Günümüzde iltica, mülteci ve Taliban gibi kısır bir döngü ve anlık olgular dâhilinde gün ufuklu dış politika yorumlarında bulunan bir kesim ve bu kesimin kesif suretteki propagandası ile yüz yüze gelmemek mümkün değildir. Oysa ki Milli Mücadele yılları ve sonrasında Mustafa Kemal ve arkadaşları Doğu’dan Batı’ya kapsayıcı bir politika izlemişlerdi. Bu politikanın içerisinde ve denebilir ki, merkezinde ise Afganistan yer almaktaydı.
Tarihî süreç içerisinde Türk-Arap ilişkilerinde aralarında müşterek din olarak yer alan İslamiyet’in önemli bir yeri ve fonksiyonu olmuştur. Bu fonksiyon, milliyetçilik duyguları ve Batılı devletlerin vaatlerine kanarak asırlardır yan yana ve beraberce yaşadıkları Osmanlı yönetimine kıyamda bulunmalarından kısa bir müddet sonra ülkelerinde bağımsızlık yerine Hristiyan ve Yahudi idarelerinin hüküm sürmeye başladığını görmeleri ile hatalarını anlamalarından sonra da önemli roller icra etmiştir.
Esasen yirminci yüzyılın başlarında İslam ülkeleri tam bir çaresizlik içerisinde kalmışlar ve bu çaresizlik kendilerini zorunlu olarak bir takım kurtuluş yolları aramaya sevk etmiştir. Örneğin 20 Şubat 1919’da Emanullah Han’ın iktidara geçmesinden sonra Afganistan İngiltere’ye karşı savaş ilan etmiş; İran, Asya’da genişlemekte olan Bolşevik hareketini fırsat bilerek İngiliz himayesinden kurtulma çabasına koyulmuş; Libya Senûsîleri Trablusgarp’ta İtalyan askerî varlığına ve siyasî faaliyetlerine mukavemet etmeye çalışmış; Mısır’da Vefd Partisi İngilizler aleyhine tahriklerde bulunmuş; Necid ve Yemen’de ise muhtelif siyasî hareketler cereyan etmiştir.
Diğer taraftan Filipin’de Morolor’un isyanı hüküm sürerken 1920’de Irak’ta ihtilal vuku bulmuş ve yine aynı tarihlerde Müslümanlar Pencap isyanına iştirak etmişlerdi.(1)
Bu dönemde gerek Mustafa Kemal ve gerekse diğer Ortadoğu halkları ve hükûmetlerinin zaman zaman birlikte hareket ettikleri görülür. Bu müşterek hareketin muayyen sebepleri mevcuttur.
Türk-Arap halkları ve hükûmetlerinin Birinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa Devletleri’nin işgaline maruz kalmaları; yine Avrupa Devletleri tarafından savaş öncesinde Arap halklarına bağımsızlık vaatlerinde bulunulmasına rağmen savaş sonrası bu vaatlere tamamıyla muhalif bir politikanın takip edilmesi ve bağımsızlık yerine işgallerde bulunulması; özellikle Birinci Dünya Savaşı nihayetinde ve antlaşmalar arifesinde Müslüman cemiyet ve temsilcilerinin İngiltere nezdinde Türkiye’nin istikbalini sorgulama girişimleri içerisinde olmaları Mustafa Kemal’i bu ülke veya bu ülkelerdeki guruplarla temas kurmaya, onlarla işbirliği içerisinde olmaya ve ittifak yapmaya veya yardımlarını elde etmeye yönlendirmiştir. Dolayısıyla da bu ve benzeri gelişmeler iki taraf arasında yakınlaşmayı artıran muayyen sebepler olmuştur.
İslam âleminin içinde bulunduğu bu durum ve bağımsızlığa kavuşma arzusu, istikballerini kazanmakta onları kaçınılmaz olarak dayanışmaya sevk etmiş, Batı hâkimiyet ve işgaline karşı Ortadoğu milletleri arasında haklı bir tesanüt ve ittihat doğmuştur. Bu durum ise, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları kadar onları da Milli Mücadele ileri gelenleri ile faal bir surette teşriki mesaide bulunmaları gereğiyle (2) karşı karşıya getirmiştir.
Mustafa Kemal Paşa bir konuşmasında bu hususa işaret etmiş, Haziran 1920 tarihine kadar uzanan bir zaman dilimi içerisinde, kendilerine muayyen önerilerde bulunduğu birçok Arap liderleriyle antlaşma akdettiğini (3) belirtmiştir. Bu beyanatın örneklerinden birini Necef Şeyhi’nin göndermiş olduğu mektup oluşturmaktadır. 24 Mayıs 1920’de Şeyh’in sekreteri Abbas Bey tarafından imzalanan ve Mustafa Kemal’e yazılmış olan bu mektupta, Mustafa Kemal’in daha önce Necef Şeyhi’ne göndermiş olduğu mektuba ve hediyelere teşekkür edilmiş, cihadın ilan edileceğine dair tam destek sözü verilmiş ve Belucistan, İran, Hindistan ve Hadramut şubelerine gerekli talimatların verileceği ifade olunarak Mustafa Kemal’den bu ve benzeri faaliyetler için 15.000 altın lira istenmiştir.(4)
Arapların daha önce vuku bulan isyan ve ayrılık teşebbüsleri bu dönemde gerçekleştirilen işbirliğine engel gibi görülebilirse de bunun ciddi manada hiç bir etkisi olmamıştır denebilir. Zira Arapların gerek milliyetçilik cereyanına kapılmaları ve gerekse Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nden ve idaresinden ayrılma temayül ve teşebbüsleri içerisinde bulunmaları Osmanlı idaresinin kendilerine çok kötü muamele etmiş olmasından yahut efendilerini değiştirmek, kendilerine İngiltere, Fransa gibi yeni efendiler bulmak düşüncesinden değil, bağımsızlığa kavuşma arzu ve isteklerinden dolayı olmuştur.
Arap ve İslam dünyasının duygularını iyi bilen ve hilafet hareketinin, Müslüman ülkelerin ve Arap milletlerinin durum ve tutumlarının kendi mücadeleleri ve Yakın ve Orta Doğu politikaları açısından büyük önem taşıdığının uzun bir süredir bilincinde olan Mustafa Kemal ve Türk milliyetçileri, bu ülkelerin maddî ve manevî desteğini elde etmek için bir takım tedbirler almışlar, hudutlarına yakın ülkelerden başlamak üzere, doğuda Kafkasya, İran, Afganistan ve Hindistan’a kadar, batıda Arnavutluk; güneyde Suriye, Filistin, Mısır ve Arabistan; güney batıda ise Cezayir ve Fas’a kadar tüm İslam ülkelerini kapsayacak biçimde siyasî nüfuzlarını genişletmeye çalışmışlar; Milli Mücadele esnasında Erzurum ve Sivas’ta çeşitli İslam ülkeleri temsilcilerinin de katıldığı kongreler düzenlenmesini; Hindistan, Afganistan, Azerbaycan ve Arabistan gibi İslam ülkelerinde beyannameler dağıtılmasını yararlı görmüşlerdir.
Bu girişimlerin tabiî bir neticesi olarak İslam ülkeleri maddî ve manevî yönlerden Milli Mücadele liderlerine ve dolayısıyla da Kurtuluş Savaşı hareketine yardımda bulunmaktan çekinmemişlerdi.
1- M. Larşer, Büyük Harbde Türk Harbi, çev. Mehmed Nihad, c. III, İstanbul 1928, s. 119-120.
2- Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. III, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Üçüncü Baskı, Ankara 1981, s. 15; Larşer, Büyük Harbde Türk Harbi, c. III, s. 120.
3- TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. I, Ankara 1985, s. 24; Kazım Öztürk, Atatürk’ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları I, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1992, s. 160; Ayrıca bak: Publik Record Office, Londra: 371/5170. E- 10708/262/44. 16 August 1920. Bundan sonra kısaca F.O. diye gösterilecektir.
4- F.O: 141/433/10770.