Abdi İpekçi, Sabetayist miydi?

SuperHaber programcısı Nedim Şener, Hürriyet gazetesindeki köşesinde, gazeteci Abdi İpekçi'nin ölüm yıldönümü sebebiyle bir yazı kaleme aldı. Şener, İpekçi'nin kızı Nükhet İpekçi ile suikastın ayrıntılarını konuşmak yerine duygularını konuştuğunu aktardı.

SuperHaber programcısı Nedim Şener, gazeteci Abdi İpekçi'nin ölüm yıldönümü sebebiyle kızı Nükhet İpekçi ile bir araya geldi.

Hürriyet gazetesindeki köşesinde, görüşmenin detaylarını aktaran Şener, İpekçi'nin kızı ile suikastın ayrıntılarını konuşmak yerine duygularını konuştuğunu aktardı.

İşte Şener'in Hürriyet'teki, ''Dosyamız 41 yıldır bulamaca döndü'' başlıklı o yazısı;

Gazeteci Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979 günü kurulan bir pusuyla evine yakın bir noktada öldürüldü. Tam 41 yıl geçti, katili zamanaşımından yararlandı, aramızda dolaşıyor. İpekçi cinayeti kapanmayan yaramız. Abdi Bey’in kızı Nükhet İpekçi ile bir ucu ülke içinde derin ilişkilere, bir ucu yurtdışındaki karanlık odaklara dayanan suikastın ayrıntılarını konuşmak yerine bu kez duygularına kulak vermek istedim. Sorularıma verdiği cevaplarda göreceksiniz, dosya 41 yılda kendi deyimiyle bulamaca dönerken hâlâ cevabı olmayan soru şu: Abdi İpekçi gibi birleştirici, makul birisi neden hedef alındı? Belki de cevap soruda gizli; makul ve birleştirici olduğu için. Şimdi söz Nükhet İpekçi’de...

Bu sene Abdi Bey’in katledilişinin 41’inci yıldönümü... Dostları, onu saygıyla anan gazeteciler için 41 kez tazelenmiş bir acı. Ama sizin için her gün yaşanan bir duygu. Babanızı, katledilişini düşündüğünüzde 41’inci yılında neler söylersiniz?

Birinci yılda söylediklerimi bir kere daha söylerim: Kim, niçin, nasıl? Bu sorular, suikastın araştırılmasında çok emek veren rahmetli Örsan Öymen’in ilk yıldaki bir yazısının da başlığı. Önce, ‘Kim onun canına kasteder ki?’ diyorsunuz. ‘Niçin bunu yaptılar ki?’ diyorsunuz. Sonra da ‘Nasıl?’ diye soruyorsunuz. Hangi destekler ve güdümlemelerle yaptılar? Onu yok edince hedeflerine eriştiler mi? Muratlarına erdiler mi? Hem onu sizden koparanlara, hayatınızı dağıtanlara karşı kişisel bir soru, hem de yurttaşlık bilinciyle sorulan bir soru. Sizi hep takip eden, hiçe sayıldığınızı her an hatırlatan bir soru.

Sonra, şu kırk yılın ortalarında, birdenbire, TBMM kürsüsünden ‘Devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir’ diye seslenen bir başbakanı duyuyorsunuz. O dönemdeki akıl almaz cinayetler dizisi karşısında sorularınız daha da artıyor, alanı genişliyor: Eğer bu cinayetler devlet adına işlendiyse acaba milletimizin bundan ne gibi bir çıkarı olmuştur? Tabii bu soruyu sorarken beklentili de oluyorsunuz: Her şeyin hep birlikte araştırılmasını bekliyorsunuz. Farklı suikastların ayrıştırılmadan, yarıştırılmadan, isimlerin yaygınlığına ya da dar etki alanına bakılmadan eşit olarak, hep birlikte araştırılmasını diliyorsunuz. Yıllar geçtikçe tuzakların izleri daha çok görünür oluyor. Geçen yılki anmada, 40 boyunca tepemizden aşağı boca edilen bir bulamaçtan söz etmiştim: Neden babamın ölüsünün tepesinden aşağıya, annemin, kardeşimin, eşimin, kızımın, benim tepemizden aşağıya ve kısmen sizlerin üzerinize bulamaç indirildi ve indirilmekte? Sorunuza tek cümleyle cevap vermek gerekirse: 41’inci yılda hayat bu bulamaçla devam etmekte.

Abdi İpekçi cinayetini en iyi Uğur Mumcu takip ediyordu. O da 1993’te katledilince dosya sanki sahipsiz kaldı. Hatta bir ilanınız vardı bu konuda...

Uğur Mumcu bütün gücüyle araştırdı ve birçok gerçeği ortaya çıkardı. O sırada bazı gazeteciler ‘Nasıl bir babaydı, en çok hangi müzikleri dinlemekten hoşlanırdı’ gibi sorularla dokunaklı hatıralar yazmak üzere bizi ararlarken Uğur Mumcu, konunun özüne dalıp dosyaları inceliyor, müthiş bağlantılar kuruyor, çok önemli yazılar yazıyordu. Sonunda hepimizi aydınlatacak, birçok araştırmaya kaynak olacak çok değerli kitaplarını yazdı. Adeta aile adına müdahil olmuş gibiydi. Onun sayesinde yeniden dava açıldı. Kimsesizliğimizde, takip noksanlığımızda, donanımsızlığımızda onun varlığı çok güçlüydü. Katledildiği gün, artık her şey durur donakalır ya da yer gök yerinden oynar gibi bir duyguya kapılmıştım. Bu büyük boşluğa, hiçbir karanfil, hiçbir mum yetmez gibi gelmişti.

AKLIMA UĞUR MUMCU GELİRDİ

Hiçbir avutucu simgeye kendimi kaptıramıyordum. Büyük bir isyan içindeydim. Haftalarca yayınlanan ilanlar arasında ben de bir ilan verip bu duyguyu iletmeyi görev bilmiştim. ‘Devlete, hükümetlere, milletvekillerine, hukukçulara, gazetecilere güvenimin iyice eksildiği, umudumun pek kalmadığı anlarda, aklıma Uğur Mumcu gelirdi. Güç bulur, avunurdum. Bitti. 24 Ocak 1993’ şeklindeki küçük ilanımı yılgınlık gibi algılayanlar da oldu ama tam tersine, onun varlığının gücünü vurgulayan kalpten taşan bir duyguydu. Dosyanın sahipsiz kaldığını söylersek avukat Turgut Kazan’a büyük haksızlık etmiş oluruz. Uğur Mumcu’nun yaptığı gibi Turgut Kazan, her koşulda Abdi İpekçi’ye sahip çıktı. Gönüllü olarak avukatlığımızı üstlendi.

SUİKAST DAVASINDAN AKLINIZDA KALAN VE İÇİNİZE SİNMEYEN ŞEYLERİ SIRALAR MISINIZ?

Bu kadar karmaşık bir suikast davasıyla ilgili konuşmaya cüret etmek haddim değil. Ama tarihimize baktığınız zaman hangi suikastın davasını içinize sindirebilirsiniz? Her birinin nasıl da bitirildiğini, tıkandığını, savsaklandığını, yok sayıldığını görmek hepimiz için ne büyük bir utanç.

SABETAYİST KURGUSU

Abdi İpekçi ile ilgili sizinle zaman zaman yazıştığımızda onu tanımayanların ithamlarına sitem ediyorsunuz. Sizi en çok üzen en yaygın itham ve buna cevabınız ne olur?
Siz bunu çok iyi anlayacak birisiniz. O konduğunuz yerden çıktıktan sonra televizyonda söylediğiniz bir söz vardı, not etmiştim. Demiştiniz ki: ‘Yalan söylediğini bildiğin birine cevap veremiyorsun.’

Ben de tam böyle bir şey yaşıyorum. Dozu gittikçe artan büyük bir yalanla, bir kurguyla karşı karşıyayım: ‘Sabetayist Abdi İpekçi’ kurgusu. Eskiden tek tük görülen, pek de üstünde durulmayan, bunu ağzına dolayanlara meczup ya da aciz gözüyle bakılan bir haldi. Selanik dönmesi diye de yapılan bu tür sataşmalar genelde umursanmazdı. Sonra bir düğmeye basılmışçasına çıkan kalın ciltli kitaplar, böyle yalan ‘bilgileri’ bol bol yaydılar. Yalana kananlar çoğalarak artıyor. İşte bu yüzden açıklama yapmak gerekiyor:

KUŞAKLAR ÖNCE MÜSLÜMAN OLMUŞ

Abdi İpekçi ‘Sabetaycı’ değildi, ‘Sabetayist’ değildi. Soy sop, ırk araştırması yapmak isterseniz, evet, yüzyıllar önce kendine Mesih diyen bir adamın peşinden giden birtakım insanların soyundan geliyor. Bu konuda itiraz yok. Kuşaklar önce Müslüman olmuş kişilere ‘iki dinli, sinsi, gizli, kripto’ gibi sözler kullandıklarında iftirada bulunmuş oluyorlar. İsrail bayraklarıyla yan yana İpekçi fotoğrafları koyup altına komplo şaheserleri düzdüklerinde durum iyice ciddi bir hal alıyor. Öldürtülmüş bir ölüden düşman yaratmak için niye bu kadar uğraşıyorlar? Acaba gizli sinsi niyetleri, büyük çıkarları, siyasi planları mı var?



YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ...

"Yürüyen zatürre" alarmı: Okul çağındaki çocuklar risk altında! Kızılcık Şerbeti Pembe'ye büyük tuzak! Kent uzlaşısı aslında neden yapıldı? CHP o tuzağa düştü mü?
Sonraki Haber