Ludwig Wittgenstein’a göre, umut zamansal yapısı itibariyle dili gerektirir. "Kişi bir hayvanı sinirli, korkmuş, mutsuz, mutlu, şaşırmış olarak hayal edebilir’’ der Wittgenstein ve sorar ‘’ Peki ‘’umutlu hayal edebilir mi? Neden edemez?’’ Wittgenstein bunun tek nedeninin, hayvanın bir dile sahip olmaması olduğunu söyler. Bir köpek sahibinin dönmesini bekleyebilir ama belli bir günün belli bir saatinde gelmesini beklemesi söz konusu olamaz;çünkü köpek gayri dilsel bir canlı olduğundan, Çarşamba veya saat üç gibi bir kavrama sahip değildir. Bu görüşe göre ancak bir dile sahip olanların umut edebileceği söylenir.
Çok şükür ki, biz insanız ve bir dilimiz var; hatta kiminizin birden fazla dili var ve sırf bu nedenden ötürü bir dizi şeyi umut edebiliriz. Her umut, gelecekteki bir olaya dair hoş bir his içermesi bakımında bizim için önem taşır. Hatta aslına bakılırsa, umudun en ufak umut hissi yaşatmadan da gerçek olabileceğini kabul etmek gerekir. Çünkü umut etmenin, başka da alternatifi yoktur. Her ne kadar umutsuzluğun ‘’her şeye hazır olmak’’ anlamına geldiği söylensen de, bunun doğru olmadığını kendi tecrübelerimizden de biliriz. Umudumuzu yitirmeden daha güçlü umutlar yeşertmeye devam etmeliyiz.
Suriye iç savaşının bu periyodunda kimi olumsuz gelişmeleri ‘’beka’’ sorunu olarak kabul edip, Afrine dönük ‘’Zeytin dalı operasyonu’’ ile yeni bir konum almamız, her şeyden önce Kürt meselesinin ‘’ Misaki Milli’’ sınırlara helal getirmeme endişesine ya da başka bir ifade ile ‘’umuduna’’ dayanmaktadır.
Beka sorununun kaynağındaki ‘’gizli özne’’ budur. Varsayılan şey, Suriye’ye Zeytin dalı operasyonu ile müdahale edilmese, Cumhuriyetimize vatandaşlık bağı ile bağlı olan Kürt vatandaşlarımızın bu süreçten etkilenip, ‘’Milli birlik ve Beraberliğimize’’ aykırı kimi taleplerin destekçisi olma ihtimalidir.
Bugün itibari ile Diyarbakır’dan, Van’dan, Hakkari’den Afrine doğru Kürt Vatandaşlarımızın organize ettiği destek konvoyları akın akın yola çıkmadığına göre, bu tespit somut bilimsel bir veri değil ancak bir ‘’ihtimal’’ olarak değerlendirilebilir. Gözümüzün önünde cereyan eden bütün işaretler ve emareler, Kürt vatandaşlarımızın böyle bir istek, arzu ve hareketlilik içinde olmadığını gösteriyor. Ayrıca Diyarbakir, Van ve Hakkari’deki Kürt Vatandaşlarımız, böyle bir talep ve arzularının olmadığını da açıkça dilsel olarak yani konuşarak ifade ediyorlar. Kürtlerin ahir ekseriyeti Türkiye’de Türklerle birlikte yaşamak istiyor. Son yüz yılık tarih bunun en çarpıcı örnekleriyle doludur. Kürtlerin, Türkiye dışında başka bir gelecek arayışı içinde olduklarını söylemek saçmalığın daniskasıdır.
Peki, bize sağlam ve koparılamaz vatandaşlık bağı ile bağlı olan Kürt Vatandaşlarımızın sosyolojik ve siyasi durumu bu kadar net iken, Zeytin dalı operasyonu ile oluşturulan bu kritik ve kaotik durumu nasıl anlamalıyız? Anlamak bir tarafa nasıl izah etmeliyiz? Uğruna sınırdışına operasyon yaptığımız Kürt özneler, ‘’Ben buradayım, ben Diyarbakır’da Van’da, Hakkari’de yaşamaktan memnunum, hiçbir yere gitmiyorum, ortak vatanım Türkiye’dir’’ diyor. Bu gerçeklerin neden bir siyasi anlamı yok. Bu gerçekler neden kaygı ve kuşkularımızı bertaraf etmiyor. Üstelik, PKK’ gibi bir illetin beli, tarihinin hiçbir döneminde bu kadar karılmamışken. Sınırlarımız içinde PKK faaliyetleri bu kadar etkisiz hale gelmişken, neden yüzümüzü Kürt vatandaşlarına dönmek yerine, Sınır dışımızda PKK avına çıkma ihtiyacı duyuyoruz?
Nihayet hepimizde çok iyi biliyoruz ki, Ne ABD, ne Rusya, ne İran ve ne de Esad rejimi Bağımsız bir Kürdistan’a rıza göstermez. Bütün bu güçler PYD/YPG kartını birbirine karşı kullanmak üzere, konum almaktan başka bir siyasi amaç gütmüyorlar. ABD, Rusya’yı dengelemek için, İran Esad rejiminin ayakta durması için ve Esad rejimi de kendisi için en az tehlike teşkil ettiği için PYD/YPG yi himaye ediyor.
Eğer dünya bağımsız bir Kürdistan isteseydi, 25 Eylülde Barzan’inin yaptığı bağımsızlık referandumuna destek sağlardı. Bırakın destek vermeyi, Kerkük’ün kaybedilmemesi için bile kimse kılını kıpırdatmadı. Dünya Bağımsız bir Kürtdistan istemiyor. Bu çok açık. Dünya PKK yönetiminde bir Kürdistan da istemiyor. Bunun koşulları yok. Sosyoloji müsait değil. Jeopolitik/ demografik durum müsait değil. Siyasi denklem müsait değil. Kısacası bizi tehdit ve tedirgin edecek bir Kürdistan’ın oluşması için hiçbir maddi ve manevi şart oluşmamıştır.
Özetle, içeride Kürt Vatandaşlarımızın istek ve talepleri sadece Türkiye ile daha iyi bir entegrasyonu arzuluyor, Dışarda ise PYD/YPG kılığında söz konusu devletler tarafında tam bir kontrol altındayken, biz neden siyasi bir çözümle değil de Askeri bir güçle bu denklemin içine dahil olmak istiyoruz?
Yeri gelmişken bir kaygı ve endişemi de belirtmek istiyorum. 2011 yılına kadar Kürtler, birbirini tarif ederken ‘’Binxet’’ ve Serxet’’ diye yani sınır hattının altı ve üstü ifadelerini kullanırlardı. Ama özellikle Kobanê ve şimdilerde Afrin, bu yabancılaşmayı ortadan kaldırmaya aday gibi görünüyorlar. Zeytin dalı Operasyonunun doğurabileceği en büyük tehlike, sınırları aşan bir duygudaşlığa sebep olmasıdır. Dün Diyarbakır ile Afrin arasında hiçbir geçişgenlik yokken bugün, ikisini birleştiren bir duygudaşlık bağı kurulmuş durumda. Bu çok büyük bir tehlike olarak görülmelidir.