Bu toz duman içerisinde, kulağa hoş gelen sözcüklerin dışında bir şeyler paylaşmanın, yazmanın ya da konuşmanın zor olduğunu biliyorum; ama yazmaya ve konuşmaya devam edeceğim.
Benim payıma, kolay olanı seçmek hiç düşmedi. Kendimi bildim bileli hep zor olan, tükenmesine ramak kalmış veya “artık bundan başka bir yol yok” inancının doruğa ulaştığı sorunlar içinde buldum kendimi. Belki de benim tercihim bu oldu; kolay yolu seçip, çevre seslerinin girdabına kapılmak ve başkalarının yorumlamalarıyla yetinmek yerine, olayları kendi zihin potamda değerlendirmeyi seçtim. Bilemiyorum. Ama sonuç itibari ile karşılaştığım ve yaşadığım somut durum bu.
Afrin ile ilgili de aynı ruh hali içindeyim. Gazetelerde haberleri, makaleleri okurken ya da Afrin konulu televizyon programlarını seyrederken, daha da vahimi, siyasilerin Afrin’le ilgili konuşmalarını dinlerken, kendime şu soruları sormadan edemiyorum: Suriye’de sadece ABD mi var? Cevap; hayır. Suriye’de ABD dışında başka hiç bir ülkenin hesabı yok mu? Cevap: evet var. E peki o zaman nasıl oluyor da, ABD’den başka hiçbir ülkenin çıkarı yokmuş gibi ya da sanki 6 yıldır Suriye’de yaşanan iç savaş hiçbir şeyi değiştirmemiş gibi strateji üretebiliyorsunuz? Bunu anlamak, benim için gerçekten mümkün değil.
Eğer gerçekçi olmak gerekirse, Suriye meselesinde kendince pozisyon alan ABD, Rusya, İran ve Türkiye arasında, manevra alanı en dar olan, gerek rejim ile gerekse de yerel güçlerle ilişkilerde en sınırlı kapasiteye sahip olan tek devlet Türkiye'dir. 2011 yılında üstlendiği misyonun en uzağına da düşen tek devlet Türkiye'dir. Hareket alanı diğer devletlerin 'olur'una bir bakıma en bağımlı olan da Türkiye'dir. Bir özet yapmak gerekirse 7 yılın sonunda Suriye'de cebimde en zayıf kartı taşıyan devlet yine Türkiye'dir. Hiç kendimizi kandırmaya çalışmayalım.
ABD, PYD üzerinden Suriye’de konumlanmış ve bunu DEAŞ'a karşı bir zafer olarak dünyaya lanse etmeye çalışmakta. Dünyanın büyük bir bölümünün de meseleye bu gözle baktığı ve Türkiye’nin DEAŞ ile mücadelesini görmemezlikten gelen egemen bir anlayış var. Üstelik bu duruma, gerek Türkiye’de muhalefetin söylemleri, gerek Rusya ile yaşadığımız sorunlu günlerde Rusya’nın bu yöndeki propagandaları ve gerekse İran’ın bizi böyle tarif etmesi de yardımcı oldu.
Rusya’nın bırakın PYD'yi, PKK'yi bile terör örgütü görmemesi, bunun yanında hayati ortakları olan İran ve Suriye’deki Esad rejiminin ÖSO’yu terörist örgüt olarak görmesi bile Afrin operasyonunun sonucunu etkileyecek boyutta.
Hele ki İdlip gibi muhaliflerin elinde bulunan son kalenin düşmesi, sadece ABD için değil Rusya, İran ve Suriye üçlüsünün de hayati çıkarı olarak masada duruyor.
Böyle bir ortamda “ÖSO ile beraber sadece Afrin değil Membic ve Irak sınırına kadar her yeri temizleyeceğiz" demek belki yüreklere ve kulaklara çok hoş gelebilecek bir söylem olabilir. Ne var ki bu söylem, bölgede Türkiye dışındaki güçlerin uzlaşması ve barış yapması durumunda, bütün dünyayı ”Türkiye’nin amacı başka bir şeydir “ düşüncesine sevk eder. Bu bakımdan, bu söylem, bırakın siyasi ve diplomasi sanatı açısından savaş sanatı açısından da doğru zamanda söylenen bir söylem değildir.
Bunu söylerken “Türkiye bunları yapamaz” demiyorum; sadece siyasi kazanım sağlamayan askeri hareketlerin doğru ve yerinde hareketler olmadığını söylemek istiyorum.
Türkiye’nin terörizme karşı mücadelesi meşrudur. Meşru bir kararı, ancak doğru bir zamanda harekete geçirirseniz kalıcı olursunuz.