"Abdülhamit çöküş, Mustafa Kemal kuruluş, Erdoğan yükseliş döneminin lideridir"
Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Albayrak Yayın Holding İcra Kurulu üyesi İbrahim Karagül SuperHaber'den Hülya Okur'a konuştu. Karagül, Türkiye'nin çevresinde yaşanan sorunlardan ticaret savaşlarına, içeride yaşanan ekonomik ve siyasi gelişmelerden, FETÖ ve PKK ile mücadeleye kadar önemli başlıklara ilişkin çok önemli saptamalarda bulundu. Bunlardan biri de AK Parti'yi yıkmak için hazırlandığını belirttiği "Muhafazakar Muhalefet-Muhafazakar Müdahale" oldu...
SuperHaber röportaj editörü Hülya Okur, dış ve iç politikaya ilişkin çarpıcı tespitlerde bulunan Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Albayrak Yayın Holding İcra Kurulu üyesi İbrahim Karagül'ün önemli bir uyarısı var AK Parti'ye.
Son zamanlarda “Muhafazakar Muhalefet” ve “Muhafazakar Müdahale” diye iki kavram kullandığını belirten Karagül, "Bununla bir şeyleri ima ediyorum, açıkça yazamıyorum. Ben FETÖ yerine bazı şeylerin ikame edildiğini düşünüyorum. Bunların da muhafazakar olduğunu düşünüyorum ve öyle bir endişem var. O süreci de takip ediyorum, çok açmıyorum." ifadesini kullandı
Türkiye'de muhafazakar ve milli bir iktidar var. Bu iktidarı değiştirmenin tek yolunun da muhafazakar bir muhalefet, müdahale grubu organize etmekten geçtiğinin altını çizen İbrahim Karagül, "Başka türlü CHP’lilerle deviremezsin zaten. AK Parti'ye yakın, AK Parti benzeri bir siyasal kimlikten yapılar inşa etmek zorundadırlar ki, Ak Parti'yi köşeye sıkıştırsınlar. Muhafazakar muhalefet ve muhafazakar müdahale kavramlarını bence kimse unutmasın, çok tartışacağız." dedi.
Türkiye'nin 1. Dünya Savaşı defterini 2023'te kapatacağını söyleyen Karagül, bu tarihten sonra Türkiye'nin 3. büyük yükselişi yaşayacağını kaydediyor. Karagül'e göre ABD, Avrupa ve İsrail'in bugün verdiği savaş, "Türkiye olduğu yerde kalsın, daha yükselmesin" diye yapılıyor. Karagül, "Türkiye yükseldiğinde coğrafyanın güç haritası değişecek. Son yüzyıl bu coğrafyada yapılmış bütün hesaplar alt üst olacak, bunu biliyorlar" diyor.
"11 Eylül’den sonra yürütülen savaşın tamamı teknik anlamda, haçlı seferleridir. Her ülkeye bir Haçlı Seferi düzenliyorlar. Bize 15 Temmuz’da yapılan bir haçlı saldırısıdır." diyen İbrahim Karagül'e göre Türkiye bile onlarla birlikte Müslümanlara karşı savaştı. Karagül sözlerini "Bir süre sonra baktık ki, biz kendimizle mücadele ediyoruz. Müslüman olduğumuzu fark ettik ve biz o mücadelelerden çekildik." diye sürdürdü.
Orta Doğu'da ve İslam coğrafyasında yaşananlar için değerlendirmelerde bulunan İbrahim Karagül, "Orta Çağ Haçlı düşüncesi ile bugünkü neoconların, evanjelistlerin düşünce tarzı arasında hiç bir fark yok. “Ne kadar Müslüman öldürürsek o kadar sevaba gireceğiz iyi bir hıristiyan olacağız” diyor adam. Bu haçlı düşünce tarzı giderek Amerikan yönetiminde etkili oluyor. Trump’ın hiç bir inancı olduğunu zannetmiyorum ama bunu kullanıyorlar, Trump’ı kullananlar evanjelistleri de kullanıyor. Bu dini hedef olarak yapılıyor. Bu savaşın nihai amacı İslam'ın kalbini (Mekke ve Medine) yok etmektir. Bunlar İslam'a karşı savaşıyorlar. İslamı tarih dışına etme mücadelesi veriyorlar. Bana göre tuzağı Suudi Arabistan'a kurdular. Suudi Arabistan'ı parçalayacaklar, Suudiler bunu anlamıyorlar. Muhammed Bin Selman’ın toyluğunu, kafasızlığını kullanıyorlar." ifadelerini kullandı.
Orta Doğu'da gelişen Birleşik Arap Emirlikleri tehlikesine de dikkat çeken Karagül, "Türkiye'ye karşı sadece PKK'ya değil bütün terör örgütlerine para ve silah veriyor. Bu devletin durdurulması lazım. Muhammed Bin Zaid’in durdurulması, elinin kolunun bağlanması lazım, Türkiye'ye karşı korkunç suçlar işliyor." dedi.
Türkiye'nin yakın tarihindeki olayları hatırlatan Karagül, "Gezi olayları, içerideki dönüşümü durdurmaya yönelik bir şeydi. 17/25 Aralık, 15 Temmuz, terör olayları, PKK, hendek olayları Türkiye’nin iç dönüşümünü tamamlamaya yönelikti. FETÖ’yü kullandılar, CHP’yi kullandılar, şimdi İYİ Partiyi kullandılar. Onların kullandıkları unsurlar Türkiye'nin sistemik dönüşümü hızlandıkça daha da zayıfladı." ifadesini kullandı.
"Türkiye'nin kendi ekseni vardır" diyen Karagül'e göre, Türkiye kendi ekseninin dışında hiçbir güçle tek yanlı bağımlılık ilişkilerine giremez ve giremeyecektir.
Deneyimli gazeteci, rahip Brunson meselesi, ekonomik saldırılar ve doların artması ile ilgili ise "Türkiye ile ABD arasındaki daha esaslı kavganın uzantıları sadece." ifadesi kullanan Karagül, "Rahibi bıraksan başka bir gerekçe ileri sürecekler. Rahibi konuşa konuşa Fethullah Gülen'i ve FETÖ'cüleri unutturdular bize. Asıl Türkiye'ye karşı savaş açmış, cinayet işlemiş, millete katliam yapmış, bu ülkenin meclisini bombalamış Adamlar Amerika'da koruma altında Bizim öfkemiz Amerika'ya çok daha fazla büyük. Rahip kim ki? Bize karşı suç işleyen, vatana ihanet kaç tane rahip var orada?" dedi...
15 Temmuz gecesini Amerikan istihbaratının İncirlik'ten ve Amerikan üslerinden yönettiğini belirten İbrahim Karagül, "Amerika 15 Temmuz'da Türkiye’ye açıkça savaş ilan etmiştir ve uygulamıştır. Cumhuriyet tarihinden bu yana böyle bir saldırıya maruz kalmadık. Türkiye'ye karşı çok uluslu bir saldırı yenilgiye uğratıldı." diye konuştu. Karagül, "Yenileri gelecek bunu bilelim." uyarısında da bulundu.
Amerika için "şu anda dünyanın en yalnız ve en güvenilmez ülkesidir." diyen Karagül, "İnsanlık tarihi bilgelik ile doludur. Roma İmparatorluğu'nu bile bu bilgelik yıkmıştır. Amerikan İmparatorluğu'nu da yıkar, Sovyet İmparatorluğu'nu yıktığı gibi. İnsanlık bilgeliğini küçümsemesinler, dünya Amerika'yı sınırlar. Bir gün dünya Amerika'ya ambargo uygulamaya başlar." sözleri ile ABD için sonun başlangıcının geldiğini ifade etti.
"ABD dolar ve elindeki diğer ekonomik enstrümanları istediği her ülkeye karşı şantaja dönüştürdü" diyen Karagül, dünyanın ister istemez ortak kur geliştirmek zorunda olduğunu söyleyerek, "Bunu oluşturmak zorunda. Yoksa hepsi imha olur." tespitinde bulundu.
Son zamanlarda dillendirilen, "Türkiye IMF'ye gitmeli" önermeleri içinse Karagül itiraz ediyor; "Türkiye'nin IMF’in dışında bir ekonomi izlemesi lazım. IMF ile tekrar anlaşalım tayziklerine kulak asmaması gerekiyor. Bunun sonu gelmez."
Türkiye'nin önündeki zorlu süreçlerden biri de kuşkusuz İdlib'de yükselen tansiyon. Karagül'e göre sorun Tahran'da 7 Eylül'de yapılacak zirveye kadar çözülmüş olacak. Karagül sorunun çözülmemesi halinde ise İdlib'de büyük bir katliam olmasından korkuyor. Bunun sonucunda da Türkiye'ye doğru büyük bir mülteci göçü yaşanacak olmasından endişe ediyor.
Yeni Şafak'ın geçtiğimiz günlerde gündeme getirdiği KKTC'ye deniz ve hava üssü konusunun önemine dikkat çeken İbrahim Karagül, "Doğu Akdeniz dünyanın en hassas bölgelerinden bir tanesi. Bütün dünyanın donanması orada. Savaş aslında Suriye savaşı değil, Doğu Akdeniz savaşı. Doğu Akdeniz, Basra Körfezi'nden çok daha kritik bir öneme geldi. Enerji kaynakları bulundu, doğalgaz kaynakları bulundu, ama doğalgaz olmasa bile askeri strateji, güvenlik anlamında en kritik bölgelerden bir tanesi. Biz Doğu Akdeniz'in merkez ülkesiyiz. Bizim burada askeri zaaflarımızın olması çok büyük bir handikap, basiretsizlik oluşturuyor. İngiltere oraya üs kuruyor, Rusya üs kuruyor, orada deniz üssümüz yokmuş neden yok. Daha fazla hava üsleri, füze sistemleri kurmamız lazım." diyer ve ekliyor; "S400’lerden bir kısmını oralara yerleştirmemiz lazım."
Cumhurbaşkanı Erdoğan için "tarihsel açıdan bir devrimci, dönüştürücü bir lider" ifadesini kullanan İbrahim Karagül, bu görüşünü "Erdoğan’ın Abdülhamit ile de, Atatürk ile de benzerliğini görüyorum. Abdülhamit ile çok benzerlik kuruluyor ama Abdülhamit çöküş döneminin lideriydi. Mustafa Kemal kuruluş döneminin lideri Erdoğan yükseliş döneminin lideridir." sözleri ile açıyor.
Karagül, bir pencere de CHP ile ilgili açıyor. CHP'nin HDP ve PKK ile aynı eksende birleştiğini söyleyen İbrahim Karagül, "CHP bir kitle partisi olmaktan çıktı. Türkiye'nin kurucu Partisi olmaktan, Türkiye'nin tamamını kucaklayan bir parti olmaktan çıktı, bir cephe partisine dönüştü. Bu proje Kılıçdaroğlu ile beraber uygulamaya konuldu ve o mesele tamamlandı. CHP’de marjinal bir kimlik partisi olarak kaldı. Sittinsene bir ömür boyu iktidar olamayacak bir partidir ve muhtemelen de ileride daha ufak parçalara ayrılabilir. " dedi.
“21.YÜZYILDA BİR SİYASİ TARİHİMİZ YOK”
“21.YÜZYIL: ELİMİZDE KALANI KORUYABİLME YÜZYILIDIR”
“300 YILI KAYBETTİK”
21. yüzyıl yazılarınızın neredeyse çatısını oluşturuyor. 21. yüzyılın ilk çeyreğinde en büyük değişikliklerin, bunalımların ve kargaşanın yine Müslümanların bulunduğu topraklarda yaşanacağını ön görüyorsunuz. İslamın cihatını, zaferini görmek için kıyamet gününü mü bekleyeceğiz sizce?
Biz 300 yıl'ı kaybettik. Gerileyerek, coğrafyadaki güç haritasında zemin kaybederek geçirdik. Nihai dip noktası, Osmanlı siyasal otoritesinin dağıtılmasıydı. Osmanlı'nın çöküş dönemi, 1. Dünya Savaşı sonrası hatırlayalım, Atlas Okyanusu’ndan Pasifik kıyılarına, sadece Osmanlı haritası değil de, Osmanlı haritası dışında kalan Müslümanlar için de tarih bitmişti aslında. Umut bitmişti ve bir tükeniş yaşandı. Bu coğrafyada sadece Anadolu'da bir direniş gerçekleşti ve biz Anadolu'yu koruyabildik. Ortadoğu'dan, kafkaslardan gelenler buraya sığındılar ve biz bu kaleyi koruyabildik. Bizim için 20.yüzyıl elimizde kalanı koruma yüzyılıdır. O yüzden bizim 20.yüzyıl’da siyasi bir tarihimiz yok. Dondurulmuş bir siyasi tarihimiz vardır. Bizim için en büyük mucize, elimizde kalanı koruyabilmekti ve biz onu koruduk. 20.Yüzyıl bitti, biz yeniden tarihe dönmeye başladık. Artık bundan sonra bir yükseliş dönemi olacak.
“BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI 2023’TE BİTECEK”
“AMERİKA’NIN SAVAŞI TÜRKİYE DÜŞMANLIĞI DEĞİL”
Bu topraklarda üç tarihi dönüşümüz vardır; Malazgirt Zaferi, Viyana’ya kadar devam etti, o tarih Avrupa haritasını değiştirdi. O tarihi yürüyüşten sonra Avrupalılar Avrupa'yı kaybedeceklerini anlayınca, dünyanın başka yerlerinde keşifler başladı. Bu coğrafyada 3 büyük şok yaşadık, birincisi Haçlı Savaşlarıdır, Haçlı savaşlarına direnen Anadolu'dur. Haçlı Savaşları'ndan sonra biz çok büyük bir yükseliş dönemi başlattık. İkincisi, Moğol istilasını yaşadık. Anadolu şehirleri yakılıp yıkıldı, ondan sonra yeni bir yükseliş dönemi başlattık. 3. büyük şok Birinci Dünya savaşıdır, her şeyimizi kaybettik. Birinci Dünya Savaşı'nın kapılarını daha yeni kapatıyoruz. Bizim için Birinci Dünya Savaşı 2023'te bitmiş olacak. Daha Birinci Dünya Savaşı bitmedi ve biz o tarihten itibaren 3. büyük yükselişe başlayacağız. Şu anda Türkiye'nin verdiği mücadele bu mücadeledir. Bir de tarihe dönme, yeni bir yükseliş dönemini başlatma mücadelesidir. Biz gazeteciler, yazarlar, siyasetçiler, iş adamları, kanaat önderleri bu yeni yükseliş döneminin ekonomik, siyasi, psikolojik, kültürel alt yapısını doldurmakla mükellefiz. Hep siyasete bırakmayacağız. Cumhurbaşkanı yürüyor, arkasından kadrolar, millet yürüyor ama sadece siyasetin yürüyüşüyle olmaz.
“SALDIRILARIN SEBEBİ, TÜRKİYE’Yİ DURDURMAK”
“TÜRKİYE’Yİ YENİDEN ANADOLU’YA HAPSEDECEKLER”
Belki yüzyıllarca sürecek bir yürüyüş bu. Tarih bir kere döndüğü zaman 40-50 yıldan önce bir daha dönmez. Bizimle büyük hesaplaşma yaşayan Amerika, Avrupa, İsrail’in verdikleri savaş, Türkiye düşmanlığı değil. Şu anki saldırılarının( 15 Temmuz, PKK, terör ile) sebebi; Türkiye’yi durdurmaktır. Türkiye olduğu yerde kalsın, daha yükselmesin, çünkü yükseldiği zaman coğrafyanın güç haritası değişecek. Son yüzyıl bu coğrafyada yapılmış bütün hesaplar alt üst olacak bunu biliyorlar. Türkiye'yi durdurmak için ne yapacaklar; Erdoğan'ı devirecekler, Erdoğan'ı destekleyen kadroları devirecekler, milleti karamsarlığa düşürecekler, kimlik çatışmaları ile iç çatışma alanlarını depreştirecekler ve Türkiye’yi yeniden Anadolu’ya hapsedecekler. Şu an biz Anadolu'dan dışarıya taşıyoruz, onlar bizi tekrar Anadolu'ya sıkıştırmaya çalışıyorlar hatta Anadolu'yu daha da küçülterek, bölerek sıkıştırmaya çalışıyorlar. 100 yıl bize tarih dışına ettiklerini düşündüler, yeniden sıkıştırıp tarih dışına itmeye çalışıyorlar. Biz de karşı mücadele veriyoruz. Herkesin bu büyük davaya hazırlanması lazım.
“ANADOLU’DA KÜÇÜK BİR DEVLET OLARAK KALABİLİRDİK”
Hesaplaşma Yüzyılı kitabınızda Ortadoğu'da yaşanan süreçleri analiz ediyorsunuz. Erdoğan'ın meydan okumalarıyla ve yeni yüzyıl cesareti ile bu hesaplaşmada tek başına yetmeyeceğine değiniyorsunuz. Malazgirt yazısını 2.defa paylaştınız. Belli ki Bizans ve Roma'yla hala karşı karşıya olduğumuzu unutalım istemiyorsunuz.
Biz tarihte zor mücadeleler yaptık, hiç kolay olmadı bizim için, hiç kolaya kaçmadık, hiç sadece kendimizi düşünmedik, etrafımızdaki milletlerle coğrafyayla hep birlikte düşündük. Biz Anadolu'da küçük bir devlet olarak kalabilirdik, İsviçre gibi bir devlet olarak çok rahat yaşayabilirdik. Ama bizim tarihsel, siyasi genetiğimiz böyle değil.
Yani biz hiç bir şey yapmasak da o yükseliş devam eder miydi?
Devam eder çünkü o bir ihtiyaçtır, o coğrafyanın da bir ihtiyacıdır. Tarihleri yapan milletlerin kaderleri budur. O yükleri omuzlamak zorundadır. Biz bu mücadeleyi istesek de istemesek de vereceğiz, yapacak bir şeyimiz yok.
“BATI, İSLAMA KARŞI İSLAMI SAVAŞTIRDI”
“GELECEK YÜZYILLARIN MÜCADELESİNİ DE VERİYORUZ”
“TÜRKİYE, MÜSLÜMAN ÜLKELERE OPERASYON YAPTI”
Belki de ikinci büyük rahatsızlığınız Müslümanların terörist gösterilmesiyle ilgili algı. Fakat siz bunu da rafine biçimde hazırlanmış hem Müslümanlar hem de dünya kamuoyunda tahripkar bir düşmanlığın temellerini atmış olan entelektüel terörizme bağlıyorsunuz. Bu algının sıfırlanması mümkün mü?
Soğuk Savaş, Sovyet komünizmi devirme savaşıydı ve batı bunu kazandı. Kazandıktan sonra batının dünyada siyasal üstünlüğüne karşı direnecek hiçbir kültür, medeniyet kalmadı . Sadece Müslüman dünyadan itirazlar yükseliyordu. Ve batı, soğuk savaştan hemen sonra 1990’larda İslam’ı hedef seçti. Çünkü buradan ciddi bir muhalefet dalgasının geldiğini gördü. Müslümanlar; Atlas okyanusundan alın, pasifik okyanusuna kadar yeryüzünün ana ekseninde yaşarlar. Bütün dünyanın kara,deniz ticaret yolları, petrol kaynakları, enerji koridorları, kaynaklar, madenler hepsi bu bölgededir. Dinler, medeniyetlerin çıkış noktası, insanlığın ana vatanı bu bölgededir. Bu kuşak üzerinden batıya meydan okumak demek, Batının küresel hâkimiyetini sarsacak bir çıkış demektir. Biz bunu geç fark ettik ama onlar çok önceden fark etti, soğuk savaş biter bitmez İslam dünyasına yönelik büyük bir hücuma geçtiler. Tıpkı osmanlı'yı dağıtmak istemeleri gibi dağıtmak istediler ama coğrafya çok büyük bir direnç gösterdi. Bunların argümanları: “İslam batı medeniyeti için bir tehdittir” onun için İslam'ı terörleştirmek imajı ve algısı üretmek. Daha 11 Eylül olmadan dünyanın birçok bölgesine anti terör merkezi kurdular. Onlar dünyaya terörle mücadele diyorlar ama aslında İslamla mücadele merkezleridir bunlar. Türkiye bile ortak da bu tip şeylere. Türkiye bile Amerika, İngiltere, İsrail ile Müslüman ülkelerde, cemaatlere karşı operasyonlar yapıyordu. Onlar ‘mit’ ürettiler. Bu mit, İslam ve terör algısıydı ve bunu dünyaya yaydılar. Küresel anlamda olağanüstü hal ve yeni bir düşman ilan ettiler. Bir süre sonra baktık ki, biz kendimizle mücadele ediyoruz. Müslüman olduğumuzu fark ettik ve biz o mücadelelerden çekildik. Batı bu mücadeleyi çok büyük bir jeopolitik mücadele olarak yürütüyor, terör merör hikaye. Batının terör dediği, DEAŞ tarzı yapılar. DEAŞ tarzı yapıları kendileri ürettiler zaten. Batı, İslam'a karşı İslam'ı savaştırdılar. Çok akıllıca işler yaptılar. Ve Müslüman dünyada ‘İslamcı terör örgütleri’ kavramını yerleştirdiler. Bu zihinlerimizi formatlama, esir alma projesiydi ve başardılar. Biz bunlara yeni yeni uyanıyoruz. Hesaplaşma yüzyılı diyorum ben, hesaplaşma yüzyılı mücadele yüzyılıdır. Ve batı bu kuşağı yeniden hakimiyeti altına almadan dünyayı yeniden yönetme şansları yok. Irak işgali, 11 Eylül, Afganistan işgali, Suriye savaşı, Yemen, Somali, Sudan vs bölgemizde yaşanan bütün çatışmaların kaynağı bu coğrafyayı sindirmeye çalışmaları, birçok ülkeyi sindirdiler, bir tek Türkiye’yi sindiremediler, Türkiye bu oyunu gördü. Tıpkı Anadolu'da bir her biz her yükseldiğimizde bütün coğrafyayı yükselttiğimiz gibi, yeniden kader bizim omuzlarımıza yüklendi. Biz yeniden tarih sahnesine çıktık ve bütün coğrafyayı kurtarmaya çalışıyoruz. Türkiye önce kendisini yerlileştirdi, kendini millileştirdi, kendini vesayetten kurtardı, kurtarmaya da çalışıyor hala, ve bunu yaparken de etrafını da kurtarmaya çalışıyor. Bu yüzyılların mücadelesidir. 600 700 yıllık bir Osmanlı'nın da, Selçuklunun da, Endülüs’ün ve gelecek yüzyılların da mücadelesini veriyoruz.
“11 EYLÜL’DEN SONRAKİ SAVAŞ, HAÇLI SAVAŞIDIR”
“15 TEMMUZ BİR HAÇLI SALDIRISIDIR”
Son yazınızda ABD’nin dünya ile başlattığı ekonomik savaşın aslında bir haçlı savaşı olduğunu, bunu yaparken de dini ve mezhepleri kullandıklarını söylüyorsunuz. Biz de aynı güçle, aynı silahla mı mukavemet etmeliyiz, mezheplerimize daha mı çok sarılmalıyız?
Biz dini ve mezhep meselesini savaş unsuru olarak görmüyoruz. Mezhep bir vakadır. Biz müslümanız, İslam dinine mensubuz, bir sürü mezheplerimiz var, ama bu mezhepler bizim için çatışma alanı değildir, batı bunları içimizde kullanmak istedi ve hala da kullanıyor (Irak ve Suriye savaşında gördük) Osmanlı'dan sonra bize, şu anki coğrafyaya yöneltilen savaş, Haçlı Savaşlarının aynısı. Sadece biz öyle bir dil kullanmıyoruz. Haçlı savaşlarında Kudüs'ü almaya geliyorlardı ama coğrafyayı işgal ediyorlardı. Tek hedefleri Kudüs’ü almak değildi. Geldiler, Antakya krallığı vs krallıkları kurduklar. Şu anda da aynısını yapıyorlar, Suriye'nin kuzeyinde garnizonlar kuruyorlar, daha sonra bu askeri bölgeleri daha küçük şehir devletlerine dönüştürecekler. 11 Eylül’den sonra yürütülen savaşın tamamı teknik anlamda, haçlı seferleridir. Her ülkeye bir Haçlı Seferi düzenliyorlar. Bize 15 Temmuz’da yapılan bir haçlı saldırısıdır. Tarih bunu böyle yazacak, şu anda erken belki ama haçlı saldırısı yaptılar, Ebu Gureyp’te işkence edenler, dini ibadet aşkıyla işkence ediyorlardı. Orada savaş kazandıklarını düşünüyorlardı, bunlar ‘kıyamet savaşçısı’.
“TRUMP’I KULLANANLAR, EVANJELİSTLERİ DE KULLANIYOR”
“EVANJELİSTLERİ SATIYORLAR”
Orta Çağ Haçlı düşüncesi ile bugünkü neoconların, evanjelistlerin düşünce tarzı arasında hiç bir fark yok. “Ne kadar Müslüman öldürürsek o kadar sevaba gireceğiz iyi bir hıristiyan olacağız” diyor adam. Bu haçlı düşünce tarzı giderek Amerikan yönetiminde etkili oluyor. Trump evanjelistlerle toplantı yapıyor, iç siyasette onlardan destek alıyor ama onları dünyanın başka yerlerinde, savaşlarda kullanacaklar. Çünkü savaşı bunlar üzerinden satıyorlar, pazarlıyorlar. Trump’ın hiç bir inancı olduğunu zannetmiyorum ama bunu kullanıyorlar, Trump’ı kullananlar evanjelistleri de kullanıyor. Bu dini hedef olarak yapılıyor.
“SURİYE’Yİ PARÇALAMADAN IRAK’I PARÇALAYAMAZSINIZ”
“BU SAVAŞIN NİHAİ AMACI, İSLAMIN KALBİNİ YOK ETMEK”
"Tanklar Kabe'ye Dayanmadan" isimli kitabınızda, Kudüs’ün işgalinden yüzyıl sonra İslam’ın kalbini rehin alarak, Müslümanları utançlarından başlarını kaldıramaz hale getirmek istediklerini söylüyorsunuz. 2006''da yazdığınız "Duvar" yazısında da, Şii-Sünni arasına örülen duvardan söz etmiştiniz. O duvarın çatlağı iyice büyüdü mü? Müslüman toplumların ele ele verip bu haçlı zihniyetiyle mücadele etmesi imkansız mı?
Soğuk savaştan sonra bu bölgeye yapılan saldırılar (1999 Körfez Savaşı, 2003 Irak işgali, Suriye savaşı) sistematik bir çizgi takip ediyor. Suriye savaşı da öyledir. Eğer Suriye Savaşı çıkarılmasaydı, Irak projesi uygulanamayacaktı. Suriye’yi parçalamadan Irak'ı parçalayamazsınız. İkisini parçalamadan İran sınırından Akdeniz'e kadar bir koridor oluşturamazsınız. Kuzey Irak'ı Akdeniz'e bağlayamazsınız, Türkiye'yi Güney'den kuşatamazsınız. Bunların hepsi birbiriyle bağlantılı. Hepsini bağımsız projeler gibi pazarladılar. Ne dediler: Afganistan'da Taliban var dediler, Ama Amerika Afganistan'ı bombalarken, Taliban heyeti Boston'da doğalgaz boru hatları görüşüyordu. Irak'ta Saddam var dediler, Saddam'ın El Kaide ile hiç alakası yoktu, Libya’da Kaddafi var dediler, bize kötü örnekler üretip gösterdiler, zihinlerimizi öyle yönlendirdiler ve alttan kendi işlerini yürüttüler. Biz hep oralara takılıp kaldık. Biz bunlara yeni yeni uyanıyoruz. Bu savaşın nihai amacı İslam'ın kalbini (Mekke ve Medine) yok etmektir. Bunlar İslam'a karşı savaşıyorlar. İslamı tarih dışına atma mücadelesi veriyorlar. Bu yüzden evanjelist gibi aşırı uçları bu savaşa katıyorlar. Mezhep çatışmaları Mekke'ye kadar gidecek. Soğuk savaş döneminde kavram, "İslam'ın kanlı sınırları" idi. Sonra “savaş İslam'ın kalbinde olacak” dediler. Bunu projelendirdiler zaten, adım adım uyguluyorlar. Biz rezerv koymaya başladık. İlk uyanan devletiz.
”SUUDİ ARABİSTAN’I PARÇALAYACAKLAR”
“TÜRKİYE KARŞITLIĞININ ARAP KAMUOYUNDA ETKİSİ OLAMAZ”
“MUHAMMED BİN SELMAN’IN KAFASIZLIĞINI KULLANIYORLAR”
Muhammed Bin Selman’a çağrıda bulundunuz: Kudüs’ü işgal edenlerle Kabe’yi koruyamazsınız! Kabe’yi koruyacaklarına inanıyor musunuz?
Muhammed Bin Selman’ın Kabe’yi korumak gibi bir düşüncesi olduğunu zannetmiyorum. O yazı Arap dünyasında çok büyük sarsıntılara yol açtı. Benim o yazıdaki hedefim Aslında Muhammed Bin Selman değil, Muhammed Bin Zaid’di (Birleşik Arap Emirlikleri Veliaht Prensi) O, Muhammed Bin Selman’ı avucunun içinde tutuyor. Amerika ve İsrail istihbaratları bu iki kişiyi yönetiyorlar. Muhammed Bin Selman’ı Suudi Arabistan'a yeni bir lider olarak tayin ettiler. Ve onlar ne derse onu yapıyor zaten. Muhammed Bin Zaid üzerinden servis ediliyor. Korkunç bir Türkiye düşmanlığı yapıyorlar. Onlara dediler ki, "İran sizin için düşman, İran sizi istila edecek, biz sizi koruyacağız." Dolayısıyla şunu, şunu, şunu yapmalısınız. Adam gitti ülkesinin bütün zenginlerini topladı, paralarına el koydu ve paraların büyük bir kısmını da haraç olarak Amerika'ya verdi. Bunlar bir çılgınlığa girişti. Bunlar yeni Nasırcıdır. Yeni bir Arap Milliyetçiliği dalgası geliştirmeye çalışıyorlar. Genç kuşak, toylar. Ve bunlara İran tehdit derken, aslında Türkiye’ye karşı da kışkırtmaya başladılar. Muhammed Bin Selman, Muhammed Bin Zaid, Sisi ve arkalarındaki Amerika, İsrail, İngiltere..hepsi Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Mısır hattına yeni bir direnç hattı, cephe oluşturdular. Bu cephe İran'a karşı dediler ama aslında Türkiye'ye karşı. Ve onlara diyorlar ki: Osmanlılar geliyor, onları durdurun! Biz size destek vereceğiz siz gerekeni yapın! Onlar şu anda “gerekeni” yapıyorlar. Türkiye bu konuda hep sessiz çünkü bunun geçici bir şey olduğunu biliyor. Ama bana göre tuzağı Suudi Arabistan'a kurdular. Suudi Arabistan'ı parçalayacaklar, Suudiler bunu anlamıyorlar. Muhammed Bin Selman’ın toyluğunu, kafasızlığını kullanıyorlar. O da zaten piyasada yok epey bir miktar kullandılar. Türkiye karşıtlığının Arap kamuoyunda etkili olması mümkün değil. Onlar kendilerini Amerika'ya İsrail'e rehin vermişler. Bu yaptıklarının sonucu: Türkiye'ye hiçbir şey yapamazlar, İran'a karşı da bir şey yapamazlar. 1991 Körfez Savaşı'ndan bu bölgede yaşananlardan bir tanesi de, Fars Savaşıdır, Ve Araplar her zaman kaybettiler çünkü Araplara tuzak kurdular, Irak'ta, Suriye'de kurdular şimdi de Suudi Arabistan'da kuruyorlar, Araplar kendilerini toparlamak varsa bu oyunu görmezlerse Araplar kaybedecekler ve ilk parçalanacak ülke Sudi Arabistan olacaktır. Asıl kavga Basra Körfezi'nde Suudi Arabistan üzerinden olacaktır. Suudiler kendilerini imha edecekler.
“MUHAMMED BİN ZAİD’İN DURDURULMASI LAZIM”
Birleşik Arap Emirlikleri, Muhammed bin Aziz, 15 Temmuz’u desteklediler. FETÖ’nün, Zekeriya Öz'ün Dubai dosyası sadece bir otel masrafımı meselesi değil, Dubai'de ne tür toplantılar yapılmış, ne tür para trafikleri yönetilmiş, kimlere fonlar sağlanmış? Kimse Dubai dosyasını açmıyor. Çünkü Dubai dosyasını açsalar, ortaya olağanüstü bir dosya çıkar. Bu adamlar hala terör örgütlerinin parasal anlamda destekliyorlar. Birleşik Arap Emirlikleri Türkiye'ye karşı sadece PKK'ya değil bütün terör örgütlerine para ve silah veriyor. Bu devletin durdurulması lazım. Muhammed Bin Zaid’in durdurulması, elinin kolunun bağlanması lazım, Türkiye'ye karşı korkunç suçlar işliyor. Ama bunun bedelini bir şekilde ödeyecek. Onlar bizim kirli dosyaları gördüğümüzü şimdi öğrendiler. Bunları tetikçi olarak kullanıyorlar. Türkiye o kadar büyük bir davanın ülkesi ki, o kadar güçlü ki yerel unsurları, prensleri, veliahtları bile Türkiye’ye karşı seferber ettiler.
“İÇ DÖNÜŞÜMÜMÜZ 2023’TE TAMAMLANACAK”
Türkiye’nin, 21.Yüzyıl hazırlıklarına biraz geç başladığını hatta Yeni Amerikan yüzyılı projesini Türkiye’nin anlayamadığını ileri sürdünüz. Şimdiki görüşünüz ise, “ABD “hasta adam” olmuştur. Türkiye artık durdurulamaz.. Çünkü biz Selçuklu’dan beri “Büyük Oyun”u çalışıyoruz”şeklinde. 19 yıl içerisinde Türkiye aradaki farkı sizce kapattı mı, kapattıysa nasıl?
Doğru geç başladık, çünkü Türkiye'nin siyasal yapısı buna müsait değildi. Türkiye bir taraftan dünyadaki bu değişimi kavramaya çalışırken, içeride de kendisini dönüştürmeye çalıştı. Büyük sancılarımızı içeride çektik. 10 sene önce bugün yaptıklarımızı yapamazdık, en büyük direniş içeride olurdu. İçeride cumhuriyet döneminden bu yana katılaşmış onlarca yapı var. Ve bu yapıların Atlantik ötesi uzantıları, Avrupa ile ortaklıkları var. Biz sistemik dönüşümü yapamadan bu mücadeleyi yürütemezdik. İçerideki dönüşüm ne kadar tamamlanırsa bizim dışarıdaki etkinliğimiz o kadar hızlı artmaya başladı. En son başkanlık sistemine de geçilince biz o dönüşümü büyük oranda tamamladık. Muhtemelen 2023'e kadar içerideki dönüşüm bitmiş olacak. Onlar da Türkiye'nin dikkatini sürekli iç çatışmalara sürükleyip, içeride enerjisini bitirsin ki dışarıya bakamazsın dediler. Gezi olayları, içerideki dönüşümü durdurmaya yönelik bir şeydi. 17/25 Aralık, 15 Temmuz, terör olayları, PKK, hendek olayları Türkiye’nin iç dönüşümünü tamamlamaya yönelikti. FETÖ’yü kullandılar, CHP’yi kullandılar, şimdi İYİ Parti'yi kullandılar. Onların kullandıkları unsurlar Türkiye'nin sistemik dönüşümü hızlandıkça daha da zayıfladı. Bunların üzerinden, operasyon, içeriden müdahale yapamaz hale geldiler. Ama durmayacaklar, başkalarına da deneyecekler. Bir de biz tarihte çok tedrici, çok yavaş, çok akıllı, sabırlı dönüşürüz. Birden devrim gibi radikal şeylerle hiçbir zaman dönüşmedik.
“BİZİM GÜCÜMÜZ : COĞRAFYA”
"Türkiye, 90'larda yapamadığını şimdi yapabilmeli. Bütün geleceğini birkaç ülkenin bölgesel politikalarına endekslememeli" de dediniz. İçeridekiyle uğraşırken dışarıdakine bakmadan nasıl bir denge gözetmeliyiz.. Size göre soğuk savaşın sonrasında galiplerin safını tuttuk, Irak işgaline kadar işin vehametini anlayamadık. Yine tarihsel bir gerçekliği ıskalamamak için içeriye mi dışarıya mı odaklanmalıyız?
Bölgesel politikalara açılmak, içeriyi çok da unutmak anlamına gelmiyor. Bizim gücümüz coğrafyadır, coğrafya yoksa biz yalnız bir devlet oluruz. Selçuklu'da da, Osmanlı'da da biz coğrafya ile birlikte güçlü olduk, yine coğrafya ile birlikte güçlü olacağız. Çanakkale'deki ve diğer şehitliklerdeki haritamız bellidir. Biz soğuk savaştan sonra galiplerin safında kaldık, doğru ama galipler parçalandı. Avrupa Birliği kendi içinde bölünüyor, Amerika ile Avrupa arasında kavgalar başladı, Amerika ile Rusya ve Çin arasında büyük bir ekonomik savaş var. Biz küresel ölçekte örtülü bir savaşı da izliyoruz aslında. Şu anda ekonomik devam ediyor ama jeopolitik sonuçlara yol açacak bir güç haritası dünyada değişiyor. Hem bölgeyi, hem içeriği hem de küresel ölçekteki güç haritasını birbiriyle uyumlu ve çok karmaşık ilişkiler yürütmek zorundayız.
“DÜNYA 20 SENE SONRA TÜRKİYE’Yİ TANIYAMAZ”
“DÜNYA GELECEĞİNDE TÜRKİYE YILDIZ ÜLKE”
“BATI DÜNYANIN TEKELİNİ KAYBEDİYOR”
Dünya-Kıyamet savaşının kazananını çok istişare ediyorsunuz. Ama son tespitlerinizden birinde 'Artık “Türkiye Ekseni” diye bir gerçek var: Korkmayın, biz kazanacağız!' dediniz. Bilinçaltımızdaki korku tam olarak ne?
Bizde son yüzyılın psikolojisi var; biz bir şey yapamayız bizim ekonomik,siyasi gücümüz yok, üretemiyoruz, markalarımız yok...vs yokluklar üzerine bir dil, zihin var bizde. Bu cumhuriyet döneminden olan bir şey. Özellikle 1950'lerden, Amerika hakimiyetinden sonra bize “hiç” olduğumuzu sürekli dikte etmişler. Bu psikoloji toplumsal bilinç altına girmiş. Insanlar bu korku ile bakıyor, “Bizim neyimiz var ki bu insanlarla mücadele edeceğiz” diyorlar. Senin geçmişin var, siyasi genetiğin var, sen kendini tanırsan bu gücü fark edeceksin zaten. Güçlü dediğiniz ülkelerin neyi var ona bak. İtalya'nın neyi var mesela? Amerika, sınırsız güce sahip ama içeride birbirlerini boğazlıyorlar şu anda. Milletlerin zayıf noktaları da vardır, bütün bunları göreceksiniz. Ben bu güç haritasına bakarak söylüyorum; bizim önümüzde uzun ve açık bir yol var. Ve biz bu kararlılıkla devam ettiğimiz sürece 20 sene sonra dünya Türkiye'yi tanıyamaz. 10 sene önce bugünü hayal edebilir miydik, 20 sene sonrasını da hayal edemiyoruz şu anda. Dünyanın geleceğine dair bütün projeksiyonlarda Türkiye yıldız ülkelerden birisi olarak görülüyor. Bu 3-5 ülke küresel iktidar alanının tam merkezine doğru yürüyorlar şu anda. Büyük bir güç kayması var doğuya doğru kayıyor, batıya kaymıyor artık. Batı yüzyıllar sonrası ilk defa dünyanın tekelini elinden kaybediyor. Bunlar büyük sözler gibi gelir ama bizim bu çağda büyük iddialara sahip olmamız lazım. Büyük konuşmamız lazım; büyük konuşmazsak büyük şeylere inanamayız. Büyük sözlerimiz, büyük iddialarımız, büyük yürüyüşümüz olmalı, büyük konuşmalıyız!
“TÜRKİYE’NİN KENDİ EKSENİ VAR”
Amerika sadece konuşan ülke konumunda kaldı galiba. ABD dünyayı kendi ekseninde yeniden yapılandırmaya mı çalışıyor diye soracaktım ama Türkiye’nin de kendi ekseni olduğunu söylüyorsunuz. Hesap çok büyüdü, iddia çok büyüdü, Türkiye çok büyüdü derken bunu mu kastediyorsunuz?
Endonezya'dan Fas'a kadar ortak bir dil, bu Türkiye'nin siyasal anlamda öncülük ettiği bir dildir, bu Türkiye eksenidir işte. Bunu şu anda dil olarak görürsünüz yarın toplumsal mobilizasyon olarak görebilirsiniz, öbür gün ekonomik üst yapıları olarak görebilirsiniz, daha sonra siyasal üst yapıları, sonra askeri üst yapıları olarak görebilirsiniz. Türkiye'nin kendi ekseni vardır ve Türkiye kendi ekseninin dışında hiçbir güç ve ister Atlantik, ister Rusya, ister Çin olsun hiçbir güçle tek yanlı bağımlılık ilişkilerine giremez ve giremeyecektir.
“AMERİKA DÜNYANIN EN YALNIZ VE GÜVENİLMEZ ÜLKESİ”
“ABD, ALTERNATİF EKONOMİK SİSTEMLE ÇÖKER”
ABD’nin aslında tüm dünyaya değil, kendi ülkesine sahip çıkmaya çalıştığı bir dönemde olduğunu söylüyorsunuz.
Bence Amerika şu anda kendini korumaya alıyor. Bush döneminde dünyayı yönetmeye talipti, başarısızlığa uğradı, şimdi kendini korumaya alıyor. Ne yapıyor? Dünyadaki kaynaklarını kendine çekmeye çalışıyor, Amerika şirketlerini kendine çekip korumaya alıyor, Avrupa'dan bile kendini kıskanmaya başladı, uluslararası kurumlara verdiği tavizden vazgeçiyor, dünya için fedakarlık yapmaktan vazgeçiyor, kendini içe doğru çekiyor. Amerika şu anda dünyanın en yalnız ve en güvenilmez ülkesidir. İnsanlık tarihi bilgelik ile doludur. Roma İmparatorluğu'nu bile bu bilgelik yıkmıştır. Amerikan İmparatorluğu'nu da yıkar, Sovyet İmparatorluğu'nu yıktığı gibi. İnsanlık bilgeliğini küçümsemesinler, dünya Amerika'yı sınırlar. Bir gün dünya Amerika'ya ambargo uygulamaya başlar. O zaman ne yapacaklar; kaynaklar doğuda, pazarlar doğuda, dünya nüfusunun ezici çoğunluğu doğuda, Amerika üretip oralara satmazsa, oralardan kaynak almazsa ne yapacak? Şu anda finansal ekonomik sistemin tekeli ellerinde. Peki alternatif bir ekonomik finansal sistem kurulursa ne yapacaklar, güm diye çökerler. Sadece Rusya'nın kaynakları 3 tane imparatorluk doyurur. Milyarlarca insan Asya'da yaşıyor, dünyanın nüfusu, Türkiye'nin ötesinde, batısında değil doğusunda. İnsan kaynağı olarak da buralar yükseliyor. Doğu ile batı arasında finansal sermaye, askeri güç açığı kapanıyor. Dünya tarihinde 400 yıldır ilk defa oluyor. Dolayısıyla artık Amerika ve batı ‘dünya benim tarlam’ diye hareket edemeyecek. İster istemez ya kendini korumaya alacak ya da dünya onu sınırlayacaktır.
“RAHİP DİYE DİYE FETÖ’YÜ UNUTTURDULAR”
“TÜRK-ABD İLİŞKİLERİNDEKİ AYRIŞMA BİR DAHA BİRLEŞMEZ”
“AMERİKA, TÜRKİYE İÇİN BİRİNCİ TEHDİTTİR”
ABD'nin YPG/PKK ile FETÖ'ye desteği ve F-35'e engel çıkartıp, gümrük vergilerini artırması gibi hamleleri, sadece S-400 hava savunma sistemi ve Rahip Brunson'a bağlamak ne kadar gerçekçi?
Ben bunların münferit maslahatlar olarak görüyorum yani masaya sürülen kartlardır bunlar. Ama PKK, PYD’ye verilen destek ve Suriye'nin kuzeyindeki proje kalıcı bir proje ve hesap. Bu bir harita değiştirme hesabı. Yeni Ortadoğu haritasını biçimlendirme hesabı. Rahip, şu anki ekonomik saldırılar, dolar meselesi, Türkiye ile ABD arasındaki daha esaslı kavganın uzantıları sadece. Rahibi bıraksan başka bir gerekçe ileri sürecekler. Rahibi konuşa konuşa Fethullah Gülen'i ve FETÖ'cüleri unutturdular bize. Asıl Türkiye'ye karşı savaş açmış, cinayet işlemiş, millete katliam yapmış, bu ülkenin meclisini bombalamış Adamlar Amerika'da koruma altında. Bizim öfkemiz Amerika'ya çok daha fazla büyük. Rahip kim ki? Bize karşı suç işleyen, vatana ihanet kaç tane rahip var orada? Niye onları koruyorsunuz, asıl bizim ABD’ye öfkemiz var. O adamları teslim etmedikleri sürece bizim onlarla sorunumuz bitmeyecek. Türk Amerikan ilişkilerinde bölgeye, geleceğe dair coğrafya, düşünce ayrışması var, bu bir daha birleşmez. Bu açı giderek genişleyecek. Hemen sınırımızın dibinde yasak bir bölge kuruyorsun ve Türkiye ile savaşan adamları korumaya alıyorsun sen bundan daha büyük bir düşmanlık olur mu, Amerika Türkiye için birinci tehdittir şu anda. Her alanda, ulusal güvenlik alanında birinci tehdittir.
“15 TEMMUZ GECESİNİ AMERİKAN İSTİHBARATI YÖNETTİ”
“AMERİKA 15 TEMMUZ’DA TÜRKİYE’YE SAVAŞ İLAN ETMİŞTİR”
Rahip Brunson’u verip FETÖcülere odaklanmayı daha mı doğru buluyorsunuz?
Hayır niye verelim, Onlar FETÖ'cüleri teslim edecekler, ikincisi sınırlarımızın güneyinde Suriye üzerinden Türkiye'yi tehdit etmekten vazgeçecekler. Üçüncüsü 15 Temmuz'da işledikleri cinayetin hesabını verecekler. 15 Temmuz gecesini Amerikan istihbaratı yönetti, İncirlik’ten, Amerikan üslerinden yönetildi. Onlar bizimle savaştılar bize açıktan savaş ilan ettiler. Siyasiler böyle söylemez ama gazeteciler açıkça söyler: Amerika 15 Temmuz'da Türkiye’ye açıkça savaş ilan etmiştir ve uygulamıştır. Cumhuriyet tarihinden bu yana böyle bir saldırıya maruz kalmadık.
“YENİ SALDIRILAR GELECEK”
Aslında siz, bu savaş ilanına karşı verilecek en cevabın bir karşı darbe olduğunu savunuyorsunuz.
Ve biz o savaşı o gece karşı darbe ile kazandık zaten. 3-4 saatlik bir mücadele ile Türkiye'ye karşı çok uluslu bir saldırı yenilgiye uğratıldı. Yenileri gelecek bunu bilelim. Yapacakları şeyler sınırlı, eskisi kadar rahat hareket edemiyorlar Ama ellerinden gelen her şeyi yapacaklar Türkiye'yi durdurmaya çalışacaklar, Türkiye'ye durdurmazlarsa 10 sene sonra Türkiye'ye durdurma seçeneğinin ortadan kalkacağını biliyorlar onun için ardı ardına saldırıya geçiyorlar. Zaman yaklaştıkça saldırıların sıklığı da artıyor.
2008 yılında Michael Rubin'in Cumhuriyet için yazdığı bir makalede, “Gülen Türkiye'ye dönerse 2008'in İstanbul'u, 1979'un Tahran'ı olur. Humeyni'nin Fransa'dan dönüşü gibi bir dönüşü olur' uyarısı olmuştu. Ve siz de kendisinin yakın takibinde olduğunuzu yazmıştınız. 15 Temmuz'u 2008'de ifşa mı ediyordu?
Michael Rubin neocon bir kişi, İsrail aşırı sağı ile çalışıyor ve Türkiye düşmanı bir adamdır. Ama o dönemde cumhuriyetçiler, bu neoconlar Türkiye'ye yakın duruyorlardı, Türkiye'ye dair umutları ve beklentileri vardı, islamcılara, muhafazakarlara düşmandırlar. Neoconcuların, cumhuriyetçilerin Türkiye ile askeri derin bağlantıları vardı, Türkiye'yi rahatsız etmemeye çalışıyorlardı. Ama PKK'ya da destek veriyorlardı. AK Parti'den de nefret ediyorlardı. Erdoğan'dan 28 Şubatçıların nefreti gibi nefret ediyorlardı.
28 Şubat ve 15 Temmuz aynı cephe, 28 Şubat’ta Erbakan, 15 Temmuz’da Erdoğan hedefti diyorsunuz.
Tabii. O zaman o ilk siyasi dönüşümdeki o yapılar halen güçlüydü ve o neoconlar bunlarla iş tutuyorlardı. Tabi şimdi neoconların eli boşaldı, Türkiye'de ortaklık yapacakları alanları zayıfladı. Michael Rubin, hasta bir adam ve korkunç Türkiye düşmanı bir adam. Bu adama neden haddini bildirmiyorsunuz diye yazı bile yazmışımdır. Aslında ciddiye alınacak hiçbir tarafı yok ama o kadar edepsizce yazılar yazıyor ki ister istemez bir şey demek zorunda kalıyorsunuz. Ve son 10 yıldır yazdıklarının tam tersi olmuştur Türkiye'de. Darbe olacak demiştir karşı darbe olmuştur. Bu milletten nefret eden bir adamdan ben de nefret ederim ve alçak bir adam derim.
“CEMAAT AKLININ İKTİDARI, MEMLEKETİN KAN GÖLÜNE ÇEVRİLMESİ DEMEK”
Cemaat bitti cephe oldu diyorsunuz. 15 Temmuz son saldırı değil, Anadolu işgal altında diyorsunuz. FETÖ’nün boşluğunu dolduracak olan bu cephede kimler var?
FETÖ'yü 40 yıl boyunca eğittiler ve en son nihayetinde kullandılar. FETÖ'den boşalan yer hep boş mu kalacak buna çok girmeyeceğim ama son zamanlarda “Muhafazakar Muhalefet” ve “Muhafazakar Müdahale” diye iki kavram kullanıyorum ben. Bununla bir şeyleri ima ediyorum, açıkça yazamıyorum. Beni cemaatlere karşı zannediyorlar, öyle bir şey değil benim söylediğim. Cemaatler olmak zorunda, cemaatler sivil yapılardır ve her devletin cemaatlere ihtiyacı var ama cemaatlerin bir üst sınır çizgisi vardır, o sınırı aşmaya başladıkları zaman bir ulusal güvenlik meselesine dönüşürler. Hristiyan cemaatler için de böyledir. FETÖ bir örnek sundu, cemaatler bir süre sonra devlete talip oluyorlar. Devlet aklı başka bir şey. Cemaat aklının iktidar olması demek, bu memleketin kan gölüne çevrilmesi demektir. Çünkü; cemaat kafasıdır, cemaat düşünce biçimidir, kendinden olmayanı düşman görür. Ama devlet aklı üst akıldır ve ortak akıldır ve bizim bu şemsiye aklına ihtiyacımız var. Herkes o şemsiyenin altında olmak durumundadır ama hiç kimse tek başıma o şemsiyenin altında duracağım diyemez. Ben FETÖ yerine bazı şeylerin ikame edildiğini düşünüyorum. Bunların da muhafazakar olduğunu düşünüyorum ve öyle bir endişem var. O süreci de takip ediyorum, çok açmıyorum.
“İKTİDARI DEĞİŞTİRMENİN TEK YOLU, MUHAFAZAKAR MUHALEFET”
Tehlikeyi yakalanmadan bilsek?
Türkiye'de muhafazakar, milli bir iktidar var. Bu iktidarı değiştirmenin tek yolu muhafazakar bir muhalefet, müdahale grubu organize etmekten geçer. Başka türlü CHP’lilerle deviremezsin zaten.
“AK PARTİ’YE BENZER BİR YAPIYLA AK PARTİ’Yİ SIKIŞTIRACAKLAR”
Yani siyasi bir oluşum mu?
AK Parti'ye yakın, AK Parti benzeri bir siyasal kimlikten yapılar inşa etmek zorundadırlar ki, Ak Parti'yi köşeye sıkıştırsınlar. Başka türlü onun dışında kimselerle yapamazlar. Türkiye’nin iktidar ana yapısı 50 yıl daha böyle gidecektir. Soğuk savaştan beri “İslamcı terör örgütlerini” kullandılar, neden, İslam'a karşı İslam'ı kullandılar. Müslümanlara karşı Müslümanları kullandılar.
“AK PARTİ’YE KARŞI MUHAFAZAKAR YAPI KULLANACAKLAR”
Şimdi Ak Parti'ye karşı Ak Parti'yi mi kullanacaklar diyorsunuz?
Türkiye'de 15 Temmuz'da FETÖ gibi “muhafazakar” bir yapıyı kullandılar. Bundan sonra da öyle bir muhafazakar yapı kullanacaklar, bir ya da birkaç tane yapı kullanacaklar. Ben bu tehlikeye karşı uyarı yapıyorum sadece.
“FETÖ’NÜN BOŞLUĞUNA İKAME YAPILAR GİRECEK”
“MUHAFAZAKAR MÜDAHALE/MUHALEFET KAVRAMLARINI KİMSE UNUTMASIN”
FETÖ’nün boşluğuna siyasi bir oluşum girecek gibi anlıyorum ben.
Tabii, ikame yapılar girecek. Daha sonra Türkiye bunları tartışacak ama. Muhafazakar muhalefet ve muhafazakar müdahale kavramlarını bence kimse unutmasın, çok tartışacağız.
“TÜRKİYE KURULUŞ DÖNEMİ İÇİNDE”
7 Haziran seçimleri için İstiklal Savaşı demiştiniz, hatta 15 Temmuz için de aynı ifadeyi kullandınız. 4. İstiklal Savaşını da karşı darbe ile yapacağız dediniz. Türkiye şu an hangi dönemi yaşıyor?
Karşı darbe terminolojik olarak kullandığım bir kavram. Ben bugünü yeni bir kuruluş dönemi olarak değerlendirdiğim için, kuruluş döneminde her şey millidir, herşey seferberlik havasında yürütülür, Her şey zafer ve hezimet açısından görülür. Büyük bir kuruluş dönemi içerisindeyiz, Türkiye büyük bir kuruluşu inşa etmeye çalışıyor, Cumhuriyete dönüştürmeye çalışıyor. Bunu yanlış anlıyorlar. Selçuklu, Osmanlı Devleti, Türkiye Cumhuriyeti bir devletler sürekliliğidir. Şimdi 4. bir aşamaya geçeceğiz. Ve bu aşamaya geçerken, içerideki sistemin dönüşümü de bu amaca matuf bir şeydi. Var olan devlet yapılanması bu yeni yapıyı kaldıramıyor, Ona göre devlet kendisini dönüştürüyor, dönüştürdü de. Ve bir seferberlik havasındadır. Bütün mücadeleler milli mücadele bir ve İstiklal savaşıdır, Bu açıdan bu dili kullanıyorum 15 Temmuz böyleydi, seçimler de böyleydi. Mesela referandumu kaybetsen, kuruluş dönemi geriye dönecekti, başarılamayacaktı veya ertelemek zorunda kalacaktık. Türkiye'nin son 5-10 yıl içerisinde içeride yürüttüğü şeylerin hiçbirisi iç politika meselesi değildir. Tamamen bir kuruluş meselesidir ve çok uluslu boyuttadır.
“HERKESİN ABD İLE SORUNU VARMIŞ”
“ABD’NİN ŞANTAJI BÜTÜN DÜNYAYI RAHATSIZ ETTİ”
2007'de seçim öncesi düşen dolar için, 'serseri para' ifadesini kullanmıştınız. Kur savaşından Türkiye nasıl çıkacak. Almanya, Fransa ve İngiltere'den gelen destek açıklamaları ne kadar gerçekçi?
Biz; Almanya, Fransa ve İngiltere’nin açıklamalarına dayanarak hareket etmeyeceğiz tabi ki. Onların kendi sorunları var. Onların Türkiye ile ilgili şöyle sorunları var. Türkiye'de ekonomik kriz olursa, devasa miktarda Türkiye'den alacakları var, onlar tehlikeye girecek diye korkuyorlar, Türkiye pazarını kaybederiz diye korkuyorlar, Alman firmaları zarar görür diye korkuyorlar. Bizi düşündükleri yok. Ama ABD bir zamanlar dünyanın tamamının desteğini alıyordu, dolar dünyanın ortak para birimi gibiydi, Amerika bunu şantaj malzemesi olarak kullanmıyordu, dünyayı sömürüyordu ama açıktan, kaba bir şekilde kullanmıyordu. Şimdi ABD, doları, ekonomik enstrümanları istediği her ülkeye karşı şantaja dönüştürdü. Silah gücü, dolar gücü, ekonomik gücü, finansal sistemi kontrol gücü var. Kontrol gücünü kullanarak şantaj yapıyor bütün dünya bundan rahatsız oldu. Amerika kontrolünü kaybetti sıkıntı bu. Dünya ister istemez ABD'nin bu dolar şantajına karşı ortak kur geliştirecek. Bunu oluşturmak zorunda yoksa hepsi imha olur. Rusya ve Çin arasında 10 yıl önce Pekin zirvesinde bunlar tartışılıyordu. Ama her devlet kendini düşünür, Almanya Bakanı bize destek verdi diye o gaza gelmeyeceğiz. Türkiye'nin Amerika ile hesaplaşmaya girmesi bir şeyi açığa çıkardı: Herkesin Amerika ile sorunu varmış, Türkiye'den Erdoğan'ın “oyunu gördük ve meydan okuyoruz” cümlesinden sonra herkes konuşmaya, içindeki kurtları dökmeye başladı. Hayra vesile oldu.
“TÜRKİYE KENDİNİ REHİN VERMEMEK ZORUNDA”
“IMF DIŞINDA EKONOMİ İZLENMELİ”
Türkiye'yi 2013'te son taksidini ödeyerek, borç sarmalından kurtulduğu IMF'ye yeniden itmeye çalışanlar var. Bu tazyik ise ne garip ABD'den değil, Almanya merkezli bazı medya kuruluşlarınca pompalanıyor. Neden Almanya bunun için üs seçilmiş olabilir?
Kesinlikle o tuzağa düşmememiz lazım, olabilir her türlü ihtimali olabilir. Türkiye ekonomik ve siyasal anlamda da bağımlılık ilişkilerine girmemek zorunda, kendini rehin vermemek zorunda. Biz 90 yıldır rehin durumundan, vesayetten kurtulmaya çalışan bir milletiz. Siyasi vesayetten kurtulup ekonomik vesayet altına girmek, bizi yeniden bağımlı hale getirecektir kurtulmuştu olmayacağız zaten. Türkiye'nin IMF’in dışında bir ekonomi izlemesi lazım. IMF ile tekrar anlaşalım tayziklerine kulak asmaması gerekiyor. Bunun sonu gelmez, son 10 yıldaki bütün kazanımlarımızı 50 yıl boyunca kaybederiz. Dünyada ekonomik çevreler farklılaştı o tarafa yöneleceğiz.
“TÜRKİYE BRICH’E KATILMALI”
MOODY'S adlı kredi derecelendirme kuruluşu, 18 Türk Bankasının notunu indirdi. Türkiye’nin BRICH'e katılması bu baskıyı kırar mı?
BRICH ülkelerine bakın; Brezilya, Rusya, Çin, Güney Afrika, Hindistan...Bunların verilerine bakın, kaynaklarına bakın, pazarına bakın, giderek yükselen ekonomilerine bakın, küresel ekonomideki paylarına bakın ve son 10 yıldaki farklılaşmaya bir bakın. Dolayısıyla biz o yapının içinde olmalıyız, direk olmalıyız. Dünyada yeni ekonomik başkentler, bloklar, bölgeler oluştu. Adam bize her türlü şantaj yapıyor gidip onun kapısında dilenemeyiz, dünyanın başka adresleri var onlarla iş tutmak zorundayız, böyle kendimizi koruyabiliriz zaten.
“İDLİB MESELESİ TAHRAN ZİRVESİNDE ÇÖZÜLÜR”
Üç ülke ve üç lider: Üçü de kaybedecek diyordunuz, onlardan biri de Suriye'de Esed’di. Esed gözünü İdlib'e dikti. Rejim güçlerinin İdlib'e olası operasyonu, Esed'in kayboluşuna atılan bir adım mı?
Ben Suriye meselesini Esed meselesi olarak görmüyorum. Suriye meselesi, Suriye savaşı olmaktan çıkmış bir meseledir. Suriye'de bir dünya savaşı yaşanıyor. Her ülke kendi vekalet savaşını orada veriyor. Bu kadar karmaşık bir savaşı Esed üzerinden görürseniz, Suriye savaşının mahiyetini kavrayamazsınız. Birlik meselesi hassas bir mesele, orada bazı örgütlerin, hem Rusya, İran, Esed, hem Amerika, İngiltere, Fransa hedef alacak, yani onlar Suriye'ye saldırmaya çalışıyorlar, İki taraftan da bir baskı var, o konuda Türkiye çok yalnız kalmış, zorlanmış durumda, daha ortada duruyor. Yani savaşla sivil kayıp olmadan diploması ile bir çözüm bulmaya çalışıyor. Zannediyorum Tahran'da 7 Eylül'de yapılacak zirveye kadar sorun çözülecekmiş gibi geliyor bana. Çünkü bugüne kadar Suriye savaşı ile ilgili en kritik hamlelerin liderler arasındaki görüşmelerde çözüme kavuşturulduğunu gördük. Erdoğan, Putin, Ruhani görüşmesinde bir çözüm bulunacağını umuyorum çünkü aksi takdirde büyük bir katliam olacak, büyük bir mülteci hareketliliği olacak ve Türkiye’ye doğru gelecekler. Bu Avrupa'yı da ilgilendiriyor tabii. Eğer bu ne engellemez derse biz kapıyı açarız, gelenin Avrupa'ya gitmesine izin veririz.
“SURİYE SAVAŞINI YENİDEN BAŞLATMAK İSTİYORLAR”
Suriye'yi satranç tahtasına benzetirsek, ABD, Fransa, İngiltere üçlüsünün Rusya'ya şah çekmesi olarak okuyabilir miyiz?
Onlar Suriye savaşını yeniden başlatmak istiyorlar. Suriye insiyatifinin dışında kaldıkları için; Türkiye, Rusya ve İran denklemini ele aldı. Eğer bir çözüm olursa bu üç ülke sayesinde olacak zaten. Ama ABD, Fransa, İngiltere yeniden müdahaleye hazırlanıyorlar. “Kimyasal silah kullanırsanız saldırırız” diyorlarsa eğer, kendileri kimyasal silah kullanacaktır. Örgüt üzerinden bir kimyasal saldırı yapacaklar ve bir gerekçe oluşturacaklar. Onlar Suriye savaşındaki cepheyi yeniden açmak istiyorlar. Tehlike burada.
“SAVAŞ, DOĞU AKDENİZ SAVAŞI”
Kıbrıs'ta acil deniz üssü hamlesi Türkiye'ye ne kazandıracak?
Kıbrıs'ta üs ne kazandırır olur mu, Doğu Akdeniz dünyanın en hassas bölgelerinden bir tanesi. Bütün dünyanın donanması orada. Savaş aslında Suriye savaşı değil, Doğu Akdeniz savaşı. Doğu Akdeniz, Basra Körfezi'nden çok daha kritik bir öneme geldi. Enerji kaynakları bulundu, doğalgaz kaynakları bulundu, ama doğalgaz olmasa bile askeri strateji, güvenlik anlamında en kritik bölgelerden bir tanesi. Biz Doğu Akdeniz'in merkez ülkesiyiz. Bizim burada askeri zaaflarımızın olması çok büyük bir handikap, basiretsizlik oluşturuyor. İngiltere oraya üs kuruyor, Rusya üs kuruyor, orada deniz üssümüz yokmuş neden yok. Daha fazla hava üsleri, füze sistemleri kurmamız lazım. S400’lerden bir kısmını oralara yerleştirmemiz lazım.
“ERDOĞAN KÜRESEL BİR LİDER”
Tayyip Erdoğan'a verilen oyların ağırlıklı bölümünün tek gerekçesi: Sevgi, demiştiniz. Bu aşkın bir sonu olur mu sizce?
Milletimiz bazı insanları bağrına basar ve asla kimse unutturamaz. Dünya bir araya gelse engelleyemez. Bu millet onu seviyor. Hep sevdi. Neden sevdi biliyor musun, milletle siyasi genetiği, DNA’sı aynı. Millet Erdoğan'da kendisini gördü. Yüzyıllardır hasret kaldığı şeyi gördü. 20.Yüzyıl boyunca hasret kaldığı şeyi gördü ve bağrına bastı. Ben Cumhurbaşkanının tarihsel açıdan bir devrimci, dönüştürücü bir lider figür olduğunu düşünüyorum. Tarihi dönüştüren bir lider ve şu an bunun öncülüğünü yapıyor ve büyük bir devrim harekatı yapıyor. Türkiye’yi dönüştürüyor, dünya sistemiyle uğraşmaya çalışıyor, milyonlarca insanı peşine arkasına takmış ve asla tereddüt etmeden geliyorlar, bu dünyada olağanüstü bir güç. Türkiye'nin de, coğrafyanın da tarihinin dönüştürücü bir güç. Erdoğan'ın şu andaki hamleleri kendisinden sonra bile coğrafyanın yeniden inşasına dönük temel taşı olacak. Bu büyük dönüşümü çok iyi kavradığımız kanaatinde değilim. Erdoğan'ın iç politika malzemesi olarak tartışanlar çok büyük bir hata, düşmanlık yapıyorlar. Erdoğan, küresel bir figürdür. Güney Afrika’da BRICH zirvesinde, dünyada Amerika’ya karşı ekonomik sistem çağrısı yapabiliyor, New York'un göbeğinde dünya ekonomik sistemini dönüştürme çağrısı yapabiliyor, bunu dünyada bu kadar açık konuşan bir başka lider yok. Büyük bir liderdir, bunu tarih gösterecek. Şimdi Alparslan'ı konuşuyoruz, Kudüs'te Selahattin'i konuşuyoruz, İstanbul'da Fatih'i konuşuyoruz, 50 yıl sonra Erdoğan ile ilgili ne konuşacağız, tarih kitapları Erdoğan ile ilgili ne yazacak bunu kafamızda canlandıralım yeter.
“ERDOĞAN ATATÜRK’E BENZİYOR”
“ABDÜLHAMİT ÇÖKÜŞ, ATATÜRK KURULUŞ, ERDOĞAN YÜKSELİŞ DÖNEMİ LİDERİ”
Bugünlerde adı bir çok lidere benzerliği ile anılıyor ama tarih yazması, milletin sevgisi açısından Atatürk’e benzerliğini görüyor musunuz?
Erdoğan’ın Abdülhamit ile de, Atatürk ile de benzerliğini görüyorum. Abdülhamit ile çok benzerlik kuruluyor ama Abdülhamit çöküş döneminin lideriydi. Sadece çöküşü erteledi, 33 yıl boyunca. Belki 5-10 yılda çökecek bir imparatorluğun çöküşünü 33 yıl erteledi. Mustafa Kemal, bir kuruluş döneminin lideriydi. Mustafa Kemal kuruluş döneminin lideri Erdoğan yükseliş döneminin lideridir.
“CHP, İLERİDE DAHA UFAK PARÇALARA AYRILABİLİR”
“CHP, CEPHE PARTİSİNE DÖNÜŞTÜ”
Kılıçdaroğlu için de “ulusal güvenlik meselesi" dediniz. Ne olacak bu muhalefetin hali?
Evet öyle yazdım. Kişisel bir problemim yok. Kılıçdaroğlu üzerinden uygulanan CHP projesi bir ulusal güvenlik meselesine dönüştü zaten, o proje tamamlandı bitti, CHP’yi bir kimlik partisine indirgediler. CHP ile HDP’yi, CHP ile PKK unsurlarını aynı eksende birleştirdiler. Son üç seçimde bunu görürsünüz. CHP bir kitle partisi olmaktan çıktı zaten, Türkiye'nin kurucu Partisi olmaktan, Türkiye'nin tamamını kucaklayan bir parti olmaktan çıktı, bir cephe partisine dönüştü zaten. Bu proje Kılıçdaroğlu ile beraber uygulamaya konuldu ve o mesele tamamlandı. CHP de marjinal bir kimlik partisi olarak kaldı. Sittinsene bir ömür boyu iktidar olamayacak bir partidir, ve muhtemelen de ileride daha ufak parçalara ayrılabilir.
“DÜNYAYI TÜRKİYE’DEN GÖRÜRÜM”
Biraz da size gelelim. Fatma Karagül(87) ile Hüseyin Karagül (83)'ün çocuğu olarak geldiğiniz dünyaya, yetiştiğiniz gibi meyveler bıraktınız mı? Anne ve babanızın manevi mirası ne oldu?
Ben Anadolu'nun Trabzon'un en ücra köyünde doğdum, daha sonra onların desteğiyle İmam Hatip Lisesi'ne kaydoldum, gündüz tarlada çalışıp, geceleri teheccüde kalkıp dua ettiklerini biliyorum. Onların dualarını her zaman yanımda hissediyorum ve onun çok güçlü bir kalkan olduğunu düşünüyorum. Bazen başıma bir şey geldiğinde o duanın etkisi mi azaldı diye düşünmüyor değilim. Onların beni yetiştirmek istediği yerdeyim; vatansever, Müslüman, tarihine, geçmişine çok bağlı bir insanım. Dünyayı Türkiye'den görürüm, Türkiye'ye merkez olarak bakarım. Yani öyle Londra'nın, Washington’ın, Brüksel’in sokaklarından bakmam. Geçmişimize de, kendimize de, başkasına da bu topraklardan bakan bir insanım. 20 yıldır dış politika yazıyorum. Yazdıklarım bu topraklardan beslenmiştir. Şunu fark ettim; buradan beslendiğin zaman doğru sonuçlara ulaşıyorsun. Türkiye'de birçok şey değişti ama ben bu çizgimden asla vazgeçmedim, ilk başlarda bu yadırganıyordu ama şu anda devlet aklı da bu çizgi üzerine oturmuş durumda. Milli devlet aklı oluşmuş durumda. Bu çok büyük bir zaferdir.
“ORTA BİR’DE DOKTORA TEZLERİ OKUYORDUM”
Aslında Trabzon doğumlusunuz ama doğum yeriniz için Yeni Şafak da desek yanlış bir şey söylemiş olmayız herhalde. Bir çok şey sizin çizginize geldi ama belki de eleştirdiklerini de yeri geldiğinde övmeyi, savunmayı bilen diye tarif ettiğiniz yaşayış prensibinizi yayıncılık anlayışına da taşıdınız?
Lİse zamanında öyküler, üniversite hayatında da dergilere yazılar yazıyordum. Medya ile hep yakındım. Hukuk fakültesinde okurken mizah dergileri çıkarttık. İlkokuldan itibaren korkunç, “kontrolsüz” bir okumak alışkanlığı vardı bizde. Orta birde doktora tezleri okuduğumu hatırlıyorum. Bütün harçlığımızı kiralık kitaplara veriyorduk, sefil geziyorduk. Üniversite bitmeden, Yeni Şafak'tan bir teklif aldım ve İstanbul'a, Akif Emre’nin davetiyle geldim. Düşünce günlüğü, dizi sayfaları hazırlıyorduk, 23-24 yıldır Yeni Şafak’tayım. Entellektüel donanımım, kişisel kabiliyetim, kimliğim herşeyim burada yoğruldu, Yeni Şafak bir mekteptir, beni de yetiştirmiştir. Özdeşleştim; dış haberler müdürlüğü yaptım, dizi sayfaları yaptım, editörlük yaptım, en sonunda Yeni Şafak’ın yayın yönetmeni oldum. Bu kariyer hesabıyla oluşmadı, doğal sonuçtu, oraya vardı.
“YAZDIKLARIMDA ÇOK AZ YANILDIM”
Yaşam Felsefenize inmek istiyorum ama… Hatırladığımız kadar varız diye bir ifadeniz var. . Müslüman coğrafyasına her gidişinizde hissettiklerinizden bahsederken, keşke gelmeseydim dediğiniz de olmuştu. Mesela Güney Lübnan Mervah Köyüne yaptığınız gezi sırasında bir Katyuşa alıyorsunuz. Direnen insanlara karşı hassasiyetiniz olduğunu biliyorum. Hayatınıza atılmış en büyük Katyuşa neydi?
Ben ‘en’ lere cevap veremiyorum. Ama ben direnen, mücadele eden, savaşan insanları severim. Doğru davalar uğruna mücadele eden herkese çok büyük saygı duyarım. Ben de bir mücadele adamıyım. Hafıza önemlidir. Biz unutmamak ve hafızayı diri tutmakla ayakta duran bir milletiz. Türkiye'de şu anda geçmiş hafızamızı yeniden keşfettikçe kendimize geliyoruz. O yüzden Ortadoğu'da, Asya'da nereye gidersek gidelim kendimizden bir parça buluyoruz. Eğer biz dış politikaya hafızayla, bu kimlikle ve ortak mirasla bakamazsak, doğru sonuçlara ulaşamayız. Ben yazılarımda hep geçmişi ve geleceği birlikte düşündüm. Geçmişten beslenip, bugünden hızlı alıp, geleceği okumaya çalıştım. Insanlar genelde bugünü okumaya çalışırlar, bugünü okumak yanıltabilir. Geçmişi ihmal ederseniz bu günü zaten okuyamazsınız, geleceğe dair de hiç bir öngörünüz olmaz. Yazdıklarım sansasyonel bulundu, bu kadar da değil denildi ama yanıldıklarım çok az olmuştur. Bizim 20 sene 30 sene sonrasına dair hem kendimiz, hem dünya için, hem bizden başka milletler için bir okuma biçimi geliştirmeliyiz, bunu yapamadığımızda zihinlerimiz daralıyor ve körleşiyoruz. Sadece zamanlama hatalarım olmuştur; bir olay 6 ay sonra olur demişimdir, 3 sene sonra olmuştur. Bir şeyleri erken söylemek, erken fark etmek zordur, bedel ödersin, sağdan soldan sürekli dayak yersin, ama ben bundan çok memnunum. Bunu da bir mücadele olarak yapıyorum. Bir entellektüel olayım, popüler olayım diye bir kaygım yok. Kendi bireysel hayatımı da ülke mücadelesi, direniş, geleceğe yürüyüş olarak gördüm.