ABD’nin dış politikasının en önemli isimlerinden Henry Kissinger’in ünlü Diplomasi kitabında aktardığı 'Süper Güç/Devlet' tanımındaki parametreleri şu şekilde maddelemek mümkün:
- Büyük bir ekonomi
- Global bir askeri güç
- Kuvvetli bir ulusallık duygusu
- Ulusal çıkar üzerine oturtulan bir dış politika geçmişi
- Çok uzun süreli bağımsız bir dış politika yürütme geleneği.
1990’larda tek süper güç ilanını yapan ABD, bu parametreleri kendinde toplamıştı. Ekonomik ve askeri anlamda, dünya tarihinde hiçbir ülkenin ulaşamadığı bir güce erişmişti. Ancak Kissinger’e göre sadece bu ikisi yetmiyordu. Bugün birilerinin duyduğunda tüylerini diken diken eden milli/ulusal devleti güçlü kılmak da süper devlet olmanın önemli şartlarından biriydi.
Bu temele oturtulan Amerikan politikaları 1990’lı yılların sonuna doğru 21. yüzyıl başındaki temel stratejisini şöyle belirledi: Kafkas koridorunu denetlemek, Orta Asya petrol ve doğalgaz servetleri üzerinde denetimi ele geçirmek. Bunlara ek olarak Washington’da iktidarı ele geçiren fundementalist zihniyetin dünyayı ateşe vermek amaçlı Armagedon hedefi de bu ülkeyi daha da saldırganlaştırdı. Afganistan ve Irak işgallerine giden sürecin yapı taşlarını bu gerekçeler oluşturdu. Yani ABD’nin derdi, demokrasi ya da insan hakları değildi.
Geldik bu 20 yıllık sürecin sonunda ABD’nin ve NATO’nun Afganistan’dan çekilmesine ve Taliban’ın yeniden Penşir Vadisi hariç ülkenin genelinde kontrolü ele geçirmesine…
Yenilgi kelimesini vurgulamamın nedeni, ABD’yi kadiri mutlak görenlerin, “ABD/Batı yenilmez” diyenlerin halen bir çaba içinde olduğunu görmektir. Arkadaşlar kabul edin ki, ABD ve müttefikleri (Türkiye'yi, ABD’nin gerçek anlamda asla müttefiki olmadığı için bu kategoriye koymuyorum) Afganistan’da yenildi. Ağır bir yenilgiydi.
Gerek katıldığım programlarda gerekse de SuperHaber’deki yazılarımda söylediği, ABD’nin bu yenilgiden sonra resmi güçlerini çekip, gayri resmi kuvvetlerini bölgeye sevk edeceğidir. ABD’nin B planı, bölgede kaosu tetiklemektir. Afganistan bu konuda beslenebilecekleri bir ülkedir. Çünkü çok sayıda etnik unsur ve mezhep vardır. Hemen hemen hepsinin İslam’ı yorumlama biçimleri de bizden farklı oldukları için kaos oluşturup, o kaosu tırmandırmanın zemini vardır.
Ancak öncelikli mesele ABD’nin ve lideri olduğu NATO’nun, atlarla savaşarak resmedilen ve ellerinde NATO güçleriyle boy ölçüşmesi hayal bile edilemeyecek silahlar bulunan Tabilan’a “yenilgisinin” temelini sorgulamak olmalı. Temelde de Kissinger’in Süper Devlet tanımında bulunan bazı parametlerin artık ABD için adım adım sönümlenmesini görüyoruz. Örneğin ABD artık dünyanın en önemli ekonomik gücü olmasına rağmen artık küresel ekonomiyi kontrol etmekte zorlanıyor. Bazı verileri hatırlatalım:
Çin'in toplam küresel ihracat içindeki payı 2003 yılında % 5,9'dan 2019'da % 13,2'ye çıkarken ABD'nin payı aynı yıllarda %9,8'den % 8,5'e geriledi.
Örneğin piyasalarının diğer ülkeler açısından kazandığı önemi gösteren ithalat hacmi verilerinde de Çin ABD’ye ciddi bir üstünlük sağladı. 2004-2019 yılları arasında ABD'nin toplam ithalatı %71 artarak 1,5 trilyon dolardan 2 trilyon 650 milyar dolara yükselirken, Çin'in ithalatı % 257 artarak 561 milyar dolardan 2 trilyon dolara yükselmiş.
ABD'nin ve Çin'in perakende piyasalarının hacmi 2009 yılında sırasıyla, 4 triyon dolar ve 1,8 trilyon dolar seviyesindeymiş. 2020 yılına gelindiğinde bu sayılar Çin lehine 5,5 ve 4 trilyon dolar olarak değişmiş.
Yani ABD eski gücünü kaybederken Çin adım adım dünya ekonomisine damga vurmaya başladı.
Askeri anlamda da yine Asya-Avrupa ülkesi Rusya da gücünü tahkim etmeye başladı. Bölgede çok sayıda ülke ABD ile askeri anlaşmalarını yenilemeyip, Rusya ile üs anlaşmaları yapmaya başladı. Örneğin Kırgızistan, ABD ile 2001’de yaptığı üs anlaşmasını iptal etti ve Manas’taki ABD üssünü 2009’da kapatma kararı aldı ve 2014 yılında da kapattı. Aynı Kırgızistan 2012 yılında Rusya ile hava üssü anlaşması yaptı ve bu üssün kira bedelinin artırılması, pistin yenilenmesi ve İHA’lar yerleştirilmesi ile ilgili protokol de Cumhurbaşkanı Sooronbay Ceenbekov tarafından 2020 yılının Haziran ayında imzalandı. Ayrıca Özbekistan da ABD üslerini kapatırken, Rusya ile askeri işbirliğini artırdı. Zaten Rusya’nın Orta Asya’daki eski Sovyet Cumhuriyetlerinde Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütünün (KGAÖ) Orta Asya Çevik Kuvvetler Gücü çerçevesinde üsleri bulunmaktaydı.
Yani ABD, ekonomik ve askeri olarak hep geriye gitti. İşte Afganistan işgalinin askeri ve ekonomik maliyeti de Washington’un kaldıramayacağı boyutlara geldi.
1764 yılında kurulan Brown Üniversitesi bünyesindeki Watson Enstitüsü’nün 2021 yılı Nisan ayında hazırladığı bir raporda, ABD’nin Afganistan’ı işgal maliyetinin 2 trilyon 261 milyar dolar olduğunu belirledi.
Rapora göre Afganistan işgalinin ABD’ye maliyeti şöyle:
Savunma Bakanlığı Denizaşırı Acil Durum Operasyonları Bütçesi : 993 milyar dolar
Dışişleri Bakanlığı OCO Bütçesi : 59 milyar dolar
Savunma Bakanlığı Üssü Bütçesi Savaşla İlgili Artışlar : 443 milyar dolar
Afgan Savaşı gazileri için Bakım : 296 milyar dolar
Savaş Borçlanmasına Tahmini Faiz : 530 milyar dolar
TOPLAM harcama : 2.261 trilyon dolar
Bu hesaba göre, ABD’nin bütçesinden işgal için ayrılan para yıllık yaklaşık 115 milyar dolar. Aylığa vurduğumuzda yaklaşık 10 milyar dolarlık bir paradan söz etmek mümkün.
Bu durum, bu paranın Afganistan için ayrıldığı anlamına gelmiyor tabii. Bu paranın büyük bölümü, ABD’nin bölgede operasyon için bulunan şirketlerinin kasasına gittiğini tahmin etmek zor değil. Yani Afganistan halkı için harcanmadı. Çünkü bu para Afganistan için harcanmış olsaydı, bu ülkenin 20 yılda kalkınmasının, insani gelişmişlik düzeyinin yukarılara çıkacağını tahmin etmek zor değil. Ancak yine de Amerikan halkının ve dünya kamuoyunun kandırılarak gerçekleştirilen işgal sürecinde ciddi bir maliyet var. Bu maliyetin sonucunda da Afganistan’da Taliban geri geldi ve yeniden 20 yıl önceki tartışmaları yaşıyoruz.
Ancak yazımızın başındaki vurguyu tekrar yapalım: Dünya artık eski dünya değil ve ABD artık bu tür bir operasyonu/saldırıyı kaldırabilecek güçte değil. O güçte olmadığı için de bu maliyeti kaldıramadı ve Blackwater gibi bir gücün daha az maliyetli gayri nizami harp planına onay vermek zorunda kaldı. 20 yılın sonunda kan emici şirketler kazandı, Afgan halkı ve bölge kaybetti.