Rivayet o ki; Abdülhamid’in gençlik yıllarında vurulduğu yahut aşka tutulduğu ilk kadın Belçika asıllı Matmazel Flora Cordier olmuştu.
Flora Cordier o sıralarda iş yeri Pera’da bulunan Bay Marrugo’nun yanında, bir Tuhafiye mağazasında çalışmaktaydı.
Abdülhamid, Bayan Flora Cordier’i ilk defa bir caddede görmüş ve kendisine yaklaşmış, konuşmuş ve nihayet onunla evlenmişti.
Yazılıp çizilenlere bakılacak olursa Belçikalı bir kadın terzisi olan Matmazel Flora Cordier İstanbul’un kalabalık caddelerinden birinde acele ile yürümekteydi. Abdülhamid, Bayan Flora Cerdier’i ilk defa bir caddede görmüştü. Flora yürürken atının sırtında solgun yüzlü, kara gözlü genç bir adamın kendisini dikkatlice bakmakta olduğunun da farkına varmıştı. Ancak o, hiçbir çekiciliği olmayan tanımadığı adama hızlı bir surette bir göz atmış ve yoluna devam etmişti.
At sırtındaki genç adam kendisini takip etmiş ve bir süre sonra da atının sırtından Matmazel Flora Cordier’e doğru sarkarak ona Fransızca olarak hitap etmişti. Genç adamın hitabına Matmazel Flora Cordier karşılık vermemiş, kendisinden süratle uzaklaşmış ve kısa süre sonra da kalabalıkta izini kaybettirmişti.
Ertesi gün nasıl olmuşsa olmuş kapısını çalan biri Matmazel Flora Cordier’e kısa bir mesaj getirmişti. Belli ki at üzerindeki o genç adam bir şekilde Matmazel’in ikamet ettiği yeri öğrenmişti. Zira gönderilen mesajda Şehzade Abdülhamid’in kendisi ile tanışmak istediği ifade edilmekteydi.
Osmanlı tahtına aday bir şehzadeden gelen tanışma teklifi Matmazel’i ikna etmek için fazlası ile etkili olmuştu. Ancak Abdülhamid, sadece tanışmakla yetinmeyeceğini belirtmiş ve kendisine evlilik teklifinde bulunmuştu. Nihayet Matmazel teklifi kabul etmiş, Müslüman olmuş ve Fatma adını almıştı.
Ancak bu konuda yazılanlara bakılacak olursa, iki taraf arasındaki muhabbet birlikteliği olması gerekenden kısa sürmüştü. Fatma Cordier şehzadenin gözünden ve gönlünden çıkmış, unutulup gitmişti. Fatma da görünmez olmuş, gözden kaybolmuştu.
Bu konu, ilginçtir, Necip Fazıl Kısakürek’in kaleme aldığı Ulu Hakan adlı eserde de söz konusu edilmiştir.
Sultan Abdülhamid’in sözünü ettiğimiz Flora ile olan gençlik macerasına ve bu maceranın normal bir evliliğe döndüğü konusuna Necip Fazıl da Ulu Hakan Abdülhamid Han adlı eserinde yer vermiştir.
Hadisenin Necip Fazıl’ın kalemi ile anlatılan hikâyesi ise şöyledir:
Abdülhamid, kadın bahsinde, eski padişahlardan birçoğunda olduğu gibi, ahmak bir mahkûm edası yerine, şahane bir hâkim tavrı belirtir.
Eski padişahların bütün irade ve şahsiyetlerini emen, onları taçlı esirler haline getiren kadın, onda, saray parkında herhangi bir tarla gibi, yeri, sınırı, verimi ve değeri bahçıvan eliyle çizilmiş ve sımsıkı bir çerçeve içinde zapt edilmiş, tabii bir unsurdur.
Belli başlı kadın efendiler ve gözdeler ve onlardan belli başlı şehzadeler ve hanım sultanlar... Her türlü saray dalaveresinden uzak bir harem ve şefkat temeli üzerine kurulu bir aile tablosu... Bu kadroyu teker teker saymaya ve göstermeye değmez.
Ulu Hakan, imparatorluğun bütün yükünü çeken omuzları eğik, tayfunlu bir denizden limana sığınırcasına bir an için rahatlık imkânını aile kucağında bulur ve yemeklerini çoluk çocuğuyla beraber yer.
İçtimai faaliyete memur bir dava adamı için basit ve basitliği içinde aziz bir fayda unsuru olan kadın ve aile, Abdülhamid’de bu vasfını hiç kaybetmemiş, daima ikinci planı tutmuş ve dürüstlük, bağlılık, sınır saygısı dışına çıkmamıştır. Hususiyle eski devirlerin, burunları Kafdağı’nda haremleri ve haremağaları, Abdülhamid devrinde, tabir caizse, burunlarını bile kaybeder ve süt dökmüş kediye döner.
Bu ana ölçünün dışında Abdülhamid, kadın aşkı ve kadına meftunluk duygusunu müşahhas bir misal üzerinde hiç duymamış mıdır?
O kadar zarif, zevkine malik ve derinliğine duygulu bir insanın, nefsine ve davasına hâkim kalmak şartıyla böyle bir hisse düşmemiş, bir maceraya kapılmamış olması mümkün değildir.
Valide sultanların harem içi şehvet tertiplerine asla değer vermeyen ve önüne sürdükleri Çerkez kızlarına sırtını çeviren Abdülhamid, şehzadeliğinde, çok alaka çekici bir aşk vakasına sahip gösteriliyor.
Flora Kordiye isimli Belçikalı bir kız...
Bu kız, Abdülhamid’in şehzadeliğinde, Beyoğlu'nda bir moda mağazasını idare etmekte... Orası Avrupalıların ve kibar sınıfın birbirleriyle devamlı münasebet yeri...
Genç Abdülhamid, zarafetinin en keskin belirtisini teşkil eden eldivenlerini hep oradan alıyor.
Şehzade, gide gele, bir Avrupalı muharrir ifadesiyle “gözlerinin içi gülen” bu sarışın Flaman dilberine kapıldı. Fakat asıl kapılan, galiba Flora...
Macerayı, İngiliz Başvekili meşhur Dizraeli'nin Lord Palmerston'a yazdığı bir mektuptan öğreniyoruz. Bu mektuba göre şehzade, Flora ile gizlice evlenmiş...
Abdülhamid Flora'yı, Tarabya'da bir köşkte oturtmuş ve onunla birkaç sene, tahta çıkıncaya kadar sık sık buluşup bir arada yaşamış... Hatta padişahlığının ilk devirlerinde de arada bir ziyaret ettiği bu “ehl-i kitap”, yani helâl zevcesinden huzur ve teselli aradığı olurmuş...
İngiltere Başvekili tarafından Kanuni'nin (Roksalan-Hürrem Sultan)’ı mevkiinde gösterilen Flora, hakikatte saraylı tavırlarından soğumuş bir şehzadenin, sevgisiyle karışık küçük bir hevesini temsil eder ve bu küçük hevesi içinde bile Abdülhamid, kadın tahakkümü altına girmek şöyle dursun, sevgilisini emri altında, bazı siyasi faydalara alet olarak kullanır.
Flora, Frenkleşme gayretinde bazı tiplerle (Levantenler ve Avrupalı politikacılara yataklık eden mağazasında geçen bütün konuşmaları, güdenlerin niyet ve planlarından ve cemiyet kaynaşmalarından genç Şehzade’ye bilgi taşımıştır. Şehzade Abdülhamid, daha o zamandan Mithat Paşa ve yaranının tuttuğu yolu, Flora vasıtası ile öğrenmiş bulunuyordu. Bundan da anlaşılıyor ki, Flora'nın Abdülhamid’e aşkı, Abdülhamid’in Flora'ya zaafından daha büyük ve Belçikalı sarışın kız, kaytan bıyıklı, (melankolik) bakışlı, esmer Türk Prensi'nin telkini altında...
Abdülhamid saltanatının ortalarına doğru Flora'dan ne bir iz ne bir nişan... Herhalde Abdülhamid bu kızı boşamış ve ağır hediyelerle memleketine göndermiş olsa gerek... Ayrıca Flora tarafından ne bir hatıra yazısı, ne bir mektup, ne bir şey... Bu da, Belçikalı kızın, adi bir bezirgân gibi davranmayıp, Abdülhamid’e bağlı hatıralarını aziz tuttuğu ve onlar içinde ömür sürdüğünü gösterir.
Şehzadelik döneminde Abdülhamid’in aşk hayatı sadece Matmazel Flora Cordier ile sınırlı mı kalmıştı?
Rivayet o ki sonraki zamanlarda Abdülhamid amcasının haremindeki bir başka kıza delicesine âşık olmuştu. Bir gece, Sultan Abdülaziz evlenmelerine mani olduğu için, pencereye bir merdiven dayayarak, sevdiği kızı haremden kaçırmıştı. Fakat şehzade kısa zamanda çok sevdiği bu kızı da hayatından çıkarmıştı.