Afgan bir anne, çocuğunu daha mı az sever?

Nuran Yıldız

Nuran Yıldız

[email protected]

ABD, Mevlana’nın memleketi Afganistan’ın tüm kurumlarıyla birlikte içini boşalttı. Anahtar teslimi Taliban’a teslim etti.

İnsan istiflediği kargo uçağına “Air Force 1109” yazdı.

1109, 11 Eylül’ün kod adıdır, bu bilgiyi bilmeyeni dünyanın her yerinde ayıplarlar.

Bir ülkeyi çöp kutusuna atarak güya intikamını aldı.

Gitmeden de Türkçe bilen, kamuflaj giysili kaos virüslerini planı çerçevesinde ülkemize ve başka ülkelere ihraç etti.

 “Kim olursan ol gel” kültürünün toprakları, “kim olursan ol kaç” toprakları oldu. Kaçabilen kaçtı, kaçamayan sıkışıp kaldı.

Afgan anneler bebeklerini yabancı askerlere fırlatıyorlar. Şimdi. Orada.

Anneler bebeklerini bir bilinmeze doğru yolluyorlar.

Bebeklerinin başına ne gelecek belli değil, ama anneleri ne gelirse gelsin kendi vatanında başına geleceklerden iyidir diyor.

Bir anne ölse çocuklarından vazgeçmez. Bir gün onları bulmak ister, nasıl olacak bu?

Acaba boynuna muska gibi bir künye mi taktı?

Ya o künye kopuverirse, çocuğunu nasıl bulacak?

Alnına numara yazılmış bebek vardı, gördünüz mü?

Bildiğiniz kurbanlıklara yazılır gibi rakam yazmışlardı alnına.

İnsanlar rakamlardan ibaret değil, bebekler hiç değil.

Haber kameraları askerlerin bebekleri nasıl tuttuğuna odaklandı.

Hangi ülke askeri, fırlatılan bebeği nasıl tutuyormuş, soruları bu.

Asıl sorulması gereken ise şu: Bir Afgan anne, Amerikalı, Fransız, İngiliz anneden daha mı az anne?

Daha mı az sever bebeğini?

“Gelişmiş”(!) ülkeler ise et koparan akbabalar gibi kaç Afgan alacağını açıklıyor!

Hatta daha “gelişmiş” (!) olanlar ayrımcılık yapma lüksüne sahip, kadın ve kız çocuklarını, onları da sınırlı sayıda alabileceğini söylüyor.

Sordukları soru, hangi ülkeye kaç Afgan düştüğü.

Sorulması gereken ise: Peki ya Taliban’ı reddeden erkek çocukların hayalleri ne olacak?

İnsanlar rakamlardan ibaret değildir.

 

SİYASAL İLETİŞİMDEN BİR NOT

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Etiyopya Başbakanını kabulünde, “Mustafa Kemal Atatürk” ismi tercüman tarafından söylenmedi.

Başbakanın Atatürk’e atfettiği sözler Cumhurbaşkanı Erdoğan’a eklendi.

Yorum yapanlar “simültane (anında) çeviriden doğan sorun” diyorlar.

Cumhurbaşkanlığı “bir daha bu çevirmene görev verilmeyeceğini” söylüyor.

Benim bildiğim, bu tür toplantılarda genellikle simültane çeviri, gerçekten simültane değildir.

Taraflar diplomatik dilde sorun yaşanmasın diye önceden konuşma metinlerini çevirmenlere verirler.

Yoksa, o görev gerilimi sırasında çevirmenin aklına o ismi çıkarıp bu ismi ekleyelim hinliği gelmez, gelemez.

Bir sorun varsa, çeviri metinleri kontrol eden kişilerde vardır.

 

SÖZ SÖYLERİM SÖZÜN ÜSTÜNE

Bir, ABD Büyükelçisi “Afganlar konusunda Türkiye ile bir anlaşma yapmadık” dedi. Doğrudur, yapılmamış olabilir ama ABD bir şeyi yalanladıysa bir göz açık uyumakta yarar vardır.

İki, AB sözcüsü, Afganların Avrupa’ya gidişlerinde “Türkiye’nin çok önemli rol oynayacağını” söyledi.

Bir Türk yetkili de çıkıp “Türkiye sizin sınır bekçiniz değil, hadi naş” demedi, ben diyorum.

Üç, Doğu Perinçek Afganistan’ın bugünkü durumuyla Kurtuluş Savaşı’mızı birbirine benzetti. Perinçek’e herkes bir şey dedi.

Denmesi gereken tek şey vardı, aldığı ilaçların doz ayarlamasının yeniden gözden geçirilmesinde yarar olabilir.

Dört, yaş ortalaması 80’in üzerinde olan emekli askerleri cezaevine koyunca adalet yerini bulmuş olmuyor.

Tam aksine, bakıma muhtaç yaşta olmalarına rağmen, üstelik hukuksuz yargılanma iddiaları ayyuka çıkmışken cezaevine koymak, devletin vicdanını sorgulatıyor insana.

Beş, Akbelen ormanlarını kesip tüketmekten sorumlu şirketin mühendisi açıklamasında “Orman Genel Müdürlüğü o araziyi bize verdi, o ağaçları kesmek hakkımız” diyor.

Sonra ekliyor: “Biz ağaçları kesiyoruz ama doğayı seviyoruz. Yeniköy santrali etrafındaki yangını söndürmek için Belarus’tan helikopter kiraladık.”

“Ağaçların yanmasına izin veremeyiz çünkü onları biz kesmek istiyoruz” babındaki bu arkadaşa biri, “Bu ne pişkin açıklama” demediği için ben diyorum.

Altı, Zerrin Özer “Ben geçmişi dürdüm, büktüm, çöpe attım. Çöpü karıştırmak köpeklerin işidir” deyince hayvan severler kıyameti koparmış.

Neden koparmışlar anlamadım, sanırım onların dünyasında ya köpeklere “köpek” denmiyor ya çöpten beslenen hiç köpek görmemişler ya da sokak köpeklerinin mamayla beslendiğini falan sanıyorlar.

Tavrı abartınca inandırıcılığı da kalmıyor.

 

BENDEN SÖYLEMESİ

Bir.

Takım arkadaşı Kerem’e yumruk atan Marcao’ya, iletişimcisi özür videosu yayınlatmış.

Videoda Marcao, “üzgünüm” diyor, herkesten özür diliyor. Kerem’den, Kerem’in anne babasından, taraftardan diliyor da diliyor.

Ama videonun hiçbir yerinde açık, net bir özeleştiri yapmıyor, mesela “benim tedavi görmem gerekiyor” demiyor.

Öyle olunca da inandırıcılığı olmuyor.

İki.

Kayahan ölünce ismi de serveti de ikinci eşiyle kızı arasında sorun oldu.

Yıllardır sürüyor anlaşmazlık.

Bu sürede epeyce kez mezarında ters dönmüştür Kayahan.

İkinci eşi, yeni eşiyle Kayahan’ın servetinin keyfini sürüyor,  kızı isyanlarda.

Siz siz olun, şöhret olsanız da olmasanız da, servetiniz az da olsa çok da, yaşarken ve de sağlıklıyken vasiyetinizi yazıp notere tastikletip bir kenara koyun.

Belli mi olur insan yolda yürürken ölüveriyor.

Varisleriniz sizden sonra sorun çıkarıp sizi unutacak noktaya gelmesinler.

 

“ÇOCUK ALINMAYAN RESTORAN”

Dünyanın bir kısmı varlık yokluk savaşında. Ülkemin bir kısmı yangında evini kaybetmiş, bir kısmının halâ balçık altında evladı, anası, babası var.

Dehşet içindeyiz.

Ama Hürriyet Gazetesinin ana tartışma konusu restorana çocuk alınması meselesi.

Hürriyet’in gazeteciliğine ben “Marie Antoinette gazeteciliği” diyorum.

“Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” gazeteciliği.

Böyle zor günlerden geçerken, çocuğuyla hangi restorana gideceğini sorun edenlere ben, “ziftin peki” restoranı var oraya gidin derim.

Milletin çocuğu sel altında daha bulunmamışken.

 

FENERBAHÇE BUNU HAK ETMİYOR

Marka olmak için çok zaman, emek ve para harcanır.

Markayı korumak için ise daha çok zaman, emek ve para harcanır.

O markanın üzerine titremen, gözün gibi koruman gerekir.

Türkiye’nin en eski kulüplerinden Fenerbahçe, 1907’den bugüne uzun ve zorlu bir yol yürüdü.

Dev ve güçlü bir marka oldu. O markayı gururla taşınan bir logoyla simgeleştirdi.

Taraftarı için kutsal bir hazine oldu o logo. Değeri ölçülemez.

İşte o değeri ölçülemez markaya değer biçip Puma’ya sattı FB yönetimi.

Küresel marka Puma geldi FB logosunu silip attı.

Olacak şey değil ama Fenerbahçe’de oldu!

Puma Fenerbahçe logosunu formadan attı, yerine tam sekiz tane (o kadar sayabildim) kendi logosunu koydu.

Puma mı aptal, FB yönetimi mi Puma’dan zeki?

Gol atan futbolcu öpecek logo bulamadı ne acıklı.

Ve ne bir FB taraftarı sokağa döküldü ne de eski bir Fener yöneticisi.

Bu neyin kafası, neyin göz kararması, nasıl akıl tutulması anlamış değilim.

 

GALATASARAY’IN İLETİŞİMİ

Uzunca bir süredir Galatasaray’ın iletişimi marka değerinin hak ettiği gibi yönetilmiyordu.

Sorun, iletişim işinin yönetime yakın birilerine verilmiş olmasıydı ki aylar önce bunu yazmıştım.

Şimdi deneyimli bir isim Ahu Özyurt, kurumsal iletişimden sorumlu oldu. İyi de oldu.

Ahu’ya tek uyarım, kulüp yönetiminin kendisini televizyoncu kimliğine hapsetmesine izin vermemesi.

 

AKLIMDA KALAN

Zamparadan efsane yaratmaya kalkmak:  Müzisyen Mehmet Teoman, bir anı kitabı çıkarmış: “Anılar Saçılmış Odaya, Her Yere.” Keşke saçılmasaymış, efendi efendi çekilip gitseymiş. Adam bildiğin en tiksindirici zampara türünden. Bir kadından diğerine atlamış durmuş. Kimler yok ki adamın defterinde, Nükhet Duru, Zuhal Olcay, Neslihan Yargıcı, Figen Batur, Pakize Suda ve daha kimler… Teoman hakkında yazı yazanlar, belli ki kendisiyle masa arkadaşı olduklarından adamın bu kaba zamparalığını övüyorlar. Güya adını saydığı kadınları üzecek, incitecek detay vermiyormuş! Daha ne yapacak? Yatak pozisyonlarını mı yazacak? İsmi geçen kadınlardan biriyle konuştum, “adamın isminden bile tiksindiğini, kadınları ve sosyal ilişkilerini kullanarak beslenen bir tip olduğunu” söyledi. Bence yaşlanmış ve yalnızlaşmış bir zamparadan daha acıklısı yoktur, “halâ ben buradayım” anlamında pek çok kadını ifşa eden kitabı protesto eden kimse

Diğer Yazıları