İzin verin, önce bir tespitte bulunayım sonra da yazının en sonunda söylemek istediğim şeyi bu bağlam içinde en baştan söyleyeyim. Belki biraz yazıya kafadan girip bodoslama bir dalış yapacağım ama, bazen böyle yapmanın çok gerekli olduğuna inanıyorum.
Siyaset denildiğinde bu milletin anladığı tek gerçek devlet ve o’nun bekasıdır.
Ne demek istiyorum? Demek istediğim şu, tarihin hiçbir döneminde, ne devletin modernizasyonunda ne de İslamcı güçlerin modernitesinde, -2002 ila 2007 dönemi gibi kısa zaman aralıkları hariç- ne etnik çoğulculuk ve ne de bireysel özgürlükler asla merkezi bir önem kazanmadı. İktidar talep eden güçlerin birincil hedef ve söylemi “kutsal devlet” olmuş ve bu kutsal devlet iktidarına giden her yol mubah sayılmıştır.
O nedenle, ne Türk ne de Türkiye modernitesi hiçbir zaman için sivil bir karakter kazanmamıştır. Ve yine aynı nedene bağlı olarak, son tahlilde Türkiye toplumunun büyük bir çoğunluğu olan; sağcısı, solcusu, dindarı, dinsizi, ulusalcısı, komünisti, Kürd’ü, Türk’ü, Laz’ı, Çerkez’i, sünnisi, alevisi... yani neredeyse tümü, milliyetçi ve devletçidir.
Bu toplumun sosyolojik yapısı budur. Bu toplumun, deyim uygunsa siyasal talebinin tek ifadesi devlettir. Ve bundan dolayıdır ki hemen hemen çevresinde bulunan ülkelerin neredeyse hepsi iç savaşlar yaşamasına rağmen, Türkiye, iç savaş yaşamayan yegane ülkedir.
Soğuk savaş döneminde ve daha da geri gidecek olursak cumhuriyetin kuruluşundan bu yana her etnik veya ideolojik kalkışma ancak lokal kalabilmiş ve uzun sürmemiştir. Hangi güç devleti ele geçirmişse, herkes, anında onun yanında ya da ekseninde vaziyet almıştır.
Kurtuluş Savaşı döneminde herkes Kuvay-ı Milliye’ci, İsmet İnönü döneminde herkes Milli Şef’ci, Demokrat Parti döneminde herkes Menderes’ci, 1960 darbesinde herkes Milli Birlikçi, 1971 Muhtırasından herkes Muhtıracı ve 12 Eylül darbesiyle de herkes anında Kenan Evren’ci karakter kazanmıştır.
3 büyük askeri darbede de ne halk ne de siyasiler ayaklanma çağrısı yapmamışlardır, hep devletin bekası olarak sadece sandıkta tercihlerini göstermişlerdir. Bu kaide bir istisna ancak 15 Temmuz darbesiyle bozulmuştur. 15 temmuz gecesi halkın sokaklara dökülüp anında darbeye karşı reaksiyon göstermesi belki de Türkiye modernleşmesinin ilk sivil itirazıdır…
Gelelim konumuz olan milliyetçi dalga boyutuna...
Bu toplumun milliyetçi ve devletçi refleksini tespit ederken herkesin hemen hemen herkesin ıskaladığı bir durum var o da şu;
Bu toplum milliyetçidir bu doğru. Ama hiç bir zaman ve hiç bir dönemde siyasal yönetme biçimi olarak milliyetçi bir iktidarı tercih etmemiştir. Salt milliyetçi olduğu için bir siyasi partiyi tek başına iktidar yapmamıştır.
Bunun örneği yoktur.
Aslında budur esas analiz edilmesi gereken tablo.
CHP'nin 6 okun dan biri milliyetçilik olmasına rağmen toplumun tercihi kendisini iktidar yapmaya yetmemiştir.
MHP ise tümüyle milliyetçi bir parti olmasına rağmen ancak 1980 öncesi 1. ve 2. MC yani milliyetçi cephe hükümetlerinin ortağı olarak veya 1999’da Öcalan’in yakalanmasının getirdiği rüzgarla DSP ve ANAP ile koalisyon ortağı olarak iktidar olabilmiştir.
Bugün toplumda biriken milliyetçi dalgayı bir siyasi kazanım veya iktidara taşıyacak bir strateji olarak görmek, çok ciddi bir yanılgının işaretidir diye düşünüyorum..