Ahmet Türk'ten 'Ceylanpınar' çıkışı: Çok iyi biliyorum ki, bunu PKK yapmadı
HDP'nin önde gelen isimlerinden Ahmet Türk, referandum sonrasında başlayan “Kürt seçmenin tavrı farklı” tartışmasına ilişkin görüşlerini açıkladı.
HDP'nin önde gelen isimlerinden Ahmet Türk, referandum sonrasında başlayan “Kürt seçmenin tavrı farklı” tartışmasına ilişkin görüşlerini açıkladı.
El Cezire Türk’ten Gonca Şenay’a konuşan Ahmet Türk, “Ben şahsen başkanlık sistemine karşı değilim” dedi.
Türk, iki polis memuru evlerinde uyurken başlarına sıkılan kurşunla şehit edildiği Ceylanpınar olayı hakkında da, "Çok iyi biliyorum ki, bunu PKK yapmadı." dedi.
İşte Ahmet Türk’ün röportajının ilgili bölümleri…
- Referandum sonuçlarıyla başlayalım. Bölge, “hayır” dedi büyük çoğunlukla ama 1 Kasım seçimlerine göre HDP tabanından yaklaşık 450 bin seçmenin “evet” oyu verdiği görülüyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Referandumun yapıldığı şartları göz önünde tutmak lâzım. Olağanüstü hal olan bir dönem. Âdeta sıkıyönetimi andıran bir süreç içinde referanduma gidildi. 85 belediyemize kayyum atandı. Yine, devletin valisinden kaymakamına bütün imkânları kullanarak, her türlü yöntem ile seçim çalışması yaptılar. Bölgede AKP teşkilatının milletvekillerinin hiçbir etkinliği olmadı. Ama valiler, kaymakamlar müthiş bir baskı yaptılar. Belediyenin tüm imkânlarını kullandılar. Valiler, kaymakamlar her gün muhtarları çağırarak tehdide varan bir dil kullandılar. Aslında dikkatle bakıldığı zaman oyumuzun azalmadığını, arttığını görürsünüz. Şehir merkezlerine bakın meselâ, Kızıltepe’de yüzde 70’in üzerinde oy aldık ama kırsala gittiğimizde kanaat önderleri ve muhtarlar üzerinde bir baskı oluşturuldu. Kırsalda oyumuz düştü. Şimdi Mardin, Van, Bitlis gibi üç önemli ilimizde kırsal alan çok geniş. Kırsalda baskı olunca oy düştü. Kırsal ile merkez arasında bir denge yaptığınız zaman görüyorsunuz ki, merkezde insanlar kontrol edilmediği için oyunu veriyor, yüksek çıkıyor. Yani, buna oy kaybı demek doğru değil. 350 bin seçmen yer değiştirmiş. Bu yer değiştiren insanların çoğu imkânsızlıklar içinde. Gidip oy kullanabilecek durumları yok. Bütün bunlar oy kaybı olarak nitelenemez. Mardin Büyükşehir Belediyesi’nin tüm imkânları alınmış, “Oy vermezseniz sizi terörist ilan ederiz. Oy vermezseniz size hizmet götürmeyiz” denilen koşullarda seçime gidildi. Buna rağmen halk direndi, onurlu davrandı. Ben bütün seçim boyunca, “İnanıyorum tüm baskılara, bizim yanlışlarımıza rağmen bu halk onurlu bir duruş gösterecektir” dedim. Gerçekten de öyle oldu.
“BEN ŞAHSEN BAŞKANLIK SİSTEMİNE KARŞI DEĞİLİM”
- Oy kayması diye nitelediğimiz, “evet” oylarındaki artış eğiliminin sadece bir kaç ilde değil, bölgedeki 11 ilde birden gerçekleştiğini biliyoruz. Bu, Kürt seçmenin sistem değişikliği talebi olarak değerlendirilemez mi?
Ben, zaten daha önce de başkanlık sistemine karşı olmadığımızı, bir sistem olarak Türkiye’de uygulanabileceğini, merkezi hükümetin bazı yetkilerinin bölgelere devredilebileceğini, yerinden yönetimin başkanlık sistemi ile mümkün olabileceğini söylemiştim. Ama, bugün getirilen başkanlık sistemi değil. Tüm kurumların denetim altına alındığı, yargının ve diğer faaliyetlerin bir kişinin vereceği karara göre şekillendiği bir sistemi başkanlık sistemi olarak kabul edemeyiz. ABD’de de başkanlık sistemi var ama federal bir savcı başkanın göçmenlerle ilgili politikasını boşa çıkarabiliyor. Burada böyle bir şey yok. Yargıç bir mahkemede karar veriyor, ikinci gün yargıç görevden alınıyor, hakkında inceleme başlatılıyor. Burada bir denetim mekanizması yok, otoriter rejime dönüşen bir durum. Yoksa, ben şahsen başkanlık sistemine karşı değilim.
- Bu oy kaybı değerlendirmelerinin altında biraz da hendek çatışmalarıyla birlikte seçmenin HDP ile arasına bir mesafe koyması yatıyor. Seçmen, sizin de aralarında olduğunuz belediye başkanlarının yerine kayyum atanmasına ya da eşbaşkanlar ve milletvekillerinin tutuklanmasına tepki göstermedi. “Oy kaybı yok” diyorsunuz ama, siz seçmenin bu duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim siyasetimizde eksiklerimiz olabilir. Halk bize kırgın olabilir ama kesinlikle devlete öfkelidir. Bu durum, halkın devletin politikalarını veya referandumda yapılan değişiklikleri tasvip ettiği anlamına gelmiyor. İnanın ki, 1000 tane yöneticiyi AKP’den alsanız AKP diye bir parti kalmaz. Şimdi 1000’in üzerinde yöneticimiz tutuklu. Seçimlerde çalışma yapacak tek insan kalmadı. Kalanlar da rahat çalışamıyor. Şimdi efendim, “Kürtler oy verdi, bölge halkı destek verdi”. Öyle değil. Tamamen baskı sonucu düştü bu oylar. Korucular yetmedi, köy bekçiliği oluşturuldu. Eskiden tamamı bize oy çıkan köyde, artık muhtar kendisini korumak için 40-50 oy verdiriyor.
"HALK KIRGINLIĞA RAĞMEN TEPKİSİNİ ORTAYA KOYDU"
- Peki, seçmeni ile HDP’nin ilişkisi klasik bir seçmen parti ilişkisi değil. Fakat, siz de ifade ettiniz, bir kırgınlık var. Bu ilişki, kırgınlığa sebep olan hendek olaylarının öncesine dönebilir mi yeniden?
Aslında bir kırgınlık, bir eleştiri vardı ama devlet öyle bir güvenlikçi politika izledi ki, halk bu kırgınlığa rağmen tepkisini ortaya koydu. Hani, birileri yanlış yapar diğeri de üzerine gidip daha fazla yanlış yaptığı zaman onun bir faydası olmuyor. Kırgın olan halk, devletin gerçekten büyük baskı yaptığının ortaya çıkmasıyla o kırgınlık yerine yeniden bir öfkenin gelişmesine neden oldu. “Biz her şeyimizi verdik. Bu hendek nedir?” diyen insanlar bile devletin daha sonra izlediği politika ile acımasızlığı gördü. Kırgınlığı unuttu.
- Bu kırgınlık unutulsa bile, HDP siyasetindeki değişim ihtiyacı ortadan kalkıyor mu sizce? Şöyle yakın geçmişe dönüp baktığınızda sizce, HDP için kırılma noktası neydi? “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı mı, Türk solu ile birleşme mi oldu? Ya da, siz bir kırılma noktası olduğunu düşünüyor musunuz?
Siyaset bir sabır işidir. Gerçekten her cümleyi, her kelimeyi ölçüp tartmak gerekir. Hele hele bizim gibi demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren insanların ufku geniş, sabırlı olması gerekiyor. Başka bir örnek vermek istiyorum ben. Meselâ Erdoğan, 7 Haziran seçimlerinde istediği sonucu almayınca Dolmabahçe sürecini bitirmeye karar vermişti. Ama hemen arkasından bazı eylemlerin yapılması, kimin bu süreci bozduğuna dair halkın kafasında soru işaretleri ortaya çıkardı. Ben olsaydım Erdoğan, Dolmabahçe mutabakatını bozduğunu ilan edinceye kadar sabırla beklerdim. Halk kimin bozduğunu görürdü. Burada bir sabırsızlık yaşandı. Buna benzer durumlar var. Yoksa, bence Kürt siyasetinin çok ciddi yanlışları olmadı. Demokratik siyasetin ciddi yanlışları olmadı. Sonuçta, “Seni başkan yaptırmayacağız” kelimesini Genel Başkan siyaseten kullandı. Belki ben olsam bunu kullanmazdım, gerek duymazdım. Ama bu, tamamen bu ifadeden kaynaklanan bir oy düşüşü denemez. Ceylanpınar olayı meselâ. Çok iyi biliyorum ki, bunu PKK yapmadı. Zaten daha sonra da ortaya çıktı. Ama PKK yapmış gibi çok iyi kullanıldı.
(Editörün Notu: 22 Temmuz 2015 günü Şanlıurfa Ceylanpınar’da iki polis memuru evlerinde uyurken başlarına sıkılan kurşunla şehit edildi. PKK saldırıyı önce, “Suruç’taki canlı bomba saldırısına misilleme olarak” yapıldığını açıklayarak üstlendi. Birkaç gün sonra ise KCK’nın dış ilişkiler sorumlusu Demhat Agit, saldırıyı PKK’nın değil “Bağımsız, kendi içlerinde örgütlenmiş olan yerel güçlerin” yaptığını söyledi.)
Tüm bunlar sabırsızlıktan kaynaklanıyor ve soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Eğer siz demokrasi ve özgürlük mücadelesi veriyorsanız, kafalarda hiçbir soru işaretinin olmaması gerekir. Bence, Türk halkının da bu sürece müdahil olması lâzım. Gerçekten, kimin barıştan yana olduğunu, kimin olmadığını herkesin görmesi lâzım. Meselâ, Kolombiya’da FARC diyor ki, “Devlet üzerimize geldiğinde biz tüm dünyaya çağrı yapıyorduk. Savaşmak isteyenin biz olmadığını, devletin üzerimize geldiğini söylüyorduk” diyor. Buna benzer olaylarda çok hassas olmak, tartışmalara neden olmayacak bir açıklıkta siyaseti yürütmek gerekiyor. Neyse o, şahıslarla uğraşmak yerine ne istediğimizi, niçin bu mücadeleyi verdiğimizi çok doğru bir şekilde ortaya koymamız gerekiyor. Kürtler bugün ortak demokratik gelecek için mücadele veriyorsa taleplerini, isteklerini çok rahatlıkla açık bir şekilde ortaya koymalı. Meselâ, kafamızda Türkiye’yi bölme yok. Bunu açık bir şekilde ortaya koymak gerek. Herkesin kendini özgürce ifade edebileceği eşit ve adil bir yönetime ihtiyacımız var. Ama bilerek vatan, bayrak diyerek o milliyetçi, apolitik kesimi elinde tutmak için toplumu ayrıştırmaya çalıştılar. Birisi vatan haini, birisi vatansever olan bir siyaset izlendi. Buna izin vermemek lâzım.