Avrupa ve Amerikan basını geçen asrın son çeyreğinden ve özellikle de 1890’lı yıllardan itibaren ciddi ve profesyonel bir surette kendisince istenmeyen ve işine gelmeyen dönemi ülke idarecilerine karşı gayet yıpratıcı bir imaj politikası yürütmüştür. O dönem gazetelerinin sütunları söz konusu idarecileri konu alan aleyhlerindeki onlarca, yüzlerce yazı ve karikatürle süslüdür.
Günlük olarak çıkan gazetelerin özellikle iç sayfaları, haber sütunları ve hatta satır araları, koltuklarından alaşağı edilmek istenen muhtelif ülke hükümdarlarının rencide edildiği, alaya alındığı, küçümsendiği ve ithamlara maruz bırakıldığı cümlelerle doludur. Günümüzde önemini büyük ölçüde yitirmiş olan yazılı basının bu tarihsel misyonu artık televizyon kanalları ama daha ziyade dijital dünyanın veya sosyal medyanın muhtelif vasıtalarıyla icra edilmektedir.
Teknoloji alanındaki yeni icatlar marifetiyle bireysel dünyamız ve toplumsal bünyemiz alt üst hale gelmiş bulunmaktadır. En sevimsiz insanlar ve konular en önemli, en güzel ve en vazgeçilmez unsurlar haline getirilebilmekte; en değerli olan şeyler ise tam aksi bir surette vasıflandırılıp kıymetlendirilebilmektedirler. Ne yazık ki, çok kolay ve acımasız bir surette haklı olanlar haksız, haksız olanlar ise haklı kılınabilmektedir. Yeter ki sunum ve pazarlama noktasında maharetli olunabilsin.
Geçen asırda Batı’nın Sultan Abdülhamid aleyhindeki yaklaşımı ve nihayet kamuoyunda menfi bir imaj oluşturarak kendisini değersiz kılıp ondan kurtulma gayreti tam da böyle bir durum arz etmiştir. Zira Avrupa ve ABD bugün olduğu gibi dün de aynı siyasi emel ve gayret içerisindelerdi. ABD basını daha düne kadar Nicolas Maduro aleyhinde olduğu gibi dün de yoğun bir şekilde Abdülhamid iktidarına bütünüyle muhalifti. Dolayısıyla da Batı basınında Abdülhamid aleyhinde fazlası ile istihzai yazı kaleme alınmış yahut alınması sağlanmıştı. Bugün bir kısım liderlere karşı uygulanmakta olan politika yüz yıl önce de bir devlet başkanı olarak Abdülhamid’e karşı uygulanmış ve Batı tarafından hedef tahtası haline getirilmişti. Çünkü Batı çıkarlarına aykırı bir duruş sergileyen -bütün devlet başkanları gibi- Abdülhamid de gereksizdi ve kendisinden bir an evvel, bir baş belası olarak, kurtulmak icap etmekteydi.
Bu nedenledir ki Abdülhamid ve idaresinin siyasi ve psikolojik olarak algısal surette yıpratılması ve aşağılanması politikası birinci elden ama amansız bir şekilde sürdürülmüştü. Abartısız olarak ifade etmek gerekir ki, o dönemde Batı basını hemen her gün Abdülhamid’i, sütunlarında ziyadesiyle zengin bir aşağılayıcı üslup, hikâye, alay veya mizah unsuru haline getirmiş ve kendisini o hali ile kamuoyuna takdim etmişti.
Geçen asırda William Gladstone, Lord Salisbury, Lord Curzon, Cardinal John Henry Newman, Lord James Bryce, Arnold Toynbee ve Henry Morgenthau Batı’nın bu noktadaki söylemsel belirleyicileri ve propaganda unsurları olmuşlardı. Söz konusu isimler Batı’nın siyasi hedeflerine ulaşmasında kendilerine düşen görevi fazlası ile icra etmişlerdi. Bu isimlerden her birisi Türk halkını Korkunç Türkler, Müslüman Türkleri ise Kötü Müslümanlar imajıyla bütün dünyaya lanse etmeye çalışmış ve belli bir ölçüde de olsa çalışmalarında başarı kazanmışlardı.
Günümüzde, ülkemizde varlığını kısmen ama hala devam ettirmekte olan Osmanlı düşmanlığı ve Abdülhamid aleyhtarlığının tarihsel söylem biçimleri arasında yer alan Barbar Türk, Kızıl Sultan, Müstebit, Devr-i İstibdat, Sansürcü, Hürriyet Düşmanı, Pinti Abdülhamid.. ve benzerleri bütünüyle Batı’dan devşirilmiş, taklitçi zihniyetin telaffuz ettiği kavramlardan ibarettir.
Geçen asırda Türkleri, Korkunç Türkler; Müslümanları ise Ahlaksız Müslümanlar diye tanımlayan, ancak kendisini Fakirlerin Hizmetkârı şeklinde lanse etmekten kaçınmayan ve aynı zamanda yazar, vaiz, danışman, eğitimci, papaz ve hatip hususiyetleri ile de takdim olunan Cardinal John Henry Newman (1801-1890)’dan başkası değildi.
Korkunç Türkler ve Ahlaksız Müslümanlar imajının Batı’da kök salmasında Cardinal John Henry Newman’ın izini takip eden en önemli isimlerden birisi ise Lord James Bryce (1838-1922) olmuştu.
Lord James Bryce Birleşik Devletlerdeki büyükelçiliği ile tanınmış ve en iyi İngiliz siyasetçi olarak takdim edilmiş bir diplomat ve tarihçiden başkası değildi.
Bryce; Ermenilere derin bir sempati içindeydi. O, İncil’deki atıfların ve anlatımların hususiyle bilincinde biriydi. …Abdülhamid’in ise ölmeyi hak ettiği düşüncesindeydi… Avetoon Pesak Hacobian ifadesiyle Lord Bryce'ın adı; Ermenistan var olduğu sürece Ermeni tarihinde hep yaşayacaktı.
Korkunç Türkler ve Ahlaksız Müslümanlar imajının Batı’da kök salmasında etkili olan son dönem öncü isimler işte bunlar ve benzerleriydi.
Geçen asırda Sultan Abdülhamid’in şahsında Korkunç Türkler ve Ahlaksız Müslümanlar imajının propaganda edilmesinin gerisindeki en temel nedenler ise; petrol, hilafet, İslamofobi, Panislamizm, geleneksel Türk nefreti, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’nın Hasta Adamı olması hali, Hristiyan azınlıkları himaye arzusu, Balkanlar’daki Müslüman nüfusun etnik temizliğe tabi kılınmak istenmesi, gayrimüslim nüfusun da desteğiyle Osmanlı’yı paylaşım arayışları…
Batı’nın hedefine ulaşmada yerden yere vurduğu isim görünürde hep Abdülhamid olmuşsa da esasen asıl saldırılan, karalanan, yere vurulan ve pılını pırtısını toplayıp gitmesi istenen veya kovulan hep Türk ve Müslüman Osmanlı nüfusuydu. Hakikatte hedef alınan ise Müslüman Türk milletinin bizatihi kendisi ve idare biçimiydi.
Dolayısıyla Batı’ya göre Abdülhamid; Son derece cahildi! Çoğu kere muhakeme gücünden dahi yoksundu! Hayatına güvensizlik hissi hâkimdi ve o, o hissin altında ezilen biriydi. Ayrıca kendisine kesinlikle güvenilemezdi. En acımasız fiiller irtikâp edebilirdi. Onun ülkesinde, Müslüman'ın bağışlaması dışında, hiçbir inkârcının yaşam hakkı yoktu. Onun Türkiye'nin kurtuluşuna vesile olmasını beklemek, onun muhakeme gücü kazanmasını ummak ve hayatında tek amaç haline getirdiği şeyi yapmaktan onun vaz geçmesinden ümitvar olmak demekti!
Geçen asırda Korkunç Türk ve Kötü Müslüman şeklindeki nitelemelerin bir anlamda bugünkü ifadesi olan Türkofobi ve İslamofobi kavramlarının hayat bulması ve Batı’da hâlihazırda varlıklarını devam ettirebilmelerinin gerisindeki en temel etkenlerden birisi hiç şüphesiz ki Avrupa'nın Hıristiyan azınlıkları değerli kılma gayretiydi. Diğer taraftan Avrupa'da dünkü şekli ile Korkunç Türk ve Kötü Müslüman bugünkü biçimi ile de Türkofobi ve İslamofobi olan Osmanlı ve Türk karşıtı söylemler siyasi-dini olmalarının yanında aynı zamanda entelektüel söylem biçimleridir. Bu söylemlerin hayata geçtiği zaman diliminde vuku bulmuş olaylar, Rusya ve Avrupa büyük devletlerinin, Balkanlar'daki Müslüman nüfusa yönelik etnik temizlik politikasına ilaveten yerli Hıristiyan nüfusun da desteğiyle Osmanlı İmparatorluğu’nu bölme çabasından başka bir şey değildi.