Sultan Abdülhamid’in saltanatı sırasında üzerinde ziyadesiyle durup hassasiyet ile ilgilendiği konular özellikle askeri ıslahatlar ve eğitim-öğretim faaliyetlerinin geliştirilip artırılması oldu.
Modern bir tarzın ağırlıklı olarak kendisine uygulama alanı bulduğu donun öneminde açılmış olan yeni eğitim kurumları sadece İstanbul ile sınırlı kalmayıp imparatorluğun hemen her tarafında kapılarını öğrencilere araladı.
Eğitim-öğretimin önemini bilen ve onu fazlası ile önemseyen biri olarak Abdülhamid’in iktidarı döneminde hemen her vilayette Darû’l-Muallimin, Darû’l-Mualliman, Mülkiye, Tıbbiye, Maliye, Hukuk, Ticaret, Mühendislik ve Baytar mekteplerinin açılmaları söz konusu oldu.
1878’de Maliye
1879’da Güzel Sanatlar
1882’de Ticaret
1884’te Mühendislik
1889’da Veterinerlik
1891’de Polis Akademisi
1892’de Gümrük Mektebi
1900’de ise Daru’l-Fünun, İmparatorluğun ilk yükseköğretim kurumu olan İstanbul Üniversitesi, kalıcı bir mevcudiyet ve hüviyet kazandı.
1903’te Şam’da Tıbbiye mektebinin açılmasını Şam, Bağdat, Rumeli ve Anadolu’da açılan sair askeri okullar takip etti.
1907’de Anadolu, Rumeli ve Bağdat’ta Hukuk mektepleri eğitim-öğretime başladı.
Sultan Abdülhamid, yaklaşık 33 yıl süren saltanatı boyunca (1876-1909) İmparatorluktaki Rüştiye okulları sayısını mevcudunun birkaç misline; yok denecek kadar az olan İdadi okulları sayısını yüzlü rakamlara, İbtidai (İlkokul) mektebini ise binlerle ifade edilen bir adede ulaştırdı.
O, sayıları 10 bin kadar olan eski usul Sıbyan mekteplerini ıslah ettirip yeni usule çevirtti.
1905-1906 yılları arasında Osmanlı topraklarında, 77 kız rüştiyesi, 1 kız öğretmen okulu, 307 kız İbtidai mektebi bulunmaktaydı. Hamidiye Devri sona erdiğinde ise kız ibtidai mekteplerinin sayısı 349’a yükselmişti.
Sultan Abdülhamid dönemi eğitim alanındaki gayretler muhafazakâr bir anlayış içerisinde yürütülmeye çalışıldığı kadar modern bir muhtevaya da sahipti. Bundan dolayıdır ki onun döneminde başlatılmış olan eğitim-öğretim hamlesi ve açılmış olan okullarda verilen eğitim Cumhuriyet’i ilan eden kuşağın yetişmesini sağladı.
Abdülhamid döneminin eğitim alanında en önemli yeniliklerinden birisi ise kadın eğitimine verilen önem oldu.
Onun saltanatı döneminde imparatorluğun bütününde açılan ve sayısı binlerle ifade edilen muhtelif türden okulların sadece erkeklerin eğitimine mahsus kılınmamıştı. Bilakis bu okullarda kızların da eğitim almalarına fırsat sağlandı. Edwin Pears’ın ifadesiyle, Sultan Abdülhamid kızların eğitim konusunda ihmal edilmiş olduklarına kaniydi. Dolayısıyla da onun eğitim alanındaki çabası, bir yönüyle kendisinden önceki ve bir yönüyle de geleneksel anlamdaki yaklaşımlardan, oldukça farklı bir surette gerçekleti.
Batı, onu; en münevver Türk despotu şeklinde lanse etse de o, iktidarı döneminde eğitime verdiği önem, açılmasını sağladığı okullar ve kızların da eğitim görmeleri için sarf ettiği çaba dolayısıyla hakşinas kimseler tarafından her daim takdire layık görüldü.
Abdülhamid, muhafazakâr kişiliğine ve İslamcılık politikasına yahut tartışmalı hale getirilen halife sıfatının maruz kalacağı zarara rağmen, saltanatının hemen ilk yıllarından itibaren eğitilmeleri konusunda kızlara toplumda somut olanaklar sağlanması yolunda son derece kararlı davranarak lazım gelen hususların icrasını gerçekleştirmeye çalıştı. Kızların eğitimi, Abdülhamid öncesi atılan adımlarla başlamış olsa da, onun zamanında ciddi bir ivme kazandı.
Bu noktada üzerinde durulması gereken en önemli husus ise bütün bunların, Batı endeksli hareket tarzına sahip olan Tanzimat ricalinin işbaşında bulunduğu bir sırada değil de, muhafazakâr ve İslamcı yönü ile bilinirlik kazanmış olan Sultan Abdülhamid döneminde ve onun gayret ve teşvikleri ile gerçekleşmiş olmasıdır.
Sultan Abdülhamid’in kız öğrencilerin Osmanlı coğrafyasında gidebilecekleri okulların mevcudiyetini arzu etmesi, onlara yükseköğretimin kapılarını aralaması ve kadınların bilgili ve bilinçli olmalarını istemesi ile alakalı olduğu kadar bir yönü ile de Müslüman kız çocuklarının yabancı okullara ve hususiyle de misyoner teşkilatlarına bağlı eğitim kurumlarına gitmelerini doğru bulmamasından kaynaklanmıştı. Dolayısıyla denebilir ki, Müslüman kız çocuklarının yabancı okullara yahut misyoner teşkilatına bağlı eğitim kurumlarına gitmelerine rıza göstermeyişinin gerisindeki en temel neden ise onun sahip olduğu dini ve milli değerler ile yakından alakalıydı.
O, bir Müslüman, bir Halife ve bir Sultan olarak pek tabii ki kendi sorumluluğu altında bulunan bütün tebaasını koruduğu gibi, hususiyle de Müslümanları her yönüyle himaye etmek ve ihtiyaçlarını karşılamak zorundaydı. Oysaki ABD misyoner okulları daha 1815’ten itibaren Anadolu’da açılmaya başlamış olup, çoğu kere de eğitim ve öğretim faaliyetlerini ruhsatsız bir surette sürdürmektelerdi.
Abdülhamid’in yabancı okullara kız çocuklarının gitmesini tasvip etmemesi ve Müslüman kız çocuklarının bu okullara kayıt yaptırmalarına yasaklama getirmesi ise dönemin Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Roosevelt’i derhal harekete geçirmişti. O, hususiyle Anadolu ve Suriye taraflarında bulunan yabancı okulları Osmanlı hükümetinin baskılarından kurtarmak üzere, Büyükelçi Leishman vasıtasıyla 1902 yılında Osmanlı Devleti’ne bir ültimatom göndermiş ve söz konusu ABD okullarının serbest bir surette hareket etmelerine müsaade edilmesi ve kendilerine herhangi bir engel çıkarılmamasını istemişti. Zira Anadolu coğrafyasında ABD gibi devletlerin sahibi ve hamisi oldukları yabancı okullar ve sair ecnebi kurumları Osmanlı toplumunun değişim ve dönüşümü açısından son derece büyük bir öneme sahiplerdi.
Bahsi geçen kurumların rolü ve önemini 10 Aralık 1936 tarihli Press gazetesinde, The City of Dogs başlığı altında da olsa, yayımlanan bir makalesinde Norman Berrow şu suretle dile getirmişti.
İstanbul’daki Amerikan Kız Lisesi gibi Amerikan ve İngiliz kurumları, istenmeyen hedeflerin tasfiyesi konusunda önemli roller icra etmekte ve etkinlikler sergilemektelerdi.
Hakikaten de Osmanlı Devleti’ndeki ABD eğitim ve hayır kurumları ABD’nin Osmanlı Devleti’ne karşı Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devleti ile savaştan kaçınmasını sağlayacak kadar önemli ve belirleyici olmuştu.
İstanbul ve Anadolu’da bulunan ABD misyoner okullarının her halükarda emniyetlerinin sağlanacağı hususunda Talat Paşa; Suriye’de olanlar için ise Cemal Paşa ABD’ye söz vermişlerdi. Milli Mücadele yıllarında Mustafa Kemal’in de aynı doğrultuda taahhüdü söz konusuydu. İsmet Paşa ise Lozan Antlaşması sonrasında ABD temsil grubu başkanı Joseph C. Grew ile 1923’te, kapsamlı bir taahhüdü içeren, Türk-ABD Dostluk ve Ticaret Antlaşmasını imzalamıştı. Söz konusu antlaşma, 1927 Şubatında yeni bir suretle imzalanarak, yürürlüğe konmuştu. Antlaşmanın maddelerinden bazıları Türkiye’de bulunan ABD eğitim kurumlarının mevcudiyetinin muhafazası ile alakalıydı.
Belirtmek gerekir ki, Roosevelt’in baskılarına rağmen, Abdülhamid’in Amerikan misyoner okullarının zararlı faaliyetler içerisinde oldukları yönündeki düşünceleri hiçbir surette ve hiçbir zaman değişmemişti. Zira Abdülhamid; bugün Boğaziçi Üniversitesi’nin içinde bulunan arazisini ABD misyonerlerine satmış olmasına duymuş olduğu hiddetten ötürü; Ahmet Vefik Paşa öldüğünde nereye defnedilmesi kendisine sorulduğunda; kıyamete kadar çan sesi dinleyebileceği bir yere ifadeleri ile cevap vermişti.
Esasen onun söz konusu suretteki mukabelesinin gerisinde devlet ve milletinden sorumlu bir padişah olarak onun misyoner okullarına bakışının, yıllar sonra da olsa, tezahüründen başka bir şey değildi.
Abdülhamid, ABD okullarının hangi amaçlarla kurulup faaliyet gösterdiğinin ve genç Müslüman kız ve erkek çocuklarının dimağlarını nasıl olumsuz yönde etkileyebileceklerinin fazlası ile farkında olan biriydi. Bu tür okullara devam edeceklerin milli ve dini hassasiyetlerinin zaafa uğramasından ise son derece endişe etmekteydi. Hakikaten de onun vukuundan endişe duyduğu söz konusu zafiyet örnekleri, yakın tarihimiz hadiseleri dikkate alındığında, fazlası ile söz konusu olmuş gözükmektedir.