William Ewart Gladstone, Liberal Partili bir politikacı olarak, İngiltere’de dört defa başbakanlık koltuğuna oturdu.
İktidarı döneminde İngiltere’de bir asırdan beridir devam etmekte olan Osmanlı İmparatorluğu'nun idari bütünlüğünün korunması şeklindeki politikaya 1880'de son verildi.
Hıristiyan teolojisinin derinden etkisinde kalmış olması yanında İslam’a karşı duyduğu nefret, siyasi söylemleri ve icraatlarında kendisini motive eden en güçlü dürtüler arasında yer aldı.
Gladstone’un Müslüman fanatizminin gerçekliğine olan inancı o kadar sağlamdı ki, Bulgarların 1876'daki katliam iddialarını ve 1890'lardaki Ermeni zulmü haberlerini bütünüyle kabul etmişken Türklere karşı işlenen benzer eylemlere işaret eden herhangi bir delili ise görmezden geldiğini itiraf etmişti.
Gladstone adının tanınmasında ve dolayısıyla da oldukça fazla bir üne kavuşmasında 1876 yılında Bulgar Dehşetleri ve Doğu Sorunu başlığını taşıyan broşürü yayınlaması önemli bir rol oynadı.
Söz konusu broşür Abdülhamid’in icraatı olarak lanse edilen asılsız bir ithamı muhtevi olsa da esasen İngiliz dâhili siyasetinin eseri olarak şekillenmiş olup Bulgar halkının acımasız surette katliama tabi tutulduğu hikâyesini içermekteydi.
Gladstone’un meydanlardaki tahrik edici beyanları ve Osmanlı aleyhtarı söylem ve politikaları İngiltere’yi Rusya karşısında Osmanlı yanında yer almaktan alıkoyduğu gibi İngiliz halkının sokaklara dökülmesine, kitlesel gösterilerin yapılmasına ve kamuoyu nabzının tabii olarak öfke dalgaları halinde yükselip alçalmasına sebebiyet vermişti.
Gladstone'a göre;
Osmanlı Türkleri, insanlığın en büyük insanlık karşıtı türü, tam bir insan düşmanıydı.
Yine onun yaklaşımına göre;
Osmanlı Türkleri, ırken, dinleriyle birleştiğinde, bu durum kendilerini diğer Müslümanlardan bile daha fazla güvenilmez kılıyordu.
Türk ırkı ne Hindistan'ın ılımlı Müslümanları, ne Suriye'nin şövalye Selahaddinleri, ne de İspanya'nın kültürlü Moorlarıydı. Genel olarak, Avrupa'ya ilk girdikleri kara günden itibaren, insanlığın tek büyük insan karşıtı örneğiydi.
Nereye giderlerse gitsinler, arkalarında geniş bir kan çizgisi iz bırakıyorlardı ve egemenliklerine ulaştığı sürece medeniyet gözden hep kaybolmaktaydı.
Gladstone'a göre;
Doğu Anadolu'da ve dünyada bulunduğu herhangi bir yerde, tüm refahı, tüm ilerlemeyi, tüm mutluluğu yok eden İslam diniydi.
Onun, Abdülhamid’in şahsında, Konuşulmaz Türk nitelemesinin ve Türkün; pılısını pırtısını toplayıp Avrupa’dan çekip gitmesi politikasının mucidi olmasının gerisinde hep yukarıda sözü edilen türden yaklaşımları etkili olmuştu.
Söz konusu yaklaşımları nedeniyledir ki onun Ermenistan olarak adlandırdığı bölgeye bir Avrupa ya da en azından İngiliz silahlı müdahalesi, olmazsa olmaz, bir durumdu ve böyle bir müdahalenin uygulamaya konması için onun tarafından kampanyalar yürütülmüştü.
Kraliçe Victoria, Gladstone'un açıklamalarını yarı çılgın olarak nitelendirmiş olsa da, onun görüşlerinin yalnızca İngiliz toplumunda değil, aynı zamanda İngiltere Kilisesi hiyerarşisinde de oldukça popüler olmasına engel olamamıştı.
Gladstone’un yürüttüğü kampanyalar neticesi itibarıyla Britanya kamuoyunu Osmanlı İmparatorluğu'na karşı o denli alevlendirmişti ki, İngiliz hükümeti, farklı bir siyasi görüşe sahip olmasına rağmen, bir ara Osmanlı Devleti’ne karşı savaşa girmeyi dahi düşünmek zorunda kalmıştı.
Gladstone sadece Osmanlı Devleti’ne, milletine ve İslam dinine husumet içerisinde olan biri değildi. Fakat o aynı zamanda kendilerini büyük Katolik ulus olarak gördüğü Ermenilere karşı işlemiş olduğu iddia edilen gaddarlıklardan ötürü Sultan Abdülhamid'i Lanetli Abdülhamid olarak nitelemişti.
O, Büyük Suikastçı diye tanımladığı Abdülhamid için;
Tanrı'nın insanlığa bir lanet olarak bahşettiği o zavallı Sultan
demekten de hiçbir surette çekinmemişti.
Gladstone, basında yayınlanan bir mektubunda Abdülhamid’den bahsederken;
Türkiye Sultanını insanlığa Allah lanet olarak verdi
diye belirtmiş ve ilaveten de;
Allah’ın, rahmetiyle tez zamanda onun sonunu getireceğini
umduğunu ifade etmişti.
Çünkü o kendi varsayımıyla varlığını iddia ettiği Bulgar, Ermeni ve sair milliyetlerin katli ve mevhum katliamlardan da hem İslam'ın hem de Abdülhamid'in bizatihi kendisinin sorumlu olduğunu ifade etmişti.
Kim bilir; belki de onun İslam’a, Türk’e ve Osmanlı Devleti’ne ve nihayet Abdülhamid’e karşı bu pervasız suretteki saldırısı dolayısıyla olmalıdır ki; Punch adlı mizah gazetesi Gladstone’un köpek şeklindeki bir karikatürüne sayfalarında yer vermişti.
Gladstone, halka hitaben yaptığı bir açıkhava konuşmasında, muhtevası itibarıyla köklü şüpheler arz ettiğini ve medeni ve Hıristiyan ırklar adına iyi ve tahammül edilebilir bir idare kurmaktan özü itibarıyla aciz olduğunu varsaydığı İslam için; o lanetli kitabın (Kur'an'ın) takipçileri olduğu sürece Avrupa’nın barış ile tanışma fırsatı bulamayacağını belirtmişti.
Yine o, çok yaşlı olmasından ötürü yeni bir Haçlı Seferi'ne liderlik edebilecek gücü kendisinde bulamamış olduğunu, ancak Britanya hükümetinden Hıristiyanlık görevi gereği kendilerini rahatlatması adına Osmanlı Devleti’ne karşı askeri müdahalede bulunması ricasında bulunmuş olan güçlü Ermeni lobisini büyük bir gayretle desteklemişti.
Esasen Gladstone Abdülhamid ve Osmanlı eleştirisinde ikiyüzlü davranmaktaydı. Avrupalı devletlerinin elde ettikleri sömürgelerini nasıl kendi boyundurukları altına aldıklarını ve tuttuklarını unutmakta ve dolayısıyla da Osmanlı Devleti’ne karşı hakkaniyetli olarak davranmamaktaydı. Oysaki İspanyolların fetihlerine eşlik eden kanlı eylemlerini, Cezayir'in fethi sırasında Fransızların işledikleri zulümleri, Hindistan'daki isyanlar sırasında İngilizlerin vahşiliklerini ve sair Avrupalı sömürgeci güçlerin vahşet siyasetlerini görmezlikten gelmekteydi. Kongo'daki ya da Rusların Sibirya'daki vahşetleri ise Avrupa barbarlığının daha başka hikâyeleriydi.
Dolayısıyla Gladstone’un tarafgirliği; Avrupa Büyük Devletleri tarafından elde edilen toprakların elde tutulmasında ve halklarına boyun eğdirilmesinde meşru görülen ahlaki standardın Osmanlı ve benzeri devletler söz konusu olduğunda hiçbir surette kabul edilmeyip başka bir standardın varlığından söz edilmesi şeklinde tezahür etmekteydi. Cezayir veya Hindistan'daki Müslümanlara veya Hindistan veya Kongo'daki diğer Hıristiyan olmayanlara karşı Batılılar tarafından işlenen vahşetler karşısında Avrupa'nın vicdanı hiçbir surette sızlamıyordu. Ancak konu, Hıristiyan tebaasının isyanını bastıran Müslüman bir güç, Osmanlı söz konusu olduğunda, bu durum Gladstone gibiler tarafından çekincesiz bir surette kınanmaktaydı.
Batı’da ve hatta bütün dünyada muhakkak ki birçok insan muhalifleri tarafından oldukça kötü ad ve sıfatlarla anmışlardı. Ancak bu noktada Abdülhamid insanların en bahtsızı olmuştur denebilirdi. Ona en kötü lakapları layık gören isim ise Gladstone olmuştu. Dolaysıyla da Abdülhamid’in en fazla kızdığı isim, tabii olarak, Gladstone’du.
Gladstone, şüphesiz ki büyük bir hatipti. Türklerin vahşette bulundukları yolunda dünyayı ayağa kaldırdığı gibi Abdülhamid’i de zulüm, katliam, soykırım ve katil olmakla suçlamıştı. Ona göre, Abdul büyük suikastçıydı, anlatılmaz bir Türk’tü.
İngiliz liderin bu suretteki suçlamaları Abdülhamid’i o kadar fazla üzmüştü ki, kendisine karşı suç duyurusunda bulunarak dava açma olasılığı konusunda Londralı bir avukata danışılmış ve hukuki görüşlerine başvurulmuştu. Söz konusu hukuk müşaviri (Avukat), görüşünü iki maddede özetlemişti:
Öncelikle Abdülhamid’in, İngiltere’de ikametgâhı olmadığından, talebine asla izin verilmeyecekti.
Diğer taraftan dava açılsa bile, deliller ve kamuoyu o kadar güçlüydü ki, hiçbir jüri Gladstone’u mahkûm edemezdi.
İngiliz hukukunun Londra Ağır Ceza Mahkemesi’ne (Old Bailey) kadar ulaşmaya takati bulunmadığından Gladstone aleyhinde suç duyurusu ve dava açılması fikrinden zorunlu olarak vaz geçilmişti.