bir silah... Yahut zırh ve kalkan…
Şiir; hicran, hasret, umuttur bazen… Sevgidir, sevdadır, aşktır…
Yahut nefret, öfke, lanet, en galizinden küfür…
Şiir; çoğu kere dua, niyaz, yakarıştır… En hakirlerden en ulviye…
En fakirlerden en müstağniye…
Şiir; insan ve yaşamdır bütünüyle… Nihayeti ve esas itibariyle…
Şüphesiz ki şiir, Türk kültürünün en zengin unsurlarından birisidir.
Şairler, halk ozanları… Onlarca Divan, Divançeler… Ve şiir risaleleriyle...
Türk kültürü, bünyesinde barındırdığı son derece muhteşem, anlam dolu her renkten şiirle farklı bir güzelliğe ulaşmıştır o nedenle.
Türk tarihi siyasi veçhesi yanında aynı zamanda adeta bir şiir tarihidir.
O, tarih-i kadim tarzdaki şiirlere ilaveten çağdaş tarzda yazılmış şiirlerle de donanmıştır.
Şiir; doğrudan gönüllere hitap ettiği için toplumun ekseriyeti tarafından oldukça müspet bir surete karşılanmış ve ruhlarda müspet bir ma’kes bulmuştur.
Ancak Türk toplumunun bu psiko-sosyolojik ve kültürel olgusu, onun tarih-i kadiminin güzel bir değeri olması yanında, kötü bir zaafı da olmuştur.
Belki de bu değer ve zaaf dualitesinden ötürü Türk toplumda hem Asım’ın Nesli hem de Haluk’un Amentüsü bugüne değin hep var olagelmiştir.
Sultan Abdülhamid şiir yazmamıştır. Fakat şiire fazlasıyla ilgi duymuştur.
Onun şiire olan ilgisi, salt edebî bir zevk yahut sıradan bir merak olarak da şekillenmemiştir. O,
sanatın bütün şubelerini bir siyaset unsuru olarak görmüştür. Bu anlamda şiiri de, bazen bir kalkan, bazen bir silah olarak kullanmayı temel ilke olarak benimsemiştir.
Onun teşvikleri nedeniyledir ki, Osmanlı dünyasında şiirin yazılıp okunduğu en zengin devirlerden biri onun saltanatı dönemi olmuştur. Onlarca şair onun için şiirler yazmış, kendisine, idaresine ve hizmetlerine methiyeler dizmiştir. Adına yazılan şiirler Anadolu, Balkan coğrafyası yahut Arap yarımadası gibi sadece Osmanlı coğrafyası ile sınırları kalmamış; halife-i rû-yi zemîn olması hasebiyle bütün gönül coğrafyasını kapsamış, Fransa’dan, Almanya’dan ve bütünü ile Avrupa’dan ve hatta tâ Hindistan’dan onun için ve onun adına methiye, kaside, mersiye ve bir hayli şiir yazılıp gönderilmiştir.
Adına ve devrine dair kaleme alınan manzumeler (şiirler), pek tabii ki, tümüyle müspet de değildir. Olumsuzları, yergide bulunanları ve hatta küfre varacak ölçüde düzeysizleri de mevcuttur. Tevfik Fikret gibi tetikçi şairlere ilaveten Şair Eşref gibi seviyesiz hicivleri olanlar yahut Mehmed Akif gibi hakaretamiz şiirler kaleme alan muhafazakâr kalemler de söz konusu olmuştur.
Hal böyle olmakla birlikte Sultan Abdülhamid, her halükarda şahsına, hizmetlerine ve dönemine dair güzel şiirler yazılmasını istemiş ve şiir yazımını her daim özendirmeye gayret göstermiştir.
Onun izlemiş olduğu şiir siyaseti nedeniyledir ki gerek saltanatı döneminde gerekse sonrasında, adına binlerce, on binlerce güzel-çirkin, iyi-kötü, öven-söven, seven-yeren mahiyetli şiirler yazılmıştır.
Evet, şiirin siyasî kültürümüzdeki yeri oldukça kadimdir ve şiir Türk toplumunun sosyolojik ve
psikolojik bir olgusudur. Türk toplumu ile şiir adeta et ve kemik mesabesindedir.
Uzun bir değerlendirme yazısının ardından sağdan soldan, istisnasız her isimden ve kesimden şairlerin şiirlerini derleyerek oluşturduğum Sultan II. Abdülhamid Şiirleri Antolojisi I-II (Altınordu Yayınları, Ankara 2018), bir dönem Abdülhamid’e karşı duyulan muhabbet ve nefretin tezahürlerinin oluşturduğu bir çalışmadır.
Kitabı okurken bazen gülmek bazen öfkelenmek; bazen de ya donup kalmak yahut hülyalara dalmak adeta kaçınılmaz olacaktır. Fakat en önemlisi bu çalışma vesilesi ile Türk kültürünü, Türk sanatını, Türk düşüncesini, Türk felsefesini, Türk aydınını, Türk siyasetini, Türk idaresini, Türk zihniyetini… “Hamidiye Dönemi” çerçevesinde de olsa, okumak ve anlamak mümkün olacaktır.