2. Abdülhamid 1876 yılı Ağustos’u sonunda tahta çıktı.
1909 yılı Nisan ayına kadar yaklaşık 33 yıl Osmanlı padişahı olarak tahtta kaldı.
2. Mahmut’tan sonra devlet idaresinde mutlak hakimiyet sağlayan en otokrat padişah oldu.
İktidarı devri Hamidiye Dönemi olarak adlandırılıp anıldı.
İdaresi döneminde imparatorlukta büyük bir imar faaliyeti yaşandı.
Eğitim-öğretim başta olmak üzere, ulaşım, demiryolları, mali ve askeri gibi birçok alanda ciddi ilerlemeler kaydedildi.
Bir taraftan Rusya ve Yunanistan ile savaşılmak zorunda kalınırken diğer taraftan da dış politikada İslam dünyası ve toplulukları genelinde İslamcılık politikası ve hilafet siyaseti güdüldü.
Uzak Doğu ve Afrika temsilcilikler açıldı.
Japonya, Çin ve Rusya ile sıcak ilişkiler tesis edildi.
…
Hamidiye Dönemi’nin en özgün yanı III. Selim ile başlayıp II. Mahmut ile devam eden ve 1839 Fermanı ile Mustafa Reşit, Âli, Fuat ve Mithat Paşa ve benzerlerinin devletin sahip olduğu İslami idari yapısını Batılılaştırma çabalarını 33 yıl süreyle sekteye uğratması oldu. Hamidiye Dönemi’nde ıslahat adı altında bütüncül bir surette Batı’yı taklit etmeye yönelik anlayış tarzına sona verilmeye çalışıldı.
Ancak Hamidiye İdaresi’nde yerli ve milli kalınması, kalkınma çabalarında arı ve duru bir politika izlenmesi ve Batı’nın ancak ilmi ve fenni açıdan takip edilmesi prensibi bazı çevreleri Abdülhamid ve idaresine karşı memnuniyetsizlik duymaya sevk etti. Bu noktada Paris ve Londra’yı merkez edinen, dahilde ise Selanik’te toplanan en etkin muhalefet grubu ise Jön Türkler oldu.
Jön Türkler, İstanbul’da başlayan ve tarihte 31 Mart Hadisesi diye anılan bir tertip neticesinde, Abdülhamid’i tahttan indirmek ve Hamidiye İdaresi’ne son vermek üzere Selanik ve Manastır’daki askeri kuvvetleri harekete geçirdi.
Mahmut Şevket Paşa komutasında öncelikle Galata ve Pera/Beyoğlu’ndan başlayarak Yıldız Sarayı’na doğru ilerleyen Hareket Ordusu İstanbul yakasında Ayasofya Meydanı’nda toplandı. Fatih ve benzeri camilere sığınan askerler ile çatıştı. Galata-Pera cihetinde ise Taksim Kışlası ve Taşkışla’da kendilerine karşı direnen askerler ile savaştı. Denizden topların namlularına hedef kılınan Üsküdar’daki Selimiye Kışlası ise Hareket Ordusu’nun eline geçen en son oldu.
Çatalca’dan Şile’ye kadar İstanbul’u dört bir taraftan kuşatan, İstanbul boğazını Karadeniz ve Marmara Denizi tarafından giriş çıkışa bütünüyle kapatan Hareket Ordusu özellikle Taksim ve Taşkışla çatışmalarında büyük kayıplar verdi.
Enver Paşa çatışmalar sırasında Taksim Kışlasındaydı. Direnişte bulunan askerlere karşı Hareket Ordusu mensubu askerleri daha bir şevkle savaşmaları için kamçılamış ve bu maksatla aşağıdaki marşın söylenmesini sağlamıştı:
Suriye'ye Gitmek
Suriye'ye giden genç ve yakışıklı Dunois,
Kahramanlıklarını kutsamak için Meryem'e dua etmeye geldi:
Ölümsüz Kraliçe, ayrılırken ona dedi,
En güzeli sevdiğini ve en cesur olduğunu.
Taşa işler o namus yeminini,
Ve efendisi Kont'u savaşa kadar takip eder;
En şerefli dilek, savaşırken diyordu:
En güzeli sevmek, en yiğide saygı duymaktır.
Ona zafer borçluyuz doğrusu, dedi lord;
Sen benim şanım olduğun için seni mutlu edeceğim!
Kızım Isabelle'e, şimdi damat ol,
Çünkü o en güzeli, sen ise en yiğit.
Meryem Sunağı'nda ikisi de sözleşme yapıyor
Bu birliktelik sevgiliyi tek mutlu edendir.
Şapeldeki herkes onları görünce dedi ki:
En güzele sevgi, en yiğide şeref.
Enver Paşanın 31 Mart çatışmaları sırasında söylediği ve emrindeki askerlerin de söylemesini istediği Suriye'ye Gitmek marşının müziği Hortense de Beauharnais'e, sözleri ise Alexandre de Laborde'ye aitti.
Marş, General Bonaparte'ın 1798'deki Suriye ve Mısır seferinden esinlenilerek kaleme alınmış olup Bonaparte'ı haçlı şövalyesine benzetmekteydi.
Suriye'ye Gitmek marşı İkinci İmparatorluk döneminde çoğu resmî törende çalınan ancak resmî olmayan Fransız milli marşı haline gelmiş, İmparatorluğun sonlarına doğru ise yasaklanmıştı.
31 Mart kuşatma ve çatışmalarının yaşandığı sırada Jön Türkler ve Hareket Ordusu neferlerinin dilinde daha başka Fransız İhtilali artığı devrim şarkıları da vardı.
The Salt Lake Tribune gazetesi kışlalardaki direnişin kırılmasından sonra zafer sarhoşluğu içerisinde bulunan Hareket Ordusu askerlerinin durumunu şu suretle anlatmaktadır:
Her yerde askerler oturuyor, yürüyor, sigara içiyor, konuşuyor, arkadaşlarına sarılıyor. Esirler, başları eğik ve elleri bağlı olarak Harbiye Nezareti’ne götürülerek hapsedildi.
Kışlaya doğru bakıldığında, kırılan camlar, yırtılan duvarlar ve kurşun delikleri, yedi saatlik mücadelenin vahşetinden bahsediyordu.
Ama hadise daha bitmemişti. Tüm gözler Yıldız'a çevrildi. Birlikler Pera boyunca yürümeye başladı.
Halk (azınlıklar), (Yaşasın ordu!) diye bağırarak alkışladı.
Niyazi Bey'in vefatı büyük bir coşku yarattı ve halk büyük bir coşkuyla protesto gösterisi yaptı. Milli marşlarını ve devrim şarkılarını söyleyen Arnavut askerlerini Yunan komitacısı olan Makedon gönüllüler ve diğerleri izledi. Hepsi Osmanlı'ya yakışan "Marseillaise" şarkısını söylediler:
Hadi gidelim! Türkiye'nin çocukları!
Zafer günü geldi!
Zalim gecenin ardından
Üzerinize güneş doğdu.
Kampanyalarımızda sesinizi duyun,
Yıkılan köylerimizde,
Şehirlerimizde, dağlarımızda,
Mazlum kardeşlerin çağrısı var.
Kuşanın! Osmanlılar!
Taburlarınızı oluşturun!
Hayda yürüyelim! Hayda yürüyelim!
Unutma
Tanrı hidayet etsin!
Yaklaşık bir asır önce bu ülkede Sultan Abdülhamid’e müstebit denilmiş, Fransız İhtilali artığı marşlar ve şarkılar söylenmişti.
Abdülhamid ve Hamidiye Dönemini lanetleyenlerin dilinden liberté, égalité ve fraternité tarzı ithal söylemler hiç düşmemişti.
Abdülhamid düşmanlığı Doğulu kalmak yerine Batılı olmayı tercih edenlerin yüreklerine öylesine köklü bir surette sinmişti ki, tahttan indirilmesine ve aradan onca zaman geçmesine rağmen, kendisine karşı duyulan nefret ve husumet bugüne değin bir türlü sona ermedi.
Esasen muhalifleri tarafından duyulan nefret onun şahsına yönelikmiş gibi gözükse de bilakis felsefesi ve mefkuresini hedef almaktaydı. Şayet şahsına karşı bir düşmanlık söz konusu olsaydı sürgüne gönderilmez, 31 Mart sonrası idam edilen onlarca insan gibi o da idam edilir yahut bir şekilde öldürülürdü.
31 Mart hadisesi ile aslında Sultan Abdülhamid değil, Tanzimat uygulamalarına dur diyen, Batılaşmayı frenleyen ve 33 yıl boyunca tatbik alanı bulan onun temsil ettiği muhafazakâr düşünce tahttan indirildi. Akabinde Batı’dan ithal edilen umdeler, fikirler ve ideolojiler Jön Türkler vesilesiyle iktidar olma ve uygulanma şansı buldu.
Bugün bazı çevrelerce kahrolsun istibdat, kahrolsun zulüm, yaşasın hürriyet söylemlerinin hala telaffuz edilebilir olması, iktidar arayışında öne çıkarılarak bu söylemlerden medet umulması Sultan Abdülhamid’in tarihteki yerini, Hamidiye Devri uygulamalarının isabetliliğini, 31 Mart’ın siyasal açıdan ne denli önemli bir değişime sebebiyet verdiğini ve söz konusu değişimi sağlayanların hangi fikirlerle beslenmiş olduklarını göstermesi bakımından önemlidir.