Amerika neden bir Trump verdi
Tarlada boy vermiş bir mahsulden söz öder gibi oldu… Ama doğru da değil mi, liderler ulus tarlalarından boy veremezler mi?
Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabını okuyorum. Atatürk’ün de önerdiği kitabın yazarı 1866-1925 yılları arasında yaşamış Rus rahip, yazar ve düşünür Grigoriv Petrov’dur.
Tüm dünyanın gıpta ettiği bir eğitim sistemine sahip olan ve eğitimdeki başarısıyla tüm ülkeleri geride bırakan Finlandiya’ya bundan yüz yıl önce övgüler düzen bir kitap bu. Kitap, granit bloklar, bataklık ve ormanlarla kaplı talihsiz Finlandiya’nın 1811’e kadar İsveç’in idaresi altında nasıl yoksul ve geri kalmış olduğunu anlatıyor. Rusya’nın Finlandiya’nın bir kısmını 1808’de işgal etmesiyle bölge özerklik kazanır. Bağımsızlık değil, özerklik!
O özerk dönemde Finlandiyalılar, kendi kültürlerini özgürce geliştirme olanağına kavuşur. Kendi entelijansiyasına (hakimler, memurlar, doktorlar, öğretmenler, rahipler, subaylar) bile sahip olmayan bir ulusun, mahzene indirilmiş ve üzeri toz, küf tutmuş kültürünü yeniden ortaya çıkarması kolay değildir.
Finlandiyalı filozof, yazar ve siyasetçi Snellman’ın liderlik ettiği hareket ülkenin çağdaşlaşmasını hedefler. Başlangıçta bir avuç kişiydiler. Snellman’ın o bir avuç öğretmeni, rahibi, sanatçıyı ikna etmesi de tereyağından kıl çeker gibi olmadı. Ve yılmadan işe önce öğretmenlerin eğitilmesiyle başladılar. Bugün dünyanın refah seviyesi en yüksek ülkelerinden biri Finlandiya ise temeli o zaman atıldı. Dünyanın en başarılı öğrencileri o kuzey topraklarından çıkıyorsa sebebi var. Medeni bir toplum olma hedefini açıklıkla belirlemiş ve köy köy dolaşarak bu ideali gerçekleştirmişler.
***
Petrov, Finlandiya mucizesini anlatmaya başlamadan önce ‘Kahramanlar ve Kitleler’ başlığı altında liderlerin mi toplumu, toplumun mu liderleri sürüklediğini tartışıyor. Bundan sonra yazacaklarım kitaptan aktardığım cümleler olacak. Bugünü ve Trump’ı aklınızda tutarak okumanızı rica ediyorum.
***
Ülkelerin gücü ya da güçsüzlüğü, ulusların yeşermesi ya da solması, sadece adil idareden veya idarenin işe yaramazlığından kaynaklanmaz. İdareciler ister iyi, ister kötü, ister kahraman, ister zalim olsunlar daima kendi uluslarının içinden çıkarlar; ulusal ruhun kopasıdırlar. Ulusları nasılsa onlar da her zaman öyledir. Bu yüzden, çok uzun zaman önce her ulusun hak ettiği iktidara ve idarecilere sahip olacağı söylenmiştir.
Carlyle, ulus kitlelerinin eğer heykeltıraş bulunmazsa, hareketsiz yatan cansız kil katmanlarından ibaret olacağını söyler. Ama sonra bir sanatçı, bir kahraman (Sezar, Napolyon, Büyük Petro, Sokrat, Muhammed) ortaya çıkar, bu kili eline alıp ona biçim verir.
Tolstoy ise, bir halk hareket gücü doğup biriktiğinde ileriye doğru yönelir, harekete geçer, der. Bizzat kendi içinden kendisinin duygularını ve özlemlerini yansıtan bir önder çıkar.
Carlyle ve Tolstoy çelişiyor gibi görünse de birbirini tamamlar. Ya o ya bu değil, hem o hem bu!
Napolyon, barışsever Çin’de değil ancak Fransa’da doğabilirdi. İngiltere, Darwin’i tabiatın temel kanununa dair ‘hayatta kalmak için mücadele etmek gerektiği’ öğretisiyle birlikte verdi. Kötülüğe karşı direnmemek gerektiğini vazeden Lev Tolstoy’u Rusya verdi.
Her zaman, her yerde böyledir. Almanya’yı Dünya Savaşı’na II. Wilhelm itmedi ama Almanya’nın kaba, yırtıcı ruhu kendi ifadesini Bismarck’ın, Wilhelm’in, Rohrbach’ın suretinde buldu. Neronlar, Commoduslar değildir eski Roma’yı yıkan ama uzun talan savaşlarının neticesinde erdemini yitirmiş, ahlaken düşük Roma ulusu ancak ahlaken düşük tiranların ve cellatların iktidarını yeşertebilirdi. Muhteris İspanya, Lola’yı ve engizisyonu verdi.
***
Kitabı okumanızı içtenlikle tavsiye ederim çünkü bu kitap bir ulusun ancak dayanışma ile kurtulabileceğini, yüksek medeniyet seviyesine birlikte erişebileceğini, aydınlık ve refaha kavuşmak için bıkıp usanmadan, yılmadan çalışmak gerektiğini anlatıyor.
Grigory Petrov, “Yüksek medeniyet seviyesi, bütün halkın ortak değeridir” sözü boşuna değil…