Alparslan Türkeş’in Kemalizmle imtihanı
Ekim sayısında “Milliyetçiliğin Kemalizmle İmtihanı” konusunu kapağa taşıyan Derin Tarih dergisinde GYY Mustafa Armağan Türk milliyetçiliğinin sembol ismi Alparslan Türkeş’in Mustafa Kemal ve Kemalizm akımına nasıl baktığını gözler önüne serdi. Yazıdan alıntıladığımız bölümde, Türkeş’in milliyetçilik anlayışı ile Kemalist ideolojinin ne ölçüde bağdaştığını okuyoruz.
İsmet Paşa ile MHP’nin ve Türkeş’in 1944 yılındaki “tabutluk” günlerinden görülecek derin hesapları vardı ve hiçbir şekilde onunla uzlaşmaları mümkün değildi. Nitekim 1944 Milliyetçilik Olayı adlı kitabında Türkeş, İsmet Paşa’ya olanca nefretini şöyle dile getirecekti:
“Atatürk’ün ölümünden sonra 12 yıl Türkiye’yi tam bir diktatör olarak yöneten İsmet İnönü (…) akıl erdirilmesi mümkün olmayan bir kişidir. (…) Anlamayan, dalkavukluk edenlerin elinde çok zaman oyuncak olmuştur. (…) Nepotizm, yani hısım akrabalarını ve yakınlarını kayırma hastalığı, politikasının daima temeli olmuştur. (…) Zulüm, sindirme ve tedhiş havasının Cumhuriyet Halk Partisi’ni bile ne hale soktuğu son olaylarla iyice anlaşılmıştır. Yıllarca eşsiz, büyük adam veya “İkinci Adam” diye takdim edilen kişinin beş dakika ilerisini göremeyen bir insan olduğu olaylarla ispatlanmıştır. (…) Kurtuluş Savaşı’nın temel teşkilatlarından olan Cumhuriyet Halk Partisi’ni yıkmış, parçalamış ve Marksizmi nihai hedef olarak kabul etmiş olan fanatik bir grubun pençesine kaptırmıştır. (…) Bu ihtirası ve isabetsiz davranışı kendisi için ve memleketi için çok zararlı olmuştur.”
Eleştirisinin şiddetini satırlar ilerledikçe artıran Türkeş, İnönü yönetimini bakın nasıl terörle özdeşleştiriyor:
“Türk Silahlı Kuvvetlerini ihmal etmiş olan Milli Şef İsmet İnönü, en iptidai (ilkel) cihazlardan yoksun bırakmış olan Milli Şef İsmet İnönü, hatta yüzölçümü 800 bin kilometrekareye yakın bir vatan sathında nihayet sayısı 18 milyonu aşmayan bir insan yığınını besleyemeyen Milli Şef İsmet İnönü, sakat idaresini ayakta tutacak bir TERÖR SİSTEMİNİ SİNSİ BİR TİTİZLİKLE KURMAYI BAŞARABİLMİŞTİR.”
Siyasete giren Alparslan Türkeş, MHP’nin öncüsü olan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’nin 1967 tarihli Kurultay konuşmasında olsun, başkanlığa seçildikten sonraki teşekkür konuşmasında olsun yakın tarihle ve özellikle CHP ile arasına mesafe koymaya özen gösterecek ve özellikle Kıbrıs meselesi üzerinde dururken hükümetlerimizin Atatürk dönemi dahil politikasızlığını sert bir dille eleştirecekti:
“Yunanistan senelerden beri “Enosis” yaygaralarıyla Kıbrıs’ı ilhak etmek çabası göstermiştir. Bizim hükümetlerimiz ise maalesef ne dediğini ve ne istediğini bilmeyen insanlar gibi hareket etmişlerdir.”
Yine o günkü (1967) Türkiye’nin genel görünüşünü kısa çizgiler halinde kendine mahsus bir tarzda şöyle tespit eder Türkeş:
“Dudaklar çatlak, mideler boş, köyler karanlık, dağlar tepeler çıplak, halk yoksul, MİLLET DÜNE KÜSKÜN, gelecekten ümitsizdir.”
Milletin düne, yani yakın tarihe küskünlüğü bu tarihî konuşmada hususen dikkat çeken bir vurgudur ve MHP’nin ideologlarının Osmanlı’nın yıkılışına ne kadar üzüldülerse Cumhuriyetin kuruluş döneminde yapılan bazı milliyetçiliğe aykırı icraata da eleştirel ve mesafeli durduklarını gösteren önemli bir ipucudur. Bu küskünlük sadece 1944 Milliyetçiler Olayı diyebileceğimiz “Büyük Kavga”dan ileri gelmiyordu, aslında 1930’ların başında fikir öncüleri Nihal Atsız’a yapılan haksızlıklardan ve tabii Türk Ocakları gibi Türkçü düşüncenin filizlendiği bir kurumun Atatürk/CHP tarafından kapatılmasından da neşet ediyordu.
1930’larda açılan Kemalizm ile aralarındaki makas 1970’lerin sonuna kadar giderek genişleyecek ama 12 Eylül ve sonrasındaki ağır baskılar karşısında 9 Işık’ın yeniden formülasyonuyla başlayan dönüşüm süreci, mesafenin giderek kapanmasına ve bugünkü MHP’nin bir daha ne İsmet İnönü’nün ne de Atsız’da olduğu gibi Atatürk’ün eleştirilmemesi, hatta ikincisi ile aralarında herhangi bir pürüz bulunmadığı gibi steril bir havanın oluşmasına sebebiyet verecektir. Artık Türkeş’in kitaplarındaki İnönü aleyhindeki ağır sözler neredeyse söylenmemiş kabul edilmekte, Atatürk “Ulu Önder” ve Türkeş’ten önceki “Başbuğ” kabul edilmekte ve konuşma metinlerinde giderek İslamcı tınılar azalmakta veya vurgusunu yitirmekte, buna mukabil Türkçü vurgular artmaktadır.
Mesela MHP’nin 2019 seçim bildirisinde “ilâ-yı kelimetullah” veya “Türk-İslam ülküsü”nden bahsedilirken Atatürk de bağlayıcı bir ifadeyle yerini almıştır:
“Biliyor ve inanıyoruz ki, geride bıraktığımız yüzyılın başında Mustafa Kemal ATATÜRK’ün önderliğinde verdiği millî kurtuluş mücadelesiyle yeniden dirilişe geçen Türkiye, yeni yüzyılda da aynı ruh, azim ve heyecanla harekete geçerek “Lider Ülke Türkiye” ülküsüne en kısa zamanda ulaşacaktır.”
Oysa 42 yıl önceye gidildiğinde, 1977 seçim “beyannamesi”nin hiçbir yerinde Atatürk veya Mustafa Kemal vurgusu veya imasının geçmemesi şayan-ı dikkattir. 1977 beyannamesinde vurgu Türk Milletinin uyanması üzerine yapılmış, “Elbirliğiyle İstiklal Harbinde emperyalizmi yere sermiş, bağımsızlığımızı kurtarmıştık” denilerek bir kurtarıcıya veya “önder”e bağlanmak yerine kurtacı öznenin adresi olarak “millet” gösterilmiş, hatta Milliyetçi Hareket iktidarı”nın “bünyemizi tahribe yönelen İKİ YÜZ YILLIK TAKLİT HASTALIĞINI” nasıl tedavi edeceği onu “önce eğitim sistemimizi millileştirerek eğitimden, sonra da bütün diğer müesseselerden kaldıracakları” şeklinde izah edilmektedir.
Burada dikkatimizi çekmesi gereken ifade, vurguladığımız üzere ‘200 yıllık taklit hastalığı’dır. Yıl 1977 olduğuna göre başlangıcı 1777’ye kadar giden bu ifadenin kapsamına Atatürk ilkeleri ve inkılaplarının da girdiği açıktır ve bunun inkılapların taklitçiliğine yönelik örtülü bir eleştiri hatta suçlama olduğu açıktır. Ardından gelen cümle de Cumhuriyet’in Osmanlı’dan devraldığı ve devamcısı olduğu “taklit üzerine bina edilen eğitim sistemimiz”in “yarı aydınlar” yetiştirdiği ve bunların “milli değerlerimize yabancı ve hatta karşı kişi ve gruplar” oldukları, bunlardan “milletimizin çok çektiği”, bunun karşısına geçmişinin büyüklüğünü (mazinin azametini), Türklüğün devamını sağlayacak (demek Cumhuriyet Türklüğün devamını sağlayacak tedbirleri almamış) ve Türk milletini yüceltecek genç nesiller yetiştirilerek ‘demek yetiştirmemiş veya yetiştirememiş) çıkılacaktır.
Alparslan Türkeş’in muhtemelen 1970’li yıllardaki bazı metinlerinde İslamcılık vurgusu yanında doğrudan bugün “Atatürk inkılapları” diye dayatılan Batı taklitçiliğinin eleştirisi de yapılmaktadır. Buna bir misal olarak Yeni Ufuklara Doğru adlı kitabındaki şu cümleleri verebiliriz:
“Memleketimizde yıllardan beri milletimizi idare eden devlet adamları, yöneticiler, aydınlar büyük hataların içine düşmüşlerdir. İŞTE ZAMAN ZAMAN DEVRİMLER, İNKILAPLAR DİYE BÜYÜK SÖZLERLE ORTAYA ATILAN BİRÇOK HAREKETLER YAPILMIŞTIR. FAKAT BUNLARI TETKİK ETTİĞİMİZ ZAMAN BUNLARIN HEPSİNİN MAHİYETİ BATI MEMLEKETLERİNİN TÜKETİMİNİ TAKLİT HAREKETLERİNDEN İBARET KALDIĞI, BUNA KARŞILIK MEMLEKETİ REFAHA GÖTÜRECEK, MEMLEKETİ ZENGİNLEŞTİRECEK, KALKINDIRACAK, ÜRETİM SAĞLAYACAK HAREKETLERE YÖNELMEDİĞİNİ GÖRÜRÜZ. BÜYÜK HATADIR.”
Bugün asla kurulamayacak böyle bir cümleyi Türkeş’in Yeni Ufuklara Doğru adlı kitabında görmek şaşırtıcıdır ama o yılların Türkçü/milliyetçi literatürüne ve atmosferine hiç de yabancı değildir. Bakın bu kitabında ne diyor Başbuğ Türkeş:
“Bu didinmeler sonunda İmparatorluk çökmüş ve TÜRK MİLLETİ DAHA MUSTAFA KEMAL ANADOLU’YA GEÇMEDEN ÇETELER HALİNDE ANADOLU’DA ÇARPIŞMAYA BAŞLAMIŞLARDIR. İLK ANDA LİDERSİZ BİR SAVAŞ! BU GÖRÜLMEMİŞ BİR ŞEY, TÜRK MİLLETİNİN KENDİSİNE HAS BİR ÖZELLİĞİDİR. SONUNDA ATATÜRK VE DİĞER KUMANDANLAR ANADOLU’YA GEÇİP ORDUYU ORGANİZE ETMİŞLER VE TÜRKİYE’Yİ KURTARMIŞLARDIR.”
12 Eylül’den sonra tutuklanan Alparslan Türkeş ve MHP kadrosunun Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nın “MHP Mensupları ve Ülkücü Kuruluşlar” davasında yargılanırken ırkçılık, Turancılık ve Atatürk’ü kendi milliyetçiliklerine alet ettikleri suçlamalarıyla karşılaşmaları beklemedikleri bir şok yaşatmış olmalı ki, hem mahkemedeki savunmaları, hem de sonrasında kurulan Milli Çalışma Partisi ve yeniden çatısı altına dönülen MHP’nin fikir ve öğretilerinde Atatürk vurgulamasına özellikle dikkat edildiği ve Turancı/ırkçı şekilde anlaşılabilecek bazı hususların bilinçli olarak yumuşatıldığı veya yeniden formüle edildiği dikkatli gözlerden kaçmaz.