Abdülhamid’in İstanbul sevdası

Sultan Abdülhamid İstanbul’da Çırağan Sarayı’nda doğdu. Beylerbeyi Sarayı’nda vefat etti. 76 yıl süren ömrünü, Çırağan’da kalmak istemesine rağmen Selanik’te murakabe altında tutulduğu günler hariç, bütünüyle İstanbul’da geçirdi.

Şehzadelik yıllarında Kâğıthane’de oturdu, Maslak’taki köşkünde ikamet etti. Günlerini oldukça dolu ve hareketli bir surette geçirdi. Kâğıthane’den öteye ta Küçükçekmece’ye kadar, İstanbul’da dolaşmadığı, gitmediği, bilmediği yer kalmadı. Istranca çevresi, bentleri ve ormanları, o muhitin kaynak suları bütünüyle onun bilgisi dâhilindeydi. Bir sohbeti sırasında;

Bentleri belki bilmezsiniz.. Ben şehzadeliğimde avcılık ederdim. Istranca Balkanlarını karış karış dolaştım. Bir ucu… Şıpka’ya diğer ucu… Çatalca’ya doğru iner…

diyordu.

Darülaceze binası yapılırken, gençliğinde edindiği tecrübeyle, havası ve çevresine dair tespitleri nedeniyle, bu şefkat ve merhamet merkezinin inşa alanını bizzat kendisi belirledi. Avcılık, binicilik, atıcılık onun gençlik arkadaşı meşguliyetlerinden sadece bazılarıydı. Sürgünde bulunduğu günlerdeki sohbetinde;

haftalarca sürek avına çıkardık..

diyerek o günlerinden özlemle söz etmişti.

İstanbul, tahta geçtikten sonra da Abdülhamid’in en büyük sevdası olmaya devam etmişti. Ancak o, İstanbul’a dair ilk imtihanını 93 Harbi nedeni ile Rus ordusunun Ayastefanos’a kadar gelmesi ve Ayastefanos antlaşmasının imzalanması sırasında vermişti.

Tahtan indirildikten sonra murakabe altında tutulduğu sürgün günlerinde Abdülhamid’in, 93 Harbi neticesi maruz kalınan felaketlere dair, etrafında bulunanlara anlattıkları, Doktoru Âtıf Bey tarafından kaleme alınan günlüklerinde, alaycı bir surette de olsa, şu suretle ifade edilmişti:

Ruslar Ayastefanos’a geldikleri zaman Namık Paşa haydi pılıyı pırtıyı toplayın Üsküdar’a geçin dediği vakit… Neden? dediğini.. Rusya ordusunun İstanbul’a girmek üzere bulunduğu cevabını almış.. Kendisi yalnız bir Fuat Paşayı bulmuş.. Bozulmuş efrattan birtakım taburlar tedarik etmiş.. Kâğıthane civarına bir hatt-ı müdafaa tesis etmiş.. Şimdiki Mesudiye sefinesi o zaman dahi mükemmel imiş.. Hemen cebinden bir kırmızı mürekkepli bir kalemi varmış çıkarmış.. Bir kâğıt üzerine: Eğer İstanbul’a girmeğe teşebbüs ederseniz şimdi Mesudiye’ye bizzat bineceğim, Ayastefanos önüne gelip Rus ordusunu topa tutacağım.. Şayet mağlup olursam.. cephanesine ateş verip berhava olacağım diye yazmış.. Namık Paşaya vermiş.. Git bunu sadrazam Safvet Paşaya ver, Rus kumandanına tebliğ etsin, demiş.. Safvet Paşanın etekleri tutuşmuş.. Gelmiş, efendim böyle şey nasıl yazılırmış.. İstanbul’u bir kat daha tehlikeye koymuş olursunuz demiş… Sen ne zannettin? Sen bunu ver göreceksin demiş.. Güya bunun üzerine Rus kumandanı Mabeyn’e gelmiş.. İki elini çıkarıp Rus ordusunun İstanbul’a girmeyeceğini vaat etmiş.. Böyle küçük marifetleri varmış!.. gibi saçma ve bât, haşviyyât (laf yığını)…

İyi bir İttihatçı olan ve dolayısıyla da Abdülhamid’den hazzetmeyen Doktoru Âtıf Bey (Sultan Abdülhamid’in Sürgün Günleri adlı) günlüklerinde Abdülhamid’in kendisine anlattıklarını doğru ancak müstehzi bir surette kendisinden nakletmişti.

Kansas City Daily Journal gazetesi The New York Herald gazetesinden alıntılandığı ve sayfalarında yer verdiği Abdülhamid’e dair bir yazıda onun korkak olmadığını onun tarihi hadiseler karşısındaki duruşu ile örneklendirmek suretiyle ortaya koymaya çalışmıştı.

Dolayısıyla da Abdülhamid’in İstanbul sevdası daha geniş ve daha doğru biçimiyle, ilgili gazetenin beyanıyla, şöyleydi:

Abdülhamid'i alçak bir korkak olarak suçlamak bugünlerde moda. Korkaklık hiçbir zaman Osman Ailesi’nin vasfı olmadı. Bu nesil, kalıtsal olarak cesurdur ve Abdülhamid, hanedan soyuna ait olduğunu gösteren yeterli derecede cesaret kanıtları ortaya koymuştur. O, Osman Beyin gerçek bir torunudur.

Abdülhamid tek başına, güvenebileceği tek bir generali dahi olmadan, Rus savaşının gidişatını ters çevirmek üzere mücadeleye koyuldu. Düşman payitahtın kapılarına dayanıncaya kadar Osmanlı orduları adına yenilgiler yenilgileri takip etti. Panik içinde bulunan istisnasız bütün paşalar, Marmara Denizi’nin diğer tarafındaki Bursa’ya çekilme teklifinde bulundu. İşte o zaman Abdülhamid, gerçekten Osman Beyin soyundan geldiğini gösterdi. O, kendi meclisinin derhal İstanbul’dan çekilmeyi öneren korkak üyeleri ile karşı karşıya geldi. Abdülhamid sakince ama kararlı bir şekilde İstanbul’un terk edilmesi teklifini reddetti. Ne olursa olsun, İstanbul’da kalacak ve 400 yıldır hanedanının tahtı olan şehrin kaderini paylaşacaktı.

Abdülhamid’in fikri neticede galip geldi. Bursa'ya çekilmekten vazgeçildi ve Abdülhamid, korkak meclis üyelerine rağmen, hilalin, Büyük Ayasofya Katedrali'ndeki haç üstündeki hükümranlığını devam ettirmesini sağladı.

Abdülhamid’in İstanbul sevdasının tezahürleri sadece bu suretteki cesaret ile sınırlı değildi.

93 Harbi sonrası Ayastefanos'ta General Ignatieff ile tam yetkili Osmanlı temsilcileri arasında müzakereler sürerken, Ruslar savaşın kazançlarından biri olarak tüm Osmanlı donanmasının kendilerine teslim edilmesini talep etmişti.

Hükümet’in en güçlü üyeleri Ahmet Vefik ve Safvet Paşa, Rusya'nın taleplerine icabet edilmesi çağrısında bulunmuşlardı. Osmanlı Devleti direnecek güçte değildi, Rus şartlarını reddetmek savaşı yinelemek olur, diye belirtmişlerdi.

Ancak burada Abdülhamid'in boyunduruk altına girmez ruhu bir kez daha öne çıkmış ve Asla! diye haykırıp kendi eliyle Grand Duke Nicholas'ya donanmadan vazgeçmenin imkânsız olduğunu bildiren bir mektup yazmıştı. Mektubunda ayrıca alışılmadık bir vurguda bulunarak, gemilerin Rusya'nın eline geçmesindense, kendisi geminin bordasında olduğu halde, patlatılmalarını tercih edeceğini de ilave etmişti.

Onun bu tavrı bir blöf olabilirdi, ama en üst düzeyde bir blöftü bu, uçurumun kenarındaki bir hükümdarın blöfüydü ve hepsinden öte, başarılı olan bir blöftü.

Ruslar taleplerinden vazgeçmişler; Osmanlı başkenti gibi Osmanlı donanması da Abdülhamid tarafından kurtarılmıştı; evet, tek başına Abdülhamid tarafından.

Buradan, Abdülhamid’in, devletinin güvenliği ve refahından kendisinin, yalnızca kendisinin sorumlu olduğu hissi içinde bulunduğu sonucunu çıkarmak herhalde yanlış olmayacaktır. O devleti için yorgunluk nedir bilmeyen bir işçiydi çünkü.

Abdülhamid, İstanbul akıbetinden endişe duyduğu o günlerden bahsederken diyordu ki;

Moskoflar İstanbul’un yanına, kapısına dayanmış idi… Bir Fuat Paşadan başka bana yardım eden olmadı… Üç gece uyumadığımı.. Gizlice toplarla hatt-ı müdafaa tertip ettirdim.. Ruslar hissetseler İstanbul’a gireceklerdi…

O, 93 Harbi sonrası günlerde İstanbul’un maruz kaldığı tehlikeden bu şekilde bahsetmişken Birinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul’un akıbeti için yine endişelere kapılmıştı. Yine İstanbul’un istikbalinden endişe duyarak uyuyamamış, İstanbul ve istikbale matuf kaygılarını şu suretle dile getirmişti:

Ahvâl pek kötü.. Dünya karıştı.. Boğazları da set ettiğimizi (kapattığımız) bu sabah gazeteler yazıyor.. Çok fena.. İngiliz gemileri Boğaz’ı zorlayıp da İstanbul’a gelirse bu İstanbul’un halkının hali ne olur?.. Vay vay!..

İstanbul’un ecnebi askeri tarafından istilâsından korkarım..

Allah göstermesin bir kere Çanakkale’de galebe ederler de İstanbul’a gelirlerse artık Anadolu’yu da taksim ederler.

Rusya Hariciye Nazırının gazetelerdeki beyanatı hakkımızda iyi değil.. Avrupa-yı Vüsta (Orta Avrupa) hükûmetleriyle muharebemiz İstanbul içindir diyor.. İstanbul’u, boğazları almalıyız diyor. Çok fena!.. Benim zamanımda bilâkis Devlet-i Aliyye ile artık hesabımız kalmadı.. diye bana söz verdiler. Şimdi ise İstanbul’u zapt etmek istiyorlar..

İstanbul’u hafazanallah (Allah korusun) zapt ederlerse artık mevcudiyetimizden eser kalmaz!..

…Fakat ben korkarım ki İstanbul’u Rumlara versinler!.. Allah ümmet-i İslamiyeyse acısın!

Yunanlılara İstanbul’u vaat ederlerse Konstantin Bizans hükümdarı olmaya can atar.. Sırasını bekliyorlar..

Avusturyalılardan da korkarım. Bize bir de Avusturyalılardan fenalık gelmiştir. Avusturya Prens Metternich’in nasihatlerini unutmaz. Gözleri İstanbul’dadır.

Hafazanallah (Allah korusun) İstanbul’un sükûtu (düşmesi) Paris’in Bordeaux’ya nakline benzemez… Bizimkiler düşünmeden, ne olur? Konya’ya çekiliriz.. Müdafaa ederiz diyorlar ama.. yanlış.. İstanbul elden çıkınca artık bu devlette hayır kalmaz..

Belki yine bir Selçuk hükûmeti olur. İngiliz himayesinde Mısır’da bir hilafet tesis eder. Bizim hanedanda hilafet kalamaz..

Birinci Dünya Savaşı’nı yakından takip eden, yüreğinde duyduğu ıstırapların acısı ile her gün ve her an için için kan ağlayan Abdülhamid, Çanakkale muharebelerinin kaderi ve İstanbul’un akıbeti konusunda nihayet şunları da ifade etmişti:

Bugün öğleyin yatmıştım.. Bir saat kadar uyudum.. Uykuda bir rüya gördüm.. Güya salonda imişim.. Oda tarafından bir şarkı, ya da ilahi sesleri işittim.. Fakat öyle güzel bir ses ki tarif edemem.. Hemen odaya doğru geldim.. Odanın ortasında Çeşmizîşân Kalfanın elinde bir keman var.. Birkaç güzel sesli de söylüyor. Fakat içinden biri söylüyor.. Sonra nakarata gelince hepsi birden söylüyor.. Bazı Mevlevî tekkelerinde vardır.. Ya şarkı veya ilahi gibi bir şey.. Çeşmizîşân, işitiyor musun ne kadar güzel sesler, diyerek uyandım.. Hayırdır inşallah. Güzel ses iyi haberlerdir.. İnşallah akşam gazetelerde iyi haber verir.

Tüm yazılarını göster