Afrin’le gelen kozlar ve sahadaki gerçekler
Habertürk yazarı Nihal Bengisu Karaca yazdı
FIRAT Kalkanı Harekâtı, Cerablus ve El Bab’da terörden arındırılmış ve göç etmeye zorlanan ahalinin yeniden vatanlarına dönmelerini sağlamıştı. Zeytin Dalı Harekâtı ise “Alınamaz, girilemez” denilen Afrin’in kontrolünü sağlayarak Türkiye’nin Suriye’deki varlığını daha başka bir boyuta taşıdı. Fırat Kalkanı’nda hadise, tüm dünyanın alt edilmesini istediği IŞİD (DEAŞ) tehdidi idi, bu nedenle Türkiye’nin Cerablus, Azez gibi yerlere müdahalesi tedirginliğe neden olduysa da itiraza konu olmadı. Başta ABD olmak üzere herhangi bir ülke, Fırat Kalkanı Harekâtı’na itiraz etseydi kendi teziyle ters düşme riskini göze almak zorunda kalırdı.
Ancak Afrin’le ilgili durum pek çok açıdan zorluydu.
Bir kere Batılı liberal demokrasilerin “IŞİD’e karşı kahramanca savaşıyor” gözüyle baktığı bir terör yapılanmasıyla mücadele etme durumu söz konusuydu ve bu işi hayli zorlaştırıyordu.
Ayrıca Esad’la üstü örtülü savaş verilen dönemlerin ardından 15 Temmuz darbe girişiminin de baskısıyla oluşan yeni şartlarda önceliklerini değiştiren Türkiye’nin; Esad’la perde arkasından irtibat kuran, Suriye rejiminin müttefikleriyle Astana sürecini yürüten bir ülkeye dönüşmüş olması gibi bir durum söz konusuydu ve bu durum “Türkiye eser gürler, şartlar değişince siner, perspektifini değiştirir” algısına sebep olmuştu.
CİDDİYE ALMALILAR
Afrin’in, temiz; sivil kayıplar söz konusu olmadan, uluslararası camia denilen “belirleyici” nüfuz odaklarına hayati önemde kullanışlı malzemeler vermeden kontrol altına alınmasıyla Türkiye, aleyhindeki küçültücü yaftaları hak etmediğini gösterdi. Uzun zamandan beri ilk kez, hem söyledi hem yaptı, daha da önemlisi yapmaya devam edeceğini kanıtlamış oldu.
Dolayısıyla, gerek Moskova gerekse Washington artık, Türkiye’nin YPG-PKK’yı Münbiç, Kamışlı ve Kuzey Irak’tan çıkarma ilanını daha fazla ciddiye almak zorunda.
Elbette böyle bir harekâta girişecek Türkiye’nin önündeki engeller, Afrin yolunda çıkan engellerle kıyaslanmayacak kadar büyük olur. Rusya destekli Şam rejiminin, Zeytin Dalı Harekâtı’na paralel olarak yaptığı “Guta” katliamı hem Türkiye’nin önceliklerini değiştirmesinin ve Zeytin Dalı mesaisinin sunduğu imkânı “değerlendirme” amacı taşıyordu, hem de mesaj içeriyordu. Ama aynı anda her cephede savaşamayacağını ve “Her şeyin sırası var” görüşünü benimsediğini düşündüğüm Erdoğan, zorunlu olarak işbirliği içine girdiği Rusya ve İran’la kurduğu ittifakı sürdürerek, aynı zamanda Afrin başarısının içerdiği yeni realiteyi Washington’un gözüne sokup ABD’yi masaya oturmaya ve gerçekçi sözler vermesini sağlamaya zorlama fırsatını elde etti: “Münbiç’i temizle, öyle konuşalım.” Türkiye’nin müdahale kararına bağırıp çağıran Irak hükümetine rağmen PKK’nın “Sincar’dan çekilme kararı” almasını da aynı paranteze alarak okuyun.
MESELE TERÖRLE
Türkiye’nin Afrin Harekâtı’nı eleştirenler “acı ama gerçek” olan Suriye manzarasını görmek istemiyorlar. Esad’ın aşılamamış/yenilememiş olması ile Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması hayal oldu. Şam rejimi dahil herkes bunun farkında. Tablo ortada: Çok büyük bir değişken dinamik söz konusu olmazsa rejim, Rusya ve İran’ın nüfuzu ülkenin batısı, Şam ve kıyı kentlerinde geçerli olacak. Güneyde giderek tonlamasını yükselten ve ciddi bir itirazla da karşılaşmayan İsrail’in sözü geçecek. Tabii Ürdün de var. Doğuda Pompeo ve Bolton eliyle üslerine daha da sıkı sıkı sarılacak olan ABD’yi göreceksiniz. Kuzeyde ise elbette Kürtler olacak, ama ABD ve Rusya ile yürüttüğü dengeli politikalarla Zeytin Dalı’nı belirli bir noktaya getirmiş Türkiye’nin nüfuzu söz konusu olacak. Tabii işler “yolunda” giderse.
Tam bu noktada “Afrin’in kontrolü” dediğimiz şeyin çok kapsamlı bir olgu olduğunun idraki önemli. Afrin bugün, bu topraklarda PYD-YPG’den önce var olan 12 ayrı Kürt grubunun tekrar bölgelerine dönmesi, hayatın normalleşmesi bağlamında hayati önem taşıyor. Çünkü Türkiye’nin meselesinin Kürtlerle değil, terörle olduğu; bilakis Kürtlerin kardeşinin ve hamisinin Washington, Moskova ya da bunların kontrolünde bulunan aparatçik yönetimler değil, bilakis Türkiye olduğu duygusunun güçlü bir biçimde tezahür etmesini sağlayacak pilot bölge.