The Fort Wayne Sentinel gazetesi 26 Şubat 1896 tarihli nüshasında Abdülhamid’den bahsederken diyordu ki:
Öldürülme korkusu o denli derindi ki bu nedenle sarayından dışarı adım atmadı.
Abdülhamid’in Yıldız’dan dışarı çıkmamış olmasını tenkit edenlerden birisi de Good Words gazetesi olmuştur.
Good Words’un belirttiğine göre:
Önceki padişahların hiçbirisi, Abdülhamid kadar şahsiyetini toplumdan bu kadar esirgememiştir.
Abdülaziz, halkıyla yakın temas içinde olmayı severdi ve kendisi istediği için kalabalığa kendisini göstermişti.
Şimdiki padişahın babası Abdülmecid'e gelince, onun güzel bir sözü, onun cesaretini ve kaderci ruhunu ifade eder.
Abdülhamid’in kendisini Yıldız Sarayı’na kapattığı ve dışarı çıkarak halkı ile görüşmekten kaçındığını makalesine konu edinenlerden birisi de C. Chryssaphides ve Rene Lara ikilisi olmuştur.
Fortnightly’nin Aralık 1910 sayısında The Last Sultan of Turkey başlığı altında konuya değinen yazarlar Abdülhamid’in çocuksu bir tutum ve korku içerisinde olduğuna işaretle kendisini şu suretle itham etmişlerdir:
Suikasta uğrama korkusu onu toplum içine çıkmaktan alıkoydu. Saraya serbestçe girebilen iki Hristiyan’dan biri olup Abdülhamid’in baba dediği yakın arkadaşı yaşlı Rum banker M. Z. ve yine kendisi ile rahatça görüşüp konuşma imkânı bulabilen özel doktoru Mavroyeni Paşa ona boş yere tavsiyelerde bulundular. Ona hemen her zaman tebaasına kendisini göstermesi için dışarı çık, insanlar seni mutlu kılmak istiyor; halk padişahını görmek istiyor, neden korkarsın? Tehlike yok, dediler. Abdülhamid ise hemen sohbet konusunu değiştirdi. Fakat onu mutlu kılmak için bile olsa, kendisini halka gösterme fikri etrafında toplanan kalabalığı görme hayali kendisini titretti. Saray’dan çıkma zorunluluğunu ortadan kaldırmak için, her Cuma günü namaz kılmak üzere, Yıldız'ın girişinden birkaç adım öteye bir cami, Hamidiye Camii’ni inşa ettirdi.
Gerek Belleville Telescope gazetesi gerekse The Delphos Daily Herald ve pek tabii ki sair gazeteler Abdülhamid’in Cuma Selamlığının hakiki anlamını görmezlikten gelmişlerdir.
Söz konusu gazeteler, törende görevli asker sayısını farklı rakamlarla zikretmiş olsalar da Cuma Selamlığını:
Rus Çarı gibi Sultan Abdülhamid de can emniyeti konusunda sürekli bir korku içindedir. Muhammed'in kanunları gereği her Cuma mecburen camiye gittiğinde, yüksek ücretli ve dolayısıyla da kendisine sadık olan 10.000 kişilik bir koruma etrafını sarar
şeklindeki bir anlatım biçimi ile törende asker bulundurulmasını Abdülhamid adına alınan güvenlik tedbirleri olarak değerlendirmişlerdir.
Oysaki Cuma Selamlığı Abdülhamid’in Cuma namazına gitmesi şeklindeki yalın anlamının ötesinde esasen tam manası ile onun İslam dünyasının halifesi, Müslümanların lideri ve İslamcılık siyasetinin uygulayıcısı olduğu algısını pekiştirmeye yönelik algı oluşturma eyleminden öte bir şey değildi.
Batılı siyasiler, entelektüeller ve basın bu durumun elbette ki fazlası ile farkındalardı. Ancak İslam’ın esaslarından birinin yerine getirildiği ve bütün İslam dünyasının payitahtta gerçekleşen bu dini törene katılma ya da tanık olma arzusunu taşıdığı bir zamanda yabancı basının bu uygulamaya doğrudan ve olumsuz bir surette laf etmesi ve anlamsız surette yorumda bulunması tabiidir ki hiçbir şekilde hakkaniyetli değildir. Ancak Batı matbuatı Cuma Selamlığı ve bu selamlığın ihtiva ettiği maksadı doğrudan hedef almak yerine dolaylı bir surette ve muhtevasını başkalaştırıcı ya da amacından saptırıcı bir biçimde haber konusu kılmış, ancak ana amaç olarak Abdülhamid’in korkak birisi olduğuna vurguda bulunmuştur. Cuma Selamlığına debdebe katan ve onun şaşalı bir surette icrasını sağlayan askerler de icra ettikleri rolden soyutlanarak yalın bir surette Abdülhamid’in güvenliğini sağlayan basit bir kuvvet derekesine indirilmiştir.
Bir kez daha belirtmek gerekir ki Batı matbuatının oklarının hedefi Cuma Selamlığı değil, o selamlığa katılan Abdülhamid’in bizatihi kendisi olmuştur. Padişah da olsa bir bireyi korumak için on bin kişilik bir silahlı kuvvetin kısa bir mesafe ve dar bir alanda tutulmasının güvenlik tedbirleri bakımından ne derece makul olabileceği ise aşikardır. Şayet asker sayısının fazla olması güvenliği mutlak surette sağlayıcı bir durum olsaydı 1905’te Cuma Selamlığında vuku bulan suikast girişiminin mümkün olmaması icap ederdi.
Saraydan Çıkmaması
The National Tribune Washington gazetesi Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’na çekilip zorunlu haller dışında saray haricine çıkmamasını onun korkaklığı ve vehimli haline atfetmiştir. Gazete, 12 Kasım 1908 tarihli sayısında bu hususa temasla sayfalarında şu ifadelere yer vermiştir:
Amansız korkaklık ve kuşku duyma hali Abdülhamid’in hayatında genellikle iç içe hüküm sürer. Bu sefil adamın yıllarca sürekli hayatından korkarak yaşadığı, korkaklığının onu üç ayrı ve farklı duvarla çevrili Yıldız Sarayı’nda kendisini gönüllü bir tutsak haline getirdiği gayet iyi bilinmektedir. İçindeki amansız kuşkuları onu aynı zamanda kişisel güvenliği için olağanüstü önlemler almaya mecbur etmiştir.
Abdülhamid’in vehimli ve korkak olduğu bugünün Türkiye’sinde bazı yazar çizerler tarafından hala yazılıp çizilmektedir. Ancak Abdülhamid’in korkak olduğunu iddia ile bu konuyu kaleme alanların temel dayanağı, konuya dair sağlam bir bilgiye sahip olmaları yahut hakikate vakıf bulunmaları suretiyle değil, bilakis geçen asırda yabancı kaynakların iddia ve ithamlarını tekrar etmeleri yahut 31 Mart artığı söylemleri canlı tutma gayretleri yönüyledir. Bu noktada Emin Çölaşan örneğinde olduğu gibi bir dizi günümüz yazarının Abdülhamid’i kendi zehaplarınca değerlendirmeleri söz konusudur. Abdülhamid’i korkak ve vehimli olmakla suçlayan Çölaşan örneğin:
Öylesine vehimli ve korkaktı ki, padişahlık ettiği 33 yıl boyunca sarayından cuma namazları hariç hiç çıkmamış, İstanbul'un dışına bir gün olsun adımını atmamıştı
şeklinde yazmak suretiyle Abdülhamid’i mesnetsiz bir surette suçlayabilmiştir.
Çölaşan ve emsali maalesef konuya dair sağlam bir bilgiye sahip olmaları yahut hakikate vakıf bulunmaları suretiyle değil, bilakis geçen asırda yabancı kaynakların iddia ve ithamlarını tekrar etmeleri yönüyle hareket ettikleri içindir ki iki satırlık ithamlarında dahi bir dizi hata yapmaktadırlar. Çölaşan, örneğin, keşke Abdülhamid’in 33 yıl boyunca Cuma namazlarına ilaveten Hırka-i Şerif ziyaretlerine gitmiş olduğunu da insaf gereği, zikretseymiş.
(Çölaşan ve emsalinin yaklaşım biçimini dikkate alınca Ahmet Necdet Sezer’i nereye oturtmak gerekiyor diye doğrusu insan düşünmeden de edemiyor.)
Yıldız Sarayı’ndan dışarı çıkmamışsa da
Abdülhamid iktidarı boyunca Yıldız Sarayı’ndan beklenildiği şekliyle dışarı çıkmamış olsa da Frank Leslie's Popular Monthly’de de ifade edilmiş olduğu üzere:
Avrupa'da dünyanın her yerindeki güncel olayları ondan daha iyi bilen ve her birinden halkının yararına bir ders çıkarmaya çalışan bir hükümdar yoktu.