Almanya'nın soykırım kararının ardından gerçeklerle yüzleşme zamanı
VE Alman Federal Meclisi de Türkiye'nin sürekli yumuşak karnı olan ve siyasi istismar vesilesi olarak kullanılan Ermeni meselesinde 1915 olaylarını 'soykırım' gören tasarıyı kabul etti.
Hem de 11'i Türk kökenli 631 milletvekilinin olduğu meclisinde sadece 1 Alman kadın vekilin hayır dediği bir çoğunlukla.
En traji komik olan bölümü de tarihinde Yahudi soykırımı ile anılan bir ülkenin bu konuda Türkiye'ye ayar vermeye kalkması.
Burada duralım. Kendimize bir kaç soru soralım...
-Kızdık mı? Evet
-Şaşırdık mı? Hayır.
-İlk kez mi karşılaştık? Hayır.
-Bu son mu olur? Hayır.
-Daha çok büyükelçi çeker miyiz? Evet.
-Peki bundan sonra ne yapmalıyız? Artık etkisini kaybetmiş eskiden yapılmış neler varsa onları yaparız.
-Bu kafa ile bir yere varabilir miyiz? Hayır.
-Bırakın diplomatları sıradan bir vatandaş bile geçmişteki olaylara bakıp artık Türkiye'nin ne yapacağını tahmin edebilir mi? Evet:)
GELENEKSELLEŞEN TÜRKİYE TEPKİLERİ
Tabii ki dün kararın çıkmasının ardından; artık gelenekselleşen klasik Türkiye tepkileri ve birbirinden duygusal açıklamalar yağmur gibi geldi.
Şüphesiz, geç kalmadan da tıpkı diğer ülkelerde geçen Ermeni tasarılarında olduğu gibi Berlin Büyükelçimizi de Ankara'ya çağırdık. Meclis'ten de HDP haricinde diğer partiler de ortak karşı bildiriler yayınladı.
ALMAN MALLARINA AMBARGO DERKEN
Hemen Alman mallarına ambargo, ilişkilerin dondurulması dahil ağzımıza aklımıza ne gelirse söylemeye başladık. Tabii, Alman malına ambargo deyince devletin en tepesinden başlamak üzere hemen Alman makam arabalarından inmesi lazım, o da ayrı konu. Alman malları meselesi bataklık gibi. Bence bu konuya açıklama yapacaklar resmi ağızlar daha sakin yaklaşsa iyi olur. Sonra komik duruma düşme de olabilir.
TABİİ Kİ TEPKİ GÖSTERİLMELİ
Neyse, konumuz başka. Tabii ki, Alman Meclisi'nin bu kararına tepki gösterilmeli. Olayın doğruluğu ya da yanlışlığı üzerine karar vermek tarihi objektif belgeler üzerine tarafsız bağımsız tarihçilerin işi. Siyasetin meclislerin değil. Yıllarca bu meseleye hiç girmek istemeyen Almanya'nın müthiş bir istekle aldığı bu kararın perde arkasında başka şeylerin olduğu da aşikar. Türkiye ile Almanya arasında yaşanan gizli krizler, Suriyeli mülteciler meselesi, Erdoğan'a perde arkası tavır şeklinde başlıklar sıralanıp gidiyor.
DÜŞÜNME ZAMANI
Ama işte tam bu noktada; artık Türkiye'nin de şapkasını önüne koyup düşünmesi lazım. Neden mi?
Çünkü artık etkisini kaybeden, her böyle olay sonrası, hafif gülümser bir tavırla dış dünyanın 'Türkler yine klasik elçilerini çekip, ilişkiler dondu der. Sonra 3 aya unutur' mırıldanmasını duymuyor musunuz? Yıllar önce Fransa'nın Ankara Büyükelçisi Paris'te Senato'dan benzer bir Ermeni tasarısı geçince bize 'Ya Türkler 3 aya unutur. Şimdi ses çıkarmıyoruz. Hep birlikte görürüz' demişti. Biz de acar diplomasi muhabirleri 'küstah elçi' diye standart bir Türk basını başlığı atmıştık heyecanla. Sonra ne mi oldu? Adam haklı çıktı. Tıpkı diğer ülkelerle yaşadığımız ve sonra sinirimiz geçince yaptığımız dönüşler gibi.
ELÇİ'NİN AÇIKLAMASI
Aslında bugün en güzel açıklamayı Berlin Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu yaptı. Ankara'ya hemen dönen Karslıoğlu, Alman parlamentosu kararı ile ilgili 'Almanya ile dostluğumuz sürecek. Duygusal bir karar aldılar. Ama biz duygularımızla değil mantığımızla hareket edeceğiz.' dedi.
Olması gereken bu. Önce ülkenin menfaatlerini düşünme meselesi. Ama ardından da papsamlı bir plan hazırlama zamanı.
Şimdi bugün yarın an meselesidir; TRT başta Ermeni soykırımı yalanı benzeri ardarda belgesel ve haberler yağmuru başlar. Ya, neden Türkiye'de bunun propagandası bu ülkenin vatandaşlarına yapılır ki. Burada zaten sorun yok. Mesele dış dünyaya diğer ülkelere anlatmak. Yıllarca saçma sapan lobi şirketlerine paralar döküldü. O işi de rant mekanizmasına döndürenler oldu. Hangi ülkede gündeme gelince yumurta kapıya dayandı misali panikle Ankara'dan heyetler gönderildi, oradaki elçilikler son anda seferber oldu.
Bu iş her kritik ülke üzerine bir stratejik uzun soluklu oyun planı ile olur. İlgili ülkedeki her basın kuruluşu, sivil toplum örgütü, siyasi partiler ve kanaat önderleri ile oya işler gibi yıllarca alt yapı kurulur. Bunun ayrı bütçesi olur. Akademisyenler seferber edilir, uluslararası platformlarda 'biz geldik siz de gelin beraber konuyu aydınlatalım' çağrıları yapılır.
Kabul etmek gerekir ki; Türkiye bu konuda iyi değil ve Ermeni diasporası ise her yeri benzer girişimler öncesi ilmik ilmik dokuyor.
Diyeceksiniz ki; adamların niyeti başka. Olabilir. Ama bunun önünü almak adına bu niyette olanları siyasi kozlarla caydırmanın veya lehte ikna etmenin de çok yolu var.
Bir kere Almanya kimilerine göre 3,5-4 bazılarına göre ise 5 milyona yakın Türkiye kökenliyi barındırıyor. Bu kadar büyük bir sayının normalde Almanya'yı titretmesi lazım. Almanya'da çok güçlü Türkler var. Ama olmadı. Diğer ülkelerde de benzer durumlar önceden yaşanmıştı. Peki neden olmuyor? Çünkü, biz maalesef yurtdışında belki birey olarak iyiyiz, başarılıyız. Ancak, iş beraber olmaya gelince olmuyor. Aksine, birbirini yok etme pahasına bir husumet bile yaşanıyor dışardıa Türkler arasında. Tamam birbirimizden nefret edebiliriz. Fakat bir milli meselede bu farklılıklarımızı bir kenara koyup bir araya gelemezsek ferdi başarıların ne anlamı var?
Sayıca çok az Ermeni diasporasının ya da Musevilerin dünya çapında nasıl beraber hareket ettiğini ve etkili olabildiğini göremiyor muyuz?
DÜNYADA DURUM
Almanya'daki bu karar ne ilk ne de son olacak. Bugüne dek dünyada 29 ülke parlamentosundan hem de bazılarında birden çok olmak üzere benzer kararlar çıktı. ABD'de 43 eyaletten de geçti. Berlin'deki bu kararın bağlayıcılığı olmasa da diğer kalan ülkelere Almanya gibi bir ülkede alınması motive etkisi yaratacaktır. Toprak ve tazminat talepleri gibi istekler de ara ara yine ısıtılacaktır.
HER YIL AYNI SAHNE
Her yıl Amerika'da 24 Nisan tarihi öncesi Türk Dışişleri için kabusa döner. Sonunda o da artık bir klasik halini almıştır. Türkiye tasarı Kongre'ye gelmesin diye bastırır. Gelmez ya da son anda geri döner. Ancak ABD Başkanı o günkü açıklamasında olaylara atfen 'büyük felaket' ifadesini kullanır. Ankara da, 'Kabul edilemez' falan diyerek yıllık ritüelini tamamlar. Defter o yıl kapanır. Ülkelerde bu konu gündeme geldiğinde o anda durduruyorsak orada defteri kapatiyoruz. Fakat Ermeni diasporası kapatmıyor. Daha sonra daha güçlü saldırıyor.
Ha biz bu arada ne yapıyoruz? Birbirimizi yiyoruz. Bulduğu her yerde herkes diğerini bitirmeye çalışıyor.
Ne mi oluyor? Yavaş yavaş yoruluyoruz. Tükeniyoruz...
Bu güzelim ülkede herkes sanki diğerini, diğerinin değerlerini yok edince kendi kazanacak sanıyor. Ne dinliyoruz, ne de birbirimize katlanıyoruz. Ama kazanan olmuyor; tek kaybeden de bu ülke ve vatandaş oluyor.
Sonra bir bakmışsınız, Almanya'dan bu haber geliyor. Tıpkı, yakın zamanda bizi kahreden onlarca yüzlerce insanımızın saldırılarda öldüğü olayları 'unutmayacağız' bahanelerine sarılmamız gibi yeni çıkıveren bir krizin sersemliğinde yavaş yavaş tükeniyoruz. İki slogan atıyoruz, kızıyoruz, birbirimize saldırıyoruz. Ama hiçbir şey olmuyor.
Kritik atamalar eli kulağında
Ahmet Davutoğlu'nun gidebileceğini hem de Mayıs ayında bir olağanüstü kongre ile Başbakanlıktan ayrılacağını 2.5 ay önce yazınca Türkiye'de gündem oldu. Aslında Ankara'da yağmur gibi akan kulisleri iyi bir süzgeçten geçirince bunları yazmak herkes için o kadar da zor değil. Sadece size kimin temennisini aktardığına, kimin gerçek haberi verdiğine dikkatle bakacaksınız.
Son yazılarımızdan birinde ise, Ankara'da çok önemli bir koltuğun yakında değişeceğini yazdım. Buraya da, uzaklardan bir ismin geleceğine işaret ettim. Ardından, bu koltuğun MİT Müsteşarlığı olduğuna dair tahminlerde bulunanlar oldu. Özellikle belirteyim bu konuda şu ya da bu diye söylemedim. Ama şimdi konuyu biraz açma zamanı.
MİT VE DIŞİŞLERİ
Ankara'da şu an çok ama çok önemli iki koltukla ilgili yoğun bir kulis bilgisi dolaşıyor. Biri Dışişleri Müsteşarlığı diğeri de tabii ki MİT Müsteşarlığı. Değişiklikler fazla zaman almaz deniyor. Davutoğlu'nun gitmesinin ardından ona yakın olduğu düşünülen Hakan Fidan'ın da gideceğini iddia edenler var. Ama bu konuda geçenlerde Ankara'da aktif konumda bir isim şunları söyledi: 'Hakan Fidan, Davutoğlu'na yakındır ama bir o kadar da Cumhurbaşkanı Erdoğan'a yakındır. Görevinde 6 seneyi bitirdi. Bu nedenle koltuğuna bir atama yapılabilir. Bu bir tasfiye olmaz. Hatta, Erdoğan'ın isteği ile milletvekilliği adaylığından çekilen Fidan'ı, birikimi ve tecrübesi ile geçici bir sefirlik görevinin ardından ileride siyasette de görürsek şaşırmamak lazım.' Bana ilginç geldi. Doğrudur. Bu koltuk için, Washington Büyükelçisi Serdar Kılıç ( daha önce MGK Genel Sekreterli de yaptı), Levent Göktaş ve İbrahim Kalın isimlerini söyleyenler var.
Bir son dakika bilgisi de; seçim kabinesinde İçişleri Bakanı olarak görev yapan eski Emniyet Müdürü, yeni İçişleri Müsteşarı Selami Altınok'un MİT Müsteşarı adayları arasına eklendiği yönünde...
Belki de sürpriz bir isim de hazırlanıyordur. Kimbilir, bekleyelim görelim.
Öte yandan, geçici hükümette Dışişleri Bakanlığı da yapan Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu da artık 7. yılını bu makamda bitirdi. Beklenti, ABD'de ya New York BM Daimi Temsilciliği ya da Washington Büyükelçiliği'ne yakında atanması. Yerine eğer Washington'a atanırsa yine buradaki Serdar Kılıç'ın (uzaklardaki isim) gelebileceği de konuşuluyor. Kılıç Dışişlerinin gözde isimlerinden biri olarak. biliniyor. Unutmadan, Dışişleri de enteresan yerdir. Burada da her an herşey olabilir. Buna yakında detayları açıklanacak İsrail (Tel Aviv'e atanacak isim taslak olarak bile belirlendi) ile yakınlaşma anlaşması ve Rusya ile ilişkiler de dahil.