O gün uzadı, yüz yıl oldu!
15 Temmuz gecesi Erol Olçok’un şehâdet haberini alıp Antalya’dan Eskişehir’e, oradan Ankara’ya, Ankara’dan İstanbul’a hiç uyumadan direksiyon sallarken 59 değil, 159 yıl yaşamış gibiydim. Ömrümün son bir günü yüz yıla bedeldi.
"Gün uzar, yüzyıl olur!"
Öyle demişti Cengiz Aytmatov. Hep sevmiştim bu başlığı. Kıskandığım bir edebî buluştu.
Oysa ebedî bir hakikatmiş, o gün anladım.
Düşte bir saniyenin bir güne yahut bir yıla tekabül etmesi gibi.. Bir gün asra dayanabiliyor yahut bir asır, bir güne dürülüveriyor!
Temmuz’un 15 gecesi ile 16 gecesi arasındaki 24 saat içinde gün uzayıp yüz yıl mı olmuştu, yoksa yüz yıl dürülüp bir gün mü olmuştu?
İkisi de...
Şimdi anlıyorum ki; son yüz yılda birikmiş hesabın faturasını o bir günde ödemişiz toplum olarak!
Son yüz yılın ilk yarısını köklerimizden kopmak, alkımın altından geçip tabiatımızı değiştirmek, köklerimize ve tabiatımıza ait ne varsa reddetmek, neredeyse bütün değerlerimizi inkâr, tahkir, tahfif, tezyif etmek ile geçirmişiz!
İstisnâmız yok! Herkes ve her kesim böyle!
Yüz yılın son yarısında ise irademizi, kararımızı ve karakterimizi kaybederek birbirimizi yemekle meşgul olmuşuz. İdamlar, ihanetler, isyanlar, anarşizm, terörizm, cinayetler, fail-i meçhuller, katliamlar... Kardeşin kardeşi, mahallelerin mahalleleri, herkesin herkesi vurduğu, her kesimin her kesime saydırdığı ve saldırdığı bir dönem...
Nefsimizin, ideolojilerimizin, duygularımızın kölesi olduğumuz bir süreç...
Öyle olacaktı zaten, olacağı buydu, zîrâ inandık dediğimiz Kitab’ın ilk nâzil olan suresi Alâk, kökleriyle göbek bağını koparıp kendisini onlardan soyutlayanların nâsiyelerinden yani alınlarından yakalanıp sürükleneceğini, köleleştirileceğini ve nihayet çöpe atılacağını anlatıyordu açık açık!
Anlamadık, anlamamakta ısrar ettik, alınlarımızdan yakalandık, irademizi ve kararlarımızı başkalarının cebine koyduk ve zombileştik!
Tarlalarımızı başkaları sürdü... Başaklarımızı başkaları topladı...
Bunun bir hesabının görülmesi şarttı bir gün ve bir asırlık hesabın faturasını 15 Temmuz günü ödedik; 250 can karşılığında...
Çanakkale’ye benzetenler var ya o günü; “Bu bir İkinci Çanakkale Destanı’dır” diyenler hani?
Haklılar!
Çanakkale’de 250 bin can vermiştik ve o gün de 100 yıllık bir hesabın fatura günüydü.
1815’den 1915’e kadar geçen yüz yılda, toplumu serpuşundan poturuna kadar değiştirip, mayasız hamurla bambaşka bir şekil vererek alkımın altından geçirme hevesinin faturasını Çanakkale’de bir günde ödemiştik.
Şayet Çanakkale’yi daha iyi anlayabilseydik, onu türkülere, marşlara, sloganlara ve efsanelere boğarak hamaset sakızı çiğnemek yerine, doksan dokuz pencereden seyredip tahlil edebilseydik, sonraki yüz yılın defteri dürülüp hesabı bir güne sıkıştırılmayacaktı.
Yapmadık...
Çanakkale geçilseydi yıkılacak neyimiz varsa, yıkacak olanlara bırakmadık ama kendi elimizle yıktık! Alkımın altından geçemedik, fakat kendimizden geçtik, özümüzü kaybettik, kendimizin hem zalimi hem kölesi haline geldik!
15 Temmuz bir destandır evet ama nâsiyelerimizden yakalanıp yerlere sürülüşümüzün hazin hikayesidir aynı zamanda, ki henüz doğrulabilmiş değiliz!
Şayet 15 Temmuz bütün yönleriyle düşünülüp tartışılmayacaksa...
Son yüz yılın ilk yarısı ile son yarısında olanlara bir şâhit nazarı ile bakılmayacaksa...
Olanlar efsane, ölenler anıt, afiş ve film boyutunda kalacaksa...
Kasaba pazarında eline teneke boru alıp boynuna teyp asarak tanesi 10 kuruştan satılan destan satıcısından bir adım öteye geçmeyeceksek...
Yani niye bu bela geldi başımıza diye düşünmeyeceksek... Düşünüp toparlanmayacaksak...
Toparlanıp yeniden özümüze, köklerimize, değerlerimize dönmeyeceksek...
Karakterimizi tuğla tuğla inşa etmeyeceksek yeniden...
Çanakkale’ye benzettiğimiz 15 Temmuz sadece Şehitler Köprüsü’nde anıt olarak kalmaz, Çanakkale’den sonra olanlar başımıza tekrar gelir... Hem de bin beteriyle...
Bölünürüz...
Parçalanırız..
Sınırlarımız başka eller tarafından yeniden çizilir...
Ve korkarım bu sefer küçülmekle kalmaz... Yok oluruz!
Beğenmediğimiz, aşağıladığımız, gitsin dediğimiz Suriyeli mültecilerin bugün yaşadığından sadece bir adım gerideyiz, kaderlerimiz arasındaki fark sadece bir gıdım!
Kaç yıldır her günü yüz yıl Suriyelilerin!
Gün uzar yüz yıl olur evet... Asır dürülür bir gün olur!
O günü tekrar yaşatmasın Allah! Yaşamayalım!
Bir gıdım hakka riayet edelim, o gıdım kademimiz olsun!
Hepimiz, istisnasız fert fert, kesim kesim hasta ve yaralı olduğumuzu kabul edelim, helâlleşelim, rızâlaşalım ki, hak ayaklarımızın altından kurtulup başa tac olsun...
Ki o tacın adıdır Adalet!
Asıl bunu unutturma Leylâ!