Alev Alatlı'nın Eğitim Sistemimize Yaklaşımı
Alev Alatlı, hem bir entelektüel hem de Kapadokya Üniversitesi’ni kurup hayata geçiren bir uygulamacı olarak Türkiye’de eğitimin nasıl olması gerektiği ile ilgili önemli ürünler ortaya koymuştur. Bu nedenle eğitim sistemimize yaklaşımı kapsamlı değerlendirmeleri hak etmektedir. Bu hak edişe küçük bir katkı yapmak için bu yazıda Alatlı’nın eğitimin nasıl olması gerektiği ile ilgili oldukça kapsamlı ve hacimli bir rapor olan ‘İSO Çalıştayı Sonuç Raporu’ (Alatlı, 2016) na dayalı olarak ele alınmakta ve eğitimin nasıl dönüştürülmesi ile ilgili görüşleri değerlendirilmektedir.
Kitleselleşme-Elitizm Çatışması
Alatlı, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de beşeri sermayenin niteliğini artırmak için temel eğitimden ortaöğretime ve yükseköğretime kadar eğitimde kitleselleşme eğiliminin farkındadır. Kitleselleşmenin toplumsal açıdan sağladığı iddia edilen faydayı eleştiren Alatlı, kitleselleşmenin beraberinde kalitesizliği getirdiğini ve bu yolla elitizmin de yok edildiğini iddia etmektedir. Anti-elitist kitleselleşme Alatlı’ya göre sıradanlaşmaya yol açmakta ve nihayetinde üstün veya özel yeteneklilerin horlandığı ve aşağılandığı bir ortam oluşturmaktadır (Alatlı, 2016):
"Popülist dogma dedikleri, 21.yüzyılda dünyayı etkisi altına aldığı gözlemlenen 'anti-eliti'” akımın çıktısı oluyor. Hemen ifade edelim ki, burada 'elit'ten murat, toplumun üretim araçlarını elinde tutan varsıl kesim ya da ülkemizdeki 'Beyaz Türkler' yakıştırmasının ima ettiği ayrıcalıklar manzumesi değil; belirli bir alanda titiz çalışma yürüten, zahmetli bir konuda uzun soluklu liyakat sergileyen, tıp, hukuk gibi özellikli alanlara adanmış, derin eğitimleri, disiplinleri, başarıları veya erdemleri ile öne çıkmış kişilikler. 'Anti-elitism' bu kesimi hedef alırken, emek, adanmışlık, süreklilik sonucu ulaşılan kazanımları küçültmeye, genç kuşaklara 'rol modeli' olması beklenen ehil dehaları sıradanlaştırmaya yöneliyor.
'Picasso da kimmiş, ben de onun kadar çiziktiririm' ya da 'Itrî de kimmiş, uykumu getiriyor' ya da 'Halil İnalcık da kimmiş, Osmanlı tarihini bilsem ne yazar?' şeklindeki ruh halinin yaygınlaşması, farmakolojiden fiziğe, felsefeden matematiğe hemen her alanda akademisyenleri, eğitimcileri, kültürel etkinlikleri baskılayan mukavemetle sonuçlanıyor. 'Anti-elitism”' ülkemize özgü değil, uluslararası bir salgın. '21.yüzyıl filistinizmi' deniyor, üstün zekâların, sıra dışı vasıfların hor görüldüğü ortam, gelişmiş ülkelerin tümünde 'sıradanlaşmayı' yüceltiyor.”
Eğitimde kitleselleşme toplumun başta dezavantajlı kesimler olmak üzere tüm kesimlerinin eğitimle buluşmasına imkân sağlamaktadır. Erişimin kaliteli olabilmesi için atılması gereken çok sayıda adım vardır, dolayısıyla eğitimde kitleselleşmenin kalite odaklı gerçekleşmesi oldukça zor ve zaman alıcıdır. Elitist bir yaklaşımla eğitime erişim sorunu dahi çözülemezken genç nüfus için eğitime kaliteli erişim nasıl sağlanabilecektir? Alatlı’nın bu soruya cevabının iki-boyutlu olduğunu, kitleselleşmenin elitizmi koruması ve eğitim temelli bir kültürel reformun gerçekleştirilmesi gerektiği şeklinde olduğunu düşünüyorum: eğitimde elitizmi koruyan bir kitleselleşme ve eğitim temelli kültürel reform.
Eğitimde Elitizmi Koruyan Bir Kitleselleşme
Aslında Alatlı’nın vurguladığı, elitizmin ülke için çok önemli olduğu ve kitleselleşmeye kurban edilmemesi gerektiğidir. Bir başka deyişle, elitizmin kitleselleşmenin önünde engel olmadığı, bir taraftan kitleselleşme ile kitlelerin eğitime erişimi artırılırken aynı zamanda mevcut kalitenin korunduğu ve daha da iyileştirildiği bir sürecin yürütülebilmesinin mümkün olduğudur. Yoksa Alatlı’nın elitizm uğruna kitlelerin eğitime erişiminin engellenmesini savunduğu veya eğitimde kitleselleşmeye karşı olduğu düşünülemez. Dahası Alatlı, bu bağlamda soruna çok daha pragmatik yaklaşmakta ve yapılabileceklerin beklenmeden yapılmasını salık vermektedir (Alatlı, 2016):
“Öte yandan, az önce de ifade ettiğimiz gibi, 21.yüzyılın durup bizim ona yetişmemizi bekleyecek hali yoktur. Hal buyken, uçurumun her iki yakasında konuşlanmış gençleri iyileştirmek, demokratik bir toplumda mutmain yetişkinler olarak yaşayabilmelerine elveren beceriyle donatmak durumundayız. Türkiye, ne yüksek teknoloji eğitiminden, ne de elifi görse mertek zanneden lise mezunlarını ekonomiye entegre etmekten geri durabilir.”
Dolayısıyla Alatlı, beşeri sermayede hiçbir yeteneğin ıskalanmaması gerektiğini savunmaktadır. Ancak, dünyada özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası temel eğitimden ortaöğretim ve yükseköğretime kadar kitleselleşme evresinin sağlıklı sonuçlar üretmediğinin altını çizer. Bu yaklaşımın özellikle eğitimin genel niteliğini düşürerek asıl amacından uzaklaştırdığını, toplumsal bir mutabakat zemini hazırlarken yüksek nitelikli sonuçların ikinci plana itildiğini ima etmektedir. Alatlı’ya göre söz konusu süreç derinleşmeye müsait ve ülkenin geleceği için çok önemli olan yetenekleri ıskalamakta ve topyekûn bir sıradanlaşma ve nihayetinde kültürel popülizme yol açmaktadır. Alatlı, bu yargısını farklı ülkelerden örneklerle desteklemektedir. Bu nedenle Alatlı, ısrarla kitleselleşme uğruna özel yetenekli az sayıda insanın ihmal edilmemesi gerektiğini vurgulayarak bunlara gerekirse pozitif ayrımcılık yapmayı salık vermektedir.
Diğer taraftan Alatlı’nın, elitizm-kitleselleşme çatışması ve kitleselleşmeye elitizmin feda edilmemesi vurgularını ağırlıklı olarak yükseköğretim için kullandığı görülmektedir. Bu bağlamda elitizmi koruyan kitleselleşme yaklaşımını ‘düalizm’ ile açıklamaktadır. Alatlı’nın düalist eğitim yaklaşımında elitist eğitimi ‘eğitimi kendi içinde başlı başına bir amaç’ olarak tasarlayan bir akademik eğitim, kitleselleşmeyi ise ‘eğitimi bir araç’ olarak tasarlayan bir mesleki eğitim olarak tanımlamaktadır. Alatlı, bu yaklaşımdan yola çıkarak yükseköğretimi akademik ve mesleki olarak düalist bir yaklaşımla yeniden yapılandırmayı önermektedir. Bir başka deyişle, Alatlı’nın düalist yaklaşımında akademik yükseköğretim elitizmi temsil ederken, mesleki yükseköğretim yükseköğretimde kitleselleşmeye tekabül etmektedir. Sonuçta, akademik yükseköğretimin birinci önceliği meslek edindirme olmayıp, kendisine yüklenen bu sorumluluğu mesleki yükseköğretime devretmektedir.
Alatlı, mesleki yükseköğretimi bu bağlamda güçlendirmek ve iki yıllık eğitimin yetmeyeceği bazı meslekler için meslek yüksekokullarına ilaveten uygulamalı bilimler fakültelerinin kurulabileceğini önermekte, bu yeni fakültelerin meslek yüksekokullarını güçlendireceğini düşünmektedir. Kısacası, Alatlı tek tip yükseköğretim sistemi yerine çeşitliliğe sahip bir yükseköğretim sistemine vurguda bulunmaktadır. Kaldı ki bir yükseköğretim kurumunun hizmet alanına uygun ve kendi ölçeğinde nitelikli hizmet vermesi, misyonunda olmayan alanlarda varlık göstermediği için onu değersiz de kılmaz. Aslolan tanımlanan hizmet alanı/alanlarında kaliteli hizmet sunulması ve dolayısıyla değer üretilmesidir. Bir diğer ifadeyle, yükseköğretimde çeşitlilik aslında yükseköğretime erişim ve kalite arasında bir denge oluşturarak ‘derinliği’ sürdürülebilir kılmaktadır.
Eğitim Temelli Kültürel Reform
Alatlı kültürel popülizm tuzağına düşmemek için özellikle özel yeteneklileri merkeze alarak derinliği artıran eğitim temelli bir kültürel reformun mümkün olduğunu vurgulamaktadır (Alatlı, 2016):
“Bize göre, 21.Yüzyılın ilk çeyreğinde kotarılacak eğitim temelli herhangi bir kültürel reform, her şeyden önce seçkin ile ünlü arasındaki farkı çarpıtmadan, saptırmadan ortaya koymalıdır. Sanatta, edebiyatta, fende, en ünlüleri değil, en iyileri onurlandıracak bir düzenek geliştirmeli, kültürümüzü basın ve medyada yuvalanmış vasat jürilerin tahakkümünden kurtarmanın yolunu bulmalıyız. Gerçek şu ki, bin tane çokbilmiş sütun yazarı, bir Cemil Meriç, bir Halil İnalcık, bir Oktay Sinanoğlu, bir Aziz Sancar etmemektedir.”
Alatlı bu bağlamda kültürel popülizmden kaçınabilmek için panzehir olarak “derinlik”i önermektedir. Derinliği sağlama ile ilgili atılacak adımlar kültürel popülizmle mücadele etmeye yönelik olup eğitimde dil-kültür ilişkisinin güçlendirmeyi hedeflemektedir. Alatlı bu bağlamda birinci vurguyu Türkçe-mantık-matematik saçağının sağlamlaştırılmasına vermektedir. Bu bağlamda bir diğer adım kozmoloji öğretimini kapsamaktadır. Alatlı’ya göre kültürel reform bu açılımlara ilaveten din bilim/teoloji tarihi, beşeri ve iktisadi coğrafya, ekonomi, yönetim/siyaset bilimi, birlikte yaşama bilgisi/hukuka giriş, Türk Demokrasi Tarihi/Yakın Tarihini de kapsamalıdır.
Özetle, Alev Alatlı, eğitimin güçlendirilmesi ve yeniden yapılandırılmasıyla ülkemizin 21.yüzyılda yoluna çok daha güçlü bir şekilde ilerleyebileceğine inanan, bu yönde yazıları ve eserleriyle yön vermeye çalışmış, üstelik bu girişimini düşünce boyutunda tutmayıp Kapadokya Üniversitesi ile uygulamaya da koymuş ülkemizin yetiştirdiği ve yakın zamanda kaybettiğimiz çok önemli bir entelektüelidir. Dolayısıyla, Alatlı’nın eğitime yönelik tasavvurunun açılması ve teşrih edilmesi son derece önemlidir.