ABD başkanı kim olmalı? Doç. Dr. Göksel Aşan yazdı
ABD yeni başkanını seçmeye hazırlanırken, tüm dünya da ABD'nin yeni başkanının kim olacağını merak diyor. Peki dünyanın iyiliği için ABD'nin başına kim geçmeli? Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Göksel Aşan yazdı.
"Gençliğimizde ne zaman söz Amerika’ya gelse ortalık bir anda efsaneler ile dolardı" diye yazan Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Göksel Aşan, "ABD’nin 5, 10, 50 yıllık planları şimdiden yapılmış, dünyanın 50 yıl sonra nasıl bir yer olacağı, hangi ülkelerin kalıp hangilerinin yıkılacağı çoktan planlı imiş. Aslında bundan 50 yıl sonrasının teknolojisi çoktan ABD’de hazırmış, Pentagon, NASA falan kullanıyormuş ama dünya zamanı geldiğinde bunlara ulaşabilecekmiş. Bugün çok hatırlayamadığım daha onlarcası vardı bu efsanelerin" tespitinde bulundu.
Bu efsanelerin iki boyutta etkisi olduğunun anlaşıldığını belirten Doç. Dr. Aşan, "Bir yandan Amerikalı olmaya, orada yaşamaya öykünme ve diğer yandan da böylesine “doğa üstü” bir güçten korkma" ifadelerini kullandı.
Doç. Dr. Aşan, ABD'nin algı operasyonlarını analiz etti:
Elbette dünyayı düzene sokma yönündeki o ürkütücü güç harekete geçip bu çaba fiiliyata döküldüğünde bu hem açıktan hem de içten içe azımsanmayacak bir anti-Amerkancı tavıra da yol açıyordu. Dünyanın geçmiş 30, 40 yılı bir yandan anti- Amerikancılığın arttığı ve bazen de örgütlenme fırsatı bulduğu diğer yandan da bu “büyük” güce karşı konulamayacağı için bir çeşit “teslimiyetçi uzlaşma”nın tek çare olduğunun kabul edildiği bir dönem oldu. Doğal olarak gençlik tüm cesareti ve “delikanlı”lığı ile anti-Amerikancı olurken, daha olgun, serinkanlı ve “çok boyutlu düşünebilen” orta ve üstü yaşlardakiler uzlaşmacı oldular. Kaybedeceğiniz şey ne kadar çok olursa elbette korkularınız da o kadar açığa çıkıyor.
Elbette bunlar sadece Amerika dışı halkların kendi kendilerine ürettikleri mitler değildi. ABD bütün imkanlarını bu iş için seferber etmişti. Özellikle Hollywood filmleri, dünyaya ihraç edilen TV dizileri, medya bu büyük gücü efsaneleştirmek için sonuna kadar kulanıldı. Özellikle 70’li yılların ortalarında iş artık siparişle film yaptırma kıvamına gelmişti bile. Aslında bu endüstri bir yandan bu işlevi görürken diğer yandan da gerçek Amerikanın üstüne genişçe bir perde sermiş de oluyordu. Dünyanın geri kalanı çok uzun süre gerçek Amerika’yı keşfedemedi.
Tabi ki gören gözler için işaretlerini önceden vermiş olmakla beraber özellikle körfez savaşı ile ABD efsanesi üzerindeki perde kalkmaya başladı. ABD’nin kendisi ve yakın çevresi dışındaki dünya ile ilgili ne kadar cahil olduğu, o kategori ötesi üniversitelerin Siyaset Bilimi, Uluslararası İlişkiler Bölümlerinde Orta Doğu, Balkanlar, Asya konusunda yapılan çalışmaların ne büyük yanlışlıklar barındırdığı, o Hollywood filmlerinin sıyrık bile almadan orduları dize getiren, kurşunlara hedef olsa bile kendisini arkadaşları için feda eden, içinde insan olduğunu anlamanın dahi mümkün olmadığı acayip donanımlı kıyafetleri ile “dosta güven, düşmana korku” salan askerlerin aslında ne kadar beceriksiz olduğu tüm çıplaklığı ile ortalara serildi. Aslında zaten Vietnamda da perişan olmuşlardı ama o perdenin altında sonraki yıllarda üzerine bir şeyler eklediği zannediliyordu. Halk desteği sadece %3 civarında olan bir Iraklı’yı Saddam’a alternatif olarak bile düşünmüşlerdi. ABD ordusu içeri girecek sonra da bu adam Irak halkını arkasına alıp Saddam’ı devirecekti. Koca ABD sonunda “yahu bu adam bizi kandırmış” deyiverdi. Keşke bu kadarla kalsaydı ama kalmadı. ABD askerlerinin Irak’ta yaptığı işkenceler, Guantonamo’da olanlar Amerikan değerlerinin, insan haklarının aslında Amerikan halkının hakları olduğunu da ortaya çıkardı. Bir perde daha kalktı ama on binlerce cana mal olarak.
Daha böyle onlarca örnek verilebilir. Aslında özeti şudur; yeni dünya düzeni, tek kutuplu dünya diye çıktıkları yolun geldiği yer neredeyse bir dünya savaşının eşiği oldu. Sebebi bizce malum, zira o yeni düzen kurmayı hayal ettikleri dünya konusunda cahil ve beceriksizler. O ürkütücü güç algısının yarattığı korku ile hep olduğu gibi yine edilgen olacaklarını ve dediklerini kelimesi kelimesine yapacaklarını düşündükleri “teslimiyetci uzlaşmacı”ların yerini yeni bir nesilin almaya başladığını, bütün bu coğrafyada kendileri için büyük zararlar ve felaketler getireceğini bilseler bile kendi karalarını kendileri almaya “kararlı” bir yeni neslin geldiğini göremediler. Göremediler çünkü cahiller, çünkü tüm bu coğrafyayı “bıraktıkları yerde otlayan” sürüler zannettiler.
Bugün artık yeni dünya düzeni bir proje olarak çökmüştür. Ancak bununla birlikte ABD hiç olmadığı kadar dış dünyanın içine girmiş durumdadır. Girdiği bütün –kendi küstah ifadeleriyle- “bataklık”lardan çıkmanın yollarını aradıkça yeni sorunlara gömülüyorlar. Anlamadıkları buraları bataklık ise onların sadece bataklığa üşüşen sivrisinekler olabileceği. İstedikleri kadar kendilerini bataklığı kurutmaya gelmişken içine saplanmış masumlar olarak göstermeye çalışsınlar buna artık kimsenin inanmadığı da ortada. ABD şu anda züccaciye dükkanına girmiş bir fil gibi etrafını yıkıp dökmekte. Şu anda dünya için en büyük tehlike tüm bu cahilliği, beceriksizliği ve küstahlığı ile Amerikanın hala dünyaya bir nizam verme iddiasını sürdürüyor olması. Dünyanın selameti ABD’nin bir an evvel biraz da olsa kendi içine dönmesine bağlı. Zaten bu seçimde asıl mücadele içeri dönmeciler ile dünyayı tasnif etmeciler arasında geçiyor. Dışişleri, CIA, Pentagon, FBI vb. kurumlar büyük bir çatışmanın içerisinde yönetimde etkin olmaya çalışıyorlar. Bu başka bir yazının konusu olacak kadar geniş ve ilginç bir olgu.
Sonuç olarak bu satırların yazarı ABD’yi içine döndürecek adayın başkan olması için dua etmekte ve sizlerin de dualarını beklemektedir. Bakalım sabah ne gösterecek.