1980-1990 yıllarında Türk sineması

Yine bir ihtilal ile başlayan 1980’li yıllar ise ne 12 Eylül öncesinde ne de sonrasında Türk sinemasının içinde bulunduğu duruma olumlu bir katkı sağlamamış, toplumsal ve siyasal ortamın bir sonucu olarak daha fazla ağırlık ve sorun getirmiştir.

1980’de tek farklı ve adından söz edilebilecek filmi Sinan Çetin’in ilk filmi olan “Bir Günün Hikâyesi”dir. “Sürü”, “Hazal” ve “Bereketli Topraklar Üzerinde” filmlerinin uluslararası yarışmalarda aldıkları ödüller ise 1980 yılının diğer önemli gelişmesidir.

 1980 askeri darbesi Türk sinemasında da değişime sebep oldu. Erotik filmler furyası yerini arabesk sanatçılarının rol aldığı melodramlara bıraktı. Özgürlüklerin kısıtlandığı bu ortamda pek çok yönetmen de entelektüel kaygıların ağır bastığı bunalımlı, bireysel konuları işleyen filmlere yöneldi. 

1982 yılının en önemli sinema olayı ise Türkiye’de gösterime girmek için izin alamayan “Hakkâri’de Bir Mevsim” filminin yurtdışında gösterdiği başarıdır. Ferit Edgü’nün“O Adlı” romanından uyarlanan, Erden Kıral’ın çektiği “Hakkâri’de Bir Mevsim” filmi yurtdışında başarı göstermesine rağmen ülkemizde ancak beş yıl aradan sonra gösterime girebilmiştir. 1983 yılında ise, sinemamız televizyonla arasında artan rekabetin yanı sıra video kaset olayıyla da karşı karşıya kalır. Sinema, televizyon kaset karşısında ciddi bir izleyici kaybına uğrar. Yine bu yıllarda sinema salonlarının ardı ardına kapandığı, Sinema yasasının Türkiye’de ilk kez harekete geçtiği yıldır.

 

Bu yıllarda nitelikli filmler de çekildi. Ertem Eğilmez’in arabesk filmlerinin yapısını komediyle harmanladığı kült filmi “Arabesk” (1988) seyircinin ilgisini çekti. Nesli Çölgeçen, büyük kente göç etmeye mecbur kalan bir köy ağasının şehre ayak uydurmaya çalıştığı “Züğürt Ağa”daki (1985) başarısını “Selamsız Bandosu” (1987) ile devam ettirdi. Bu dönemin öne çıkan bir başka filmi de Tunç Başaran’ın “Uçurtmayı Vurmasınlar”dır.

Amerikan film şirketlerinin sinema salonlarını satın alarak sadece kendi filmlerini oynatmaları televizyonun yaygınlaşmasıyla birleşince 1980’lerin sonunda Türk sineması ilk ve en büyük kriz dönemine girdi. Yapımcı firmalar bir bir kepenk kapattı, seyirci vurdulu-kırdılı filmlere alışınca salonlar Amerikan filmleriyle doldu. Türk sineması tekrar bir kriz ortamı içerisine girer. Televizyon kadar sinema endüstrisini de etkileyen videokaset olayı yerini yavaş yavaş çok kanallı uydu antenlere, yabancı yapımı filmlere terk eder. İzleyicinin birden fazla kanal ve yurtdışı yapımları alternatifleri Türk filmlerine olan ilgiyi iyice azaltır.

1990’LAR TÜRK SİNEMASI

1980’lerin sonunu bir krizle karşılayan Türk sineması bu krizin ardından da yeni bir döneme girecek ve 1990’lar yeni bir Türk sinemasının ortaya çıkışından söz edilen bir dönem olacaktı. 1990’lı yılların en önemli yanlarından biri de kendi kişisel dünyalarını daha küçük ölçekli öyküler ve filmlerle anlatmak isteyen yönetmenlerin artık belli bir düzey tutturan yapıtlarla seyirci önüne çıkmalarıydı. Yeşilçam, birbirinin kopyası filmlerle ilk zamanlar geniş izleyici kitlesine ulaşsa da zaman içinde etkisini yitirerek geniş yığınları sinemadan uzaklaştırdı.

1990’larda ortaya çıkan bu yeni dönem Türk sinemasının gidişatında çok önemli bir noktada durmaktadır. Seksenli yılların sonundaki krizin ardından başlayan yeni dönemde, Türk sinemasının bugünkü dinamikleri şekillenmiş ve Türk sinemacılar dünya sinemasında da seslerini duyurmaya başlamışlardır.

1990'lı yıllar, büyük çöküşü 1980'lerde yaşayan Türk sinemasının, tekrar eski günlerine dönemese de Türk sineması atlattığı her krizin ardından toparlanmakta ve yeni bir döneme girmektedir. Her yeni dönemde de yeni arayışlar içine girmekte ve yeni sinemacılarla farklı bir dil oluşturmaktadır. Bütün bunlar Türk sinemasında sağlam ve sürekli bir akım oluşmasına engel olsa da, filmler ve türler açısından bir zenginlik ve çeşitlilik meydana getirmiştir.

Nitekim 1996'da vizyona giren ''Eşkıya”nın 2,5 milyon kişilik hasılata ulaşmasıyla Türk sineması için umut doğdu. Bu rakam, o dönem için büyük bir izleyici rekoruydu. Ardından seyirciler, ''Ağır Roman'', ''Masumiyet'', ''Hamam'', ''Gemide'', ''AkrebinYolculuğu'', ''Hoşçakal Yarın”, ''Salkım Hanımın Taneleri'', ''Harem Suare'' ve ''Mayıs Sıkıntısı'' gibi peş peşe birçok popüler filmini görme fırsatı buldu. 1990’lı yıllar artan bağımsız filmlerin ve de yönetmenlerin de etkisiyle sanat filmi ile ticari filmlerin ayrışmaya başladığı, yeni bir sinema dilinin araştırıldığı bir dönem olmuştur, Yeşilçam’ın son bulmasıyla kalıplarından kurtulan yerli sinemanın özgürleştiği söylenebilir.

1989’dan günümüze en çok izlenen Türk filmi, 20 hafta gösterimde kalan ve 7.369.098 seyirci tarafından izlenmiş olan “Recep İvedik 4” filmidir.

1990’lı yıllar, Büyük çöküşü 1980’lerde yaşayan Türk sinemasının, tekrar eski günlerine dönemese de Anka Kuşu gibi küllerinden yeniden doğmasını temsil etti. Nitekim, 1996’da vizyona giren “Eşkıya”nın 2,5 milyon kişilik hasılata ulaşmasıyla Türk sineması için umut doğdu. Bu rakam, o dönem için büyük bir izleyici rekoruydu. Ardından seyirciler, 1997’de “Ağır Roman”, “Masumiyet   ",“Hamam”; 1998’de “Gemide”,“Akrebin Yolculuğu” ve “Hoşçakal Yarın”; 1999’da “Propaganda”, “Her Şey Çok Güzel Olacak”, “Gülün Bittiği Yer”,  “Salkım Hanımın Taneleri”, “Harem Suare” ve “Mayıs Sıkıntısı”  gibi peş peşe birçok popüler ve sanat filmini görme fırsatı buldu.

1990’lı yılların en fazla film üretilen dönemi 1993-1994 dönemi oldu. En az film de 20 film ile 1997’de çekildi.

Bu dönem, Türk sinemasının yurt dışında çok sayıda ödül almasıyla da dikkati çekti. Mehmet Tanrısever’in yönettiği “Sürgün” (1993) Uluslararası film festivallerinden bol ödül toplamıştır. Sinan Çetin’in yönettiği “Berlin InBerlin”de oynayan Hülya Avşar, 1993 Moskova Film Festivali’nde ‘En İyi Kadın Oyuncu’, Memduh Ün de “Zıkkımın Kökü” adlı filmi ile 1993 yılında İspanya Sinema Festivali’nde ‘En İyi Yönetmen’ ödülünü aldı. Yine, “Tabutta Rövaşata” Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Derneği Jüri Ödülü’nü, “Hamam” filmi de Cannes Film Festivali’nde İtalyan Sinema Yazarları Derneği’nin seçiminde ‘En İyi Film’, İtalya’da yabancı basının seçiminde ‘En İyi Yönetmen ve En İyi Müzik’ Golden Globe ödüllerini aldılar.

1990 sonrası Türk Sineması’na baktığımızda yeni bir sinema dilinin oluştuğunu ve Türk sinemasının klasik anlatım yapılarından sıyrılmaya başladığını görürüz. Bu dönem devletin de sinemaya daha çok destek vermeye başladığı, Eurimages üyeliğinin gerçekleştiği ve böylece daha büyük ölçekli yapımların gerçekleştirilebildiği bir dönem olmuştur. Bunun yanı sıra özel televizyon kanalları ve sponsorluk destekleriyle birlikte çekilen film sayısında artış olmuştur. Ama hiç kuşkusuz, 1990 sonrası Türk sinemasını oluşturan ve taşıyanlar sanat filmleridir. Bağımsız çalışan yönetmenlerin çektiği bu filmler Türk sinemasında iz bırakmış ve yurt dışında ödüller almıştır. 1990 sonrası Türk sineması böylelikle klasik Yeşilçam anlatısından sıyrılmış ve de yeni bir dil geliştirmiştir. Minimalist sinemanın yanı sıra, daha deneysel filmler de çekilmiş, 90lar sonrası Türkiye’sinin sorunları tartışılmış ve tüm bunlar gerçekliğin daha çok katmanlı biçimde gösterildiği filmlerde yer bulmuştur.

Kılıçdaroğlu'nun Akşener sözleri İyi Parti'yi karıştırdı! Netanyahu'ya bir kötü haber daha! MGM'den 12 ile sarı kodlu uyarı!
Sonraki Haber