ABDÜLHAMİD’İN ÖLMESİNİ DÖRT GÖZLE BEKLEYENLER

Sultan Abdülhamid yaklaşık bir asır önce vefat etti. Ancak kendisine olan husumet ve düşmanlık o gündür bugündür hiç bitmedi.

Dün; o daha hayatta iken her gün ve her lahza aleyhinde dedikodular yapıldı, en ufak bir bedeni rahatsızlığında Abdülhamid’in ağır bir surette hasta olduğu, ölmek üzere bulunduğu ve hatta öldüğü yazılıp çizildi ve bu durum dilden dile, kulaktan kulağa intikal ettirildi. Zira Abdülhamid’in ölmesini dört gözle bekleyenler vardı. Onu sevmeyenler, ondan nefret edenler onun sadece ölmek üzere olduğu veya öldüğü yalanı tezviratında bulunmadılar, bilakis ölmesi için hasretle ve samimiyetle dua edip temennilerde bulundular. Fakat Abdülhamid böbrek hastası olmasına ve bu hastalıktan kendisini zaman zaman yatağa düşürecek kadar mustarip olmasına rağmen ölmedi. Maruz kaldığı sağlık problemlerinin her birinden her defasında kurtuldu ve tam 33 yıl tahtta kalıp hüküm sürdü. Yurtiçi ve yurtdışındaki muhalifleri, onu sevmeyenler, ondan nefret edenler ve ölmesini dileyenler ise o tahtta kaldığı sürece, tam 33 yıl boyunca her gün, her saat ve her an ölüüüp ölüp dirildiler. Strese girdiler, adeta akıllarını yitirip delirdiler. Öyle ki Abdülhamid muhaliflerinin Abdülhamid husumeti ve düşmanlığı, kanları ve genleri yoluyla kendilerinden sonra gelen nesillerine siyasal bir miras olarak kaldı.

Dün olduğu gibi bugün de muayyen çevreler tarafından Abdülhamid düşmanlığı gayet sıkı bir surette sürdürülmektedir. Abdülhamid, Hamidiye, İslam denince Abdülhamid düşmanlarının adeta ödleri kopmakta, gözleri yuvalarından fırlamaktadır. Abdülhamid’e ve onun izinden gitmeye çalışanlara nefret kusulmakta, çarşıda, pazarda, yolda, sokakta alenen ve tam bir hadsizlik içerisinde Abdülhamid’in siyasi mirasına sahip çıkanlara pervasız bir surette lanet ve belalar okunarak kinler kusulmaktadır.

Abdülhamid’e ve mirasına düşmanlık etme noktasında ona muhalif olanların okumuş olanları ile cahil kalanları arasında hiçbir fark da yoktur. Bu sınıfa mensup olanların cahilleri cahillikleri dolayısıyla Abdülhamid’den nefret etmekte iken kendilerini entelektüel sayan Abdülhamid muhalifleri ise nefret, lanet ve düşmanlıklarına iftira ve yalan da katmaktadırlar.

Basında çıkan yazılarda Abdülhamid’in içki içtiği yalanı ısrarla savunulmakta ve bunun için arşiv kayıtlı güya belgeler sunulmaktadır. Bir arşiv kaydında geçen alkol satın alındığı bilgisi, Yıldız Sarayı’na alındığı belirtilmiş olmasına rağmen, Abdülhamid’in içki içtiği şeklinde değerlendirilip dillendirilmekte; mal bulmuş mağribi gibi, işte vesikası, cehaleti ile yazılıp çizilmektedir. Aslında bu türden yazılar kaleme alıp ve güya belgeler sunanlar kendi cehaletlerini ilan ettiklerinin farkında bile değildirler.

Oysaki Yıldız Sarayı için sadece bir defa değil her zaman alkol alınmıştır ve yüzlerce, binlerce lira da para ödenmiştir. Bu yeni bir tespit olmayıp herkesçe bilinen bir gerçektir. Böyle bir satın alma Kilercibaşının asli görevlerindendir. Zira İstanbul’daki diplomatik misyon temsilcileri başta olmak üzere İmparatoriçe Öjeni, Anna Bowman Dodd, Sarah Bernhardt, Amerikalı Prima Donna Laura Marquerite Schirmer, Bayan Cookesley, Maria Gorlenko-Dolina, Prenses Milena, Kraliçesi Karmen Silva, Bayan Charlotte Guest Layard, Bayan Dufferin, Bayan Currie ve İmparator Wilhelm ve İmparatoriçe Augusta ya da ABD büyükelçileri John G. A. Leishman, A. W. Terrell ve Arthur Conan Doyle (Sherlock Holmes), Fransa Büyükelçisi Horace Porter ve Kont, Kontes Geza Andraşi ve daha nice hatırı sayılır bay ve bayan yabancı misafirler Yıldız Sarayı’nda yemeğe davet olunmuş ve Kilercibaşı tarafından Saray’a her çeşidinden satın alınan alkollü içeceklerden kendilerine ikram olunmuştur.

The Anaconda Standard gazetesinin 26 Kasım 1895 tarihli sayısında Abdülhamid’in şahsı ve idaresinin ele alındığı ve dolayısıyla içki konusuna da temas edilen oldukça uzun yazıda:

Onun özelliklerinden birisi, misafirlerine özellikle en kaliteli ve en pahalı şarap ve likörleri ikram ederken kendisinin sadece su içmesidir[1]

denilmektedir.

6 Mayıs 1891 tarihli The Democratic Press gazetesi de Abdülhamid’in içkiye olan yaklaşımını dile getirirken:

İslam’ın yasaklamış olmasından ötürü o kesinlikle alkollü içeceklere dokunmaz, bol miktarda şerbet içer[2]

beyanına yer verilmiştir.

Yıldız Sarayı’nda yabancılar için kurulan ziyafet sofrasında alkollü içeceklere yer verilmesi Abdülhamid tarafından izlenmekte olan ince bir siyasetin neticesiydi. Tıpkı ABD başkanlarının Ramazan ayında davet ettiği Müslümanlar için Beyaz Saray’da hazır edilen iftar menüsü gibi.

Beyaz Saray’da hazır edilen iftar menüsünde muhakkak ki hurma da vardı. Ve dahi zemzem. Ancak menüde bulundurulmak üzere Beyaz Saray kilercibaşısı tarafından hurma ve zemzem satın alınmış olması ABD başkanlarının ne Müslüman oldukları ne de oruç tuttukları veya yemeklerinde hurma yiyip zemzem içtikleri anlamına gelir.

Anlaşılan o ki kendilerine cetlerinden miras olarak kalan Abdülhamid düşmanlığı bu memleketin bir kısım çocuklarının hakşinas olmalarını ve hakkaniyetli davranmalarını yok ettiği gibi idraklerini de köreltmiştir. İdrak yoksunu kimselerin dünden bugüne ve bugünden yarına ne Abdülhamid’i ne de Abdülhamid’in benimsediği hayat felsefesini benimsemiş olan ahfadını anlayıp sevmeleri olası gözükmektedir. Bunlar bilakis her daim Abdülhamid’i lanetlemeye ve ahfadını da “Abdülhamitçi” olmakla itham etmeye, ahfadının ölmesini dilemeye ve ölümünün gerçekleşmesi halinde bundan mutluluk duymaya devam edecek bir haldedirler. Ancak ne var ki Abdülhamid’in siyasal mirasının son bularak manen ölmesini bazıları arzu etse de onun adına ve siyasal mirasına sahip çıkıp yaşatacaklar olanlar bu memlekette her daim var olacaklardır.

[1] The Anaconda Standard, November 26, 1895.

[2] The Democratic Press, Ravenna, O., May 6, 1891; Kalgoorlie Miner (WA: 1895 - 1950), 25 May 1918; Star, 16 October 1909.

Tüm yazılarını göster