1910 Aralığında Fortnightly’da çıkan bir yazıda deniyordu ki:
Abdülhamid her yerde komplo, her kapının ardında ölümü gördü; bu nedenle, yavaş yavaş ürkütücü boyutlara ulaşan ve görevlilerinin her şeye kadir şahsiyetler olduğu gerçek bir gizli servis sistemi kurdu.
Casusları kutsal bir varlık gibiydi; yasalar onlar için geçersizdi. Hükümetin kontrolünde değillerdi, yüksek ücretleri vardı. Abdülhamid’in dehşete kapılmış zihnine tamamen hükmetmektelerdi.
Efendilerinin zihnindeki bu korku saplantısını teşvik etmek bu casusların çıkarınaydı ve bunu dikkate değer bir beceriyle de yapmaktalardı. Saf ve korkak Abdülhamid, raporların okunuşunu titreyerek dinledi, bunların doğruluğunu araştırmak için zahmete dahi girmedi. Korkusu o kadar büyüktü ki, tutuklamalar veya suikastlar için her zaman olumlu emirler vermeye dahi cesaret edemiyordu. Raporlardan sonra suskun ve telaşlı olduğu görülürdü.
Raporlar okunduktan sonra, Abdülhamid’in suskun ve telaşlı olduğu görüldüğünde, casusluk sanatının üyeleri, onun melankolisinin ve endişesinin nedenini sorardı. Abdülhamid yarım sözcüklerle, belirsiz imalarla, derdinin nedenini ortadan kaldıracak sadık arkadaşlar bulma arzusunu ifade ederek yanıt verirdi. Abdülhamid’in istekleri kanunla eş değerdi. Casuslar tarafından ihbar edilen kişiler, hemen o akşam, ortadan kayboluverirdi.
New York Times gazetesi de Yıldız Sarayı ve Abdülhamid idaresinin 20.000 casusa sırtını dayamış olduğuna dair haberlere sayfalarında yer vermiştir.
Baron von der Goltz'un yaklaşım biçimine göre casusluk sistemi:
Her şeyi boğan bir merkezileşme
biçimiydi.
İddia o ki; Abdülhamid idare biçimini merkezileştirmek ve dolayısıyla da herkesi, her yeri ve her olup biteni kurmuş olduğu Hafiye Teşkilatı ile izlemek, dinlemek, bilmek ve öğrenmek ve dolayısıyla da boğmak şeklinde bir saltanat dönemi geçirmiştir.
Batı basınının yaklaşımına göre:
Bir parmak işaretiyle veya yanan bir mumun üflenerek söndürülmesi gibi can alabilen Abdülhamid kendi hayatını her şeyin üstünde tutar. Aldığı canlar ve döktüğü kanlar kendi hayatını en korkunç kâbuslara dönüştürmüş durumdadır.
Dolayısıyladır ki; Abdülhamid’in kurmuş olduğu Hafiye Teşkilatı dünden bugüne en çok tenkit edilen, gayrimeşru işlerle ilişkilendirilen ve Abdülhamid aleyhinde bir algı oluşturabilmek için fazlası ile suiistimal edilen dönemi kurumlarından birisi olmuştur.
Abdülhamid’in en az bir asır önce kurmuş ve başarılı bir surette idare etmiş olduğu söz konusu sistemin yüzyıl sonra ne denli gerekli olduğu, bugün itibarıyla casusluk teşkilatlarının ne derece devasa boyutlara ulaşıp bir ahtapot misali kuşatıcı ve kucaklayıcı bir mahiyet kazandığı ve vazgeçilmezliği ortadadır.
Abdülhamid’in teşekkül ettirdiği Hafiye Teşkilatı hakikaten gereksiz olduğu için mi tenkit edilmişti yahut Abdülhamid'in dünyanın o vakte kadar bildiği en rekabetçi casusluk sistemini örgütleyebilmesi, geliştirebilmesi ve sürdürebilmesinden rahatsızlık duyulduğundan ötürü mü tenkit konusu edilmişti ya da söz konusu Hafiye Teşkilatı içeride Jön Türk ve benzeri örgütlenmelere, dışarıda ise, en basit şekliyle, Avrupa devletlerinin Hamidiye İdaresi’ne karşı ne düşünüp ne yapmak istediklerine vakıf olmaya çalışmasından mustarip olunduğu için mi hedef tahtası haline getirilmişti, bütün bunlar üzerinde ayrı ayrı durulup incelenmeye değer konulardır.
Gerçek şu ki; Hafiye Teşkilatı Abdülhamid döneminin ürünü olmakla birlikte o günkü dünyada Hamidiye İdaresi’ne mahsus ve özgün bir durum teşkil etmemekteydi. Çağdaşı hükümdarların, en azından Çarlık Rusyasının da, benzer haber alma teşkilatları söz konusuydu. Ancak şu farkla ki; diğer devletlerin bu yöndeki teşkilatları Hamidiye İdaresi’ndeki Hafiye Teşkilatı kadar başarılı olamadığı gibi suçlanıp tenkit de edilmemiş, tesisi bir suçmuş gibi gösterilmemiş, sadece yanlışlıkları dile getirilip faydaları göz ardı edilmemiştir.
22 Ağustos 1917 tarihli The Iowa City Citizen gazetesi dönemin casusluk sistemi hakkında ilginç bir yazıya sayfalarında yer vermiştir. Yazı, casusluk sisteminin devletler nezdindeki, en azından Rusya gibi büyük bir imparatorluk idaresindeki yerini göstermesinin ötesinde Abdülhamid’in dönemi uygulamalarından ne denli etkilendiğini ve şahidi olduğu sistemleri takip etmede ne derece başarılı bulunduğunu ifade etmesi bakımından önemlidir.
The Iowa City Citizen gazetesinde yer alan söz konusu yazı aynen şöyledir:
Devrimden hemen sonra geçici hükümet tarafından atanan yeni hükümet sistemini güvence altına almak için komisyon tarafından eski İmparator Nicholas'ın maaşa bağladığı casus, muhbir ve ajan provokatörlerin 33 uzun listesi yayınlandı. Bu listeye bir 50 liste daha ilave edilebilir.
Otokrasinin bu gizli lejyonerlerinin toplam sayısının 80.000'e ulaşması bekleniyor. Suçu şüphe götürmez olanlar hapse atıldı, ancak yargılanıp cezalandırılacakları veya gerici karşı devrimin tüm tehlikesi geçene kadar sadece hapiste tutulup tutulmayacaklar henüz belirlenmedi.
Komisyonun raporları, İkinci Abdülhamid döneminde Türkiye'de geliştirilen casusluk ve devleti suça kışkırtma sisteminin tam olarak aynısını tasvir ediyor. Aradaki fark, Abdülhamid'in casus ve provokasyon sistemini doğrudan Yıldız köşkünden çalıştırırken, Nicholas'ın sistemini Basil Ostrov semtinde büyük bir binayı işgal eden kötü şöhretli okhrannoe otdielenie ya da güvenlik departmanına emanet etmesiydi.
Muzaffer devrimcilerin ilk eylemi, güvenlik departmanının gizli belgelerine el koymak oldu. Bunların çoğu binanın dışındaki şenlik ateşlerinde yakıldı. Daha değerli belgeler, özellikle devletin suç örgütüyle ilişkili olduğunu gösterenler, kasalarda tutulmuş ve imha edilmekten kurtulmuşlardı.
Devrimciler ayrıca bakanlığın taşra teşkilatlarında on binlerce gizli kayıt ele geçirdiler ve bunlardan tutuklu casusların itiraflarıyla desteklenen listeler tasnif edilmektedir. Listeleri beş ciltlik resmi bir İkinci Nicholas Dönemi Casusluk Tarihi izleyecek.
Her casusun polis tarafından bilindiği bir klitchka ya da takma adı vardı. Bölümün kayıtları Şişko, Uzun Burun, Pazar Çocuğu, Fil ve Arsenik gibi takma adlarla doludur. Bir casusun iki veya üç sahte soyadı vardı ve devrimcilerin kendisinden şüphe duyması halinde çoğu kere bulunduğu kasabayı ve adını değiştirmesi söz konusu olmaktaydı.
Pek çok casus ve muhbir (örneğin, Kanlı Pazar 1905'teki ihaneti nedeniyle yine bir devrimci mühendis tarafından dövülmüş olan ünlü Peder Gapon gibiler) gerçek devrimciyken daha sonra hain ve muhbir olabildi. Bazıları her iki tarafa da dürüstçe hizmet etmiş ve her ikisinin de sadakatini kazanmış gibi görünmektedir. Diğer bazıları ise hangi tarafa sempati duyduğunu bilmiyor gibi bir izlenim vermektedir.
Batı’nın Hafiye Teşkilatı’na saldırmış olması esasen bilinçli bir durumdu. Batılı siyasiler, Abdülhamid’in elindeki bu teşkilatın önemli bir siyasi ve idari güç olduğunun gayet iyi farkındalardı.
The Washington Times, Abdülhamid’in vefatından sonra, 12 Şubat 1918 tarihli sayısında, Hafiye Teşkilatı’nın öneminden, biraz gecikmiş olarak da olsa, itiraf sadedinde, şu suretle söz etmişti:
Abdülhamid bilahare Avrupa'daki en geniş kapsamlı casusluk sistemlerinden birini örgütledi ve ajansları aracılığıyla ve diplomasideki ustalığıyla yıllarca yurtiçinde ve yurtdışında ciddi komplikasyonları bertaraf etti.
Yukarıdaki beyanın sırrına çok daha önceden varmış olan Batılı siyasiler, Hafiye Teşkilatı’nı zulüm ve katliam ile iş gören ruhsuz ve canavar tabiatlı bir örgüt olarak resmetmeye çalışmış, menfi suretteki algı propagandası ile Hafiye Teşkilatı’nı yıpratıp yok etmeye çalışmıştır.
Garip olan şu ki; söz konusu Batı’yı ve Batılı siyasileri dünden bugüne kendilerine rehber edinmiş bulunan bir kısım yerli unsurlar ise Batılı dostlarını takiple aynı tarzda bir tutum sergilemektedirler.