Abdülhamid'in şarkısı
Vambery, Abdülhamid’i değerlendirirken kendi kendine;
Sultan olmak ne korkunç bir kader,
derken galiba tespitinde az da olsa haklıydı. Abdülhamid gibi Osmanlı Devleti’nin yıkılma aşamasında iktidara gelmiş bir sultanın maruz kaldığı muamele hakikaten son derece menfi olduğu kadar aynı zamanda ibret vericiydi.
Şehzadelik yıllarındaki halet-i ruhiyesi içli çocuk, içe kapanık, asosyal biçimde tasvir edilen Abdülhamid’in padişahlık yıllarındaki hali ise tek kelime ile kan dökücü, gaddar ve zalim suretine tahvil edilmişti. Onun İçli Çocuk şeklindeki genç portresi, bir anlamda tabii olarak ulaşması gereken yere ulaştırılmış ve nihayet Kızıl Sultan’a kadar götürülmüştü.
Abdülhamid’in saltanatı döneminde nefsani hevesler, siyasi emeller ve müstakbel beklentiler sebebiyle kendisine karşı başlatılmış olan yerme, yıpratma ve nihayet tahtını yıkma gayretleri çerçevesinde gerek Harem gerekse kendi şahsı, akla zarar denilebilecek derece ve kabilden, masa başı senaryolara, anlatım ve asparagas haberlere konu kılınmıştı.
Geçen asırda yabancı basının Abdülhamid aleyhtarlığında başvurduğu yollar olarak yalan haber neşri, var olan bir haberin çarpıtılarak verilmesi yahut habere başka bir anlam kazandırılarak sunulması; kendileri ile alakası olmayan isim ve gelişmelerin Abdülhamid, Yıldız Sarayı ve Harem ile ilgiliymiş gibi gösterilebilmişti. Batı basını ve matbuatı Abdülhamid'e yağmur gibi hakaretler ve sövgü yağdırmaktan hiçbir zaman geri durmamıştı.
The Sun gazetesi vefatı sonrasında dahi Abdülhamid’den bahsederken bir dizi olumsuz nitelemeleri ifade etmesinin ötesinde daha ilginç bir hususu da dile getirmiş ve Batı’da Abdülhamid adının çocukları korkutmak için zikredildiği bilgisine yer vermişti.
Abdülhamid ismi Avrupa siyasileri ve kamuoyu nezdinde türlü türlü saldırıların hedef noktası olmuştu. İktidarının mutlak hedef haline getirilmesi ve olup iten her kötülükten onun sorumlu tutulması yolundaki propaganda aralıksız sürüp girmişti.
Abdülhamid, dönemi ve idaresinin kötülenmesi ve nihayeti itibarıyla ötekileştirilmiş bir Doğu varlığının zihinlere işlenmesi çabası her zaman masa başında hazırlanmış haber yoluyla gerçekleştirmeye çalışmakla sınırlı kalınmamış, bilakis kendisi ve idaresi aleyhinde menfi surette algı oluşturma politikasına şiirin dili de alet edilmişti.
Geçen asırda yabancı basında Türkiye aleyhinde ve onu karalayıcı mahiyette mizahi şiirlerin yer almış olmasının pek tabii ki başlangıcı Abdülhamid ve idaresi ile kısıtlı değildi. Çok daha önceki zamanlardan beri böyle bir eğilim az da olsa söz konusuydu. Ancak bu eğilimin benimsenip adeta kurumsallaştırılması ve algı oluşturmada politik bir yol olarak kullanılması Abdülhamid döneminde oldukça hızlı bir ivme kazanmıştı.
Bu anlamda yazılan şiirler uzun olabildiği gibi kısa da olabilmiş, aslı ve esası olmayan sıfat ve isimlendirmeler şiirin muhtevası kılınmıştı.
Gazete sayfalarında yer verilen bu anlamdaki bir şiir bazen belli sayıdaki gazete tarafından aynı ay ve hatta aynı gün içerisinde okuyucularına arz edilmiş, bazen de belli aralıklarla neşri politikası izlenmişti. Dolayısıyla da Abdülhamid isminin zihinlerde kötü bir surette kökleşmesi hedefi gözetlenmişti.
ABD’de Texas, Galveston’da çıkan Galveston Daily News gazetesi sayfalarında yer verdiği bir şiirde Abdülhamid’i, manevi değerlerine ilaveten, Harem’i, hanımları, hanımlarının giyim tarzı itibarıyla istihza konusu edinmişti. Batı’nın dilinden düşürmediği Harem konusu şiirsel bir dille betimlenip hikâye edilmiş, kadınlar ile olan ilişkisine temas edilerek Abdülhamid’in eğlence hayatı sürdüğü imajı öne çıkarılmaya çalışılmıştı.
Newark Daily Advocate gazetesi ise 1896 Aralık ayı başında muhtevası itibarıyla Ermeni isyanlarına destek çıkan Avrupa Barışı adındaki şiire sayfalarında yer vermişti.
Şiir, Abdülhamid’in Ermenileri vahşi yöntemlerle öldürmekte olduğunu, sağladığı barışın ise Kızıl Barış’tan ibaret bulunduğunu ifade etmiş ve Wilhelm Almanya’sını İstanbul ile olan dostluğundan ötürü yermişti. Dolayısıyla da Abdülhamid’in zalimliği şiirsel bir dille kitlelere anlatılarak zihinlerde kendisine dair menfi bir algı oluşturtulma amacı güdülmüştü.
İktidarı döneminde muhakkak ki Ermeni isyanları Abdülhamid idaresini dâhilde fazlası ile meşgul etmiş ve bir dizi olumsuzluklara sebebiyet vermişti. Yabancı basının onlarca, yüzlerce sayısında kendisine yer bulan bu konu Batılı siyasilerin de söylev ve demeçlerinin de muhtevasını oluşturmuş, Abdülhamid ve idaresi en ağır şekildeki suçlama ve aşağılanmalara konu kılınmıştı. Ermeni isyanlarına onun rıza göstermeyişi ve Ermeni ulusçuluğu yolundaki hareketleri önlemeye çalışmış olması nihayeti itibarıyla adının ve namının şiirler ile de yerilip değersizleştirilmesine sebebiyet vermişti. The St. Johnsbury Caledonian gazetesinin 31 Temmuz 1896 tarihli sayısında neşrettiği bir şiir söz edilen türden bir içeriğe sahipti. Esasen geçen asırda Batı basınında aynı muhteva ile neşredilmiş daha başka şiirler bulmak da gayet tabiiydi.
Diğer taraftan hal’ kararının tebliğ anına dair neşriyat biçimi Abdülhamid’in rencide edilmesi yolunda yabancı basının fazlası ile istismar ettiği bir konu olmuştu.
Hal’ kararından ziyade hal’ kararının Abdülhamid tarafından nasıl karşılandığı pek tabii olarak birçok kesimin merakını mucip olmuştu. Abdülhamid’i insanların gözünde ve gönlünde küçük düşürmek isteyenler basın unsurları, hal’ kararının tebliği edildiği sırada, onun hakiki tavrını anlatmak yerine, hayali söz ve davranışların varlığına sayfalarında fazlası ile yer vermişti. Birçok basın organı, aslı ve esası olmayan tasvirleri dillendirmişken bazı gazeteler ise söz konusu sahneyi şiirsel bir üslubun konusu haline getirmişlerdi. Bu anlamda The Blackfoot Optimist gazetesi, tahttan indirilmesinden çok sonraki bir tarihte, 30 Mart 1911’de, Abdülhamid’e hal’ kararının nasıl sunulduğunu ve sunulan kararı nasıl anlaması gerektiği konusunu şiirsel bir dille sayfalarına taşımış ve Abdülhamid’i aciz biri olarak göstermeye çalışmıştı.
Kanadalı-Amerikalı ünlü bir mizahçı ve şair olan Walt Mason (1862 - 1939) yazdığı mizahi yazılarıyla ilgi çekmiş ve büyük bir okur kitlesi kazanmış biriydi.
Walt Mason da Abdülhamid aleyhtarlığının bir parçası haline gelmiş ve dönemin Abdülhamid’i tavsif vasıtası olarak Kahrolası Abdül başlıklı bir şiir kaleme almıştı. Abdülhamid’i mezarı başında durup düşleyen Walt Mason, onu günah işlemekten utanmayan, ayıbında yuvarlanan ve damlayan kılıcı… gölgesinde faal olduğundan, mizahi bir üslupla söz etmişti.
1903 yılı Eylülü sonlarında Bismack Daily Tribune gazetesinde Kibar Abdül Hamid adı ile yayınlanmış olan şiirde ise bir taraftan Abdülhamid’in nezaketine vurgu yapılmışken diğer taraftan ise aynı nezaket üzerinden yergide bulunulmuş, her ne kadar nezaket sahibi olsa da esasen onun söz konusu nezaketinin gerisinde zalim bir ruhun ve gaddar bir vicdanın yer aldığı ifade edilmeye çalışılmıştı.
Abdülhamid hakikaten son derece nazik ve nezaket sahibiydi ve kendisi ile görüşmede bulunan her insan onun nezaketi tesirinde kalmaktan kendisini alamamıştı. Kendisi ile görüşme fırsatı bulmuş birçok kimse bu durumu ifade etmiştir.
Söz konusu şiirde bir taraftan bu nezakete atıfta bulunulmuşken diğer taraftan da onun işaret edilen nezaket içerisinde insanları katlettiği dile getirilmeye çalışılıp aleyhinde olumsuz bir algı inşasına gayret edilmişti.
İskoç bir şair olan John Davidson yazdığı baladlar (hikâyeli şiir) ile meşhur olmuştu. O, şairliğinin yanı sıra roman ve oyun da kaleme almıştı. Fransızca ve Almancadan çevirileri vardı. Ancak sonraki zamanlarda ciddi fiziksel ve zihinsel sağlık sorunlarına maruz kalmış, mevcut sıkıntılarına maddi zorluklar da ilave olununca intihar ederek hayatına son vermişti.
Davidson, kaleme almış olduğu Abdül Hamid’in Şarkısı adlı şiirinde Abdülhamid’i acımasız, kan döken, fanatik, kadın düşkünü ve hasta adam türünden nitelemeleriyle topluma lanse etmişti.
Davidson’ın söz konusu şiirinin Türkçeleştirilmiş hali şöyledir:
Abdül Hamid’in Şarkısı
Camiine ayak bastığımda
Kılıcımın iç çektiğini duydum.
“Tanrı dışında Tanrı yoktur;
Ona inanın ya da ölün!
“Ulu Abdül! Mecbursun
Peygamberin yolunu takip et!
Kalk! Şehvet arzunu teskin et
Tanrı’nın intikam dolu gazabından!”
İslâm! Korkunç bir çağırı!
Çok, çok geciktim.
“Sırtım duvarda:
Bakın, efendim; Ben bekliyorum!
“Kartallar üşüşmüş,” diye haykırdım,
“Ölmemi bekliyorlar:
Tahtımla alay ediyor devletler;
Oysa ben hasta adamım!”
Yine de birliklerim orada sıralandı,
Elimde bir silah;
Ve hala kılıcım şıkırdamada,
“Git ve vatanı temizle!”
Sonunda Muhammed’in kılıcı,
Cennetin ve Cehennemin anahtarı,
Resmettim; sözlerimde
Yüz bin ölü,
Lanetlendiler: hayatlarında
Yeryüzünün iğrenç bozguncuları;
Şimdi onlarınki bizimdir ve onlar,
Şeytanın ocağı için yakıt.
Gazeteciler tersini deseler de
Onlar en kötü durumda idiler;
Bakanlar suçlansa da;
Şairler şarkı söyleyip lanetlese de;
Her kilisede papazlar
Doğruyu koruması için Allah’a dua etse de,
Tanrı onları yardımsız bıraktı:
Kavga etmekten korkuyorlardı!
Sözler, söyledikleri sözler;
Biz bedeline kayıtsız kalırken,
Tanrı’nın ulu emrini yerine getirdi
Yitikleri katlederken.
Devletler aşağıda küfrettiler;
Yukarıda cennet gülümser zevkle;
Oo! Avrupa dişlerini gıcırdattı;
Ve Yunanistan ısırmaya başladı.
Çukura düştüler
Bize korku vermek için kazdılar;
Isıran çok geçmeden lokma oldu;
Yağmacılar da avımız!
Hasta Adam? Hayır; Güçlü!
Prestij yine bizlerin!
Tanrı bize yeni bir şarkı verir
Yağmur sonrası parlayan güneş gibi.
Bir gölgeyi sıkıca tutarak, işte,
Köpek kemiklerini kaybetti.
Hıristiyan Köpeği! Yine de!
Allah tektir, birdir!