‘Acı geçiyor, acı elbette geçiyor. Acı çekmiş olmak geçmiyor...'
Şahane şeyler oluyor dizi sektöründe…
İlk olarak Masum’da böyle çarpılmıştım. Yerimden kıpırdayamaz hale gelmiştim ekran karşısında. Türk dizilerinin naçizane nezdimdeki şahikasını büyük bir hayranlık ve coşkuyla alkışlamıştım sanki bir salonda tiyatro oyunu izlermişçesine finalinde…
Kolay kolay bu ayarda bir işle bir daha karşılaşacağıma da aramızda kalsın ama asla inanmaz, inanamazdım…
Fena halde yanılmışım!
Önce yine Haluk Bilginer’li ‘Şahsiyet’ gelip, alt üst etti fikrimi…
Yazdım izler izlemez hemen, buralarda duruyor, okumuşsunuzdur belki…
Hakikatten büyüleyiciydi. Üstelik daha sadece üç bölümü yayınlandı ve o üç bölümlük kısa ön izleme bana o upuzun methiyeyi yazdırdı…
İnanın hakkını veremedim diye düşünüyorum hala çünkü ne kadar övsem azdı…
Ve şimdi de ‘Dip’ geldi peşlerinden. Yine bir solukta izledim yayınlanan ilk iki bölümünü birden. Nefis bir hikaye, harika çekimler ve metni bütün ihtişamıyla sırtlayıp gitmiş tüm kamera önündeki oyuncular…
Hele de İlker Kaleli, hayatındaki travmanın izlerini ruhunda taşıyan, emniyetin intihara teşebbüs edenleri caydırmak vazifesiyle görevlendirdiği adam rolünde muazzam…
Bu yazının başlığı da, dizinin o halet-i ruhiyeyi tarif ettiği motto’dan...
O ve içinde yer aldığı ‘Poyraz Karayel’ ekibiyle vakti zamanında röportaja gitmişliğim, Kaleli’nin afra tafrası, nahoş tavırları yüzünden de upuzun söyleyişi yırtıp atmışlığım vardır ama Sezar’ın hakkı Sezar’a!
Döktürmüşler…
Bir İsveç – Danimarka polisiyesi izlemiştim zamanında ‘Bron/Broen’.
Fena halde etkilenmiştim kurguladıkları gri, puslu, insanı geren ama nefessiz halde peşinden sürükleyen o yapımdan. ‘Dip’te de aynı havayı sezdim derinden…
Karanlık, şizoit, karmaşık, birbiriyle hiç beklemediğiniz anlarda bağlantılar kuran, sarsan, şaşırtan, kalburüstü oyunculuklarla iyice içine alan, usta işi teknik sunumla da akıp giden çok başarılı bir dizi var karşımızda…
Bu işlere baktıkça Türk dizi sektörün geleceğine dair umutlarım iyice artıyor????????????????????????