'Ağız kavgasını severim'

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Kavga benim becerebildiğim bir şey değil.

Ağız kavgası hiç değil.

Gözüm kararmaz benim.

Girdim bir ağız kavgasına diyelim, haklı olduğum konudan bile yenik çıkarım.

Karşımdakinin ne kadar alçalabileceğinden emin olamam. Ne kadar yukarıdan vuracağını göze alamam.

Başlıkta sevdiğimi söylediğim ağız kavgası da bizim gibi sıradan insanlar arasında olan değil.

Büyüklerin büyük kavgası. Fiziksel şiddete başvurmayan, sözlere dökülen türden.

Denkler arasında ise şahane.

İfadeler zekâ pırıltısı taşıyorsa da öyle.

İki devlet arasında. İki sanatçı arasında. İki siyasetçi arasında.

Hele bir de aynı örgütlenme içerisindeki iki grup arasında ise, üzerine kitaplar yazılır.

Bir de ortak geçmiş varsa, birbirlerinin kirlisini döküverirler.

Çünkü o kavgalardan gerçekler doğar.

Tarih, kazananların penceresinden yazılır, kaybedenlerinki alternatif tarihtir. Ağız kavgaları üzerinden yazılsa gerçekler ortaya çıkar.

İşin içinde zekâ, bilgi, paylaşılmış sırların ortaya dökümü varsa, kontrol de yitirilmişse tadından yenmez.

En son, Kazakistan’da yaşanan olaylar üzerinden ABD- Rusya arasındaki ağız kavgasına bayıldım.

Rus Ordusu Kazakistan’a girince ABD Dışişleri Bakanı Blinken çıktı, “Yakın tarihten bir ders” dedi, devam etti: “Ruslar evinize girdiği zaman bazen onları çıkarmak zor olabiliyor.”

Doğru mu? Doğru. Gerçek mi? Gerçek.

Tam ben, Rusya ne diyecek diye dikkat kesilmişken Rus Dışişleri’nden yanıt gecikmedi:

“ABD Dışişleri Bakanı ukala bir üslupla Kazakistan’daki trajik olaylar hakkında görüş açıklamıştır.”

Burada kalmadı, ekledi: “ABD bir eve girdiğinde orada hayatta kalmak çok güç olmuştur. Ya soyar ya ırza geçer. Bunu Kızılderililer, Kore, Vietnam, Irak, Panama, Yugoslavya, Suriye, Libya ve daha birçok ülke yaşamıştır.”

Afganistan’ı atlamışlar ama olsun. Doğru mu? Doğru. Gerçek mi? Sonuna kadar gerçek.

Sözcüklere dökülen kavgalar sevilmez mi? Sevilir.

Keşke silahlar kaldırılıp yerine sözcükler geçse.

ÖZGÜRLÜKLER VE İTİBARLAR

Cumhuriyet savcısı bir genç adam, Tik Tok’ta özel yaşamına dair görüntüler paylaşınca ikiye ayrıldık.

“Paylaşsın, özel hayatı, özgürlüğü” diyenlerle, “kamu görevlisi bu tür paylaşım yapamaz” diyenler.

Merak edip görüntülere baktım.

Savcımız fazlasıyla cesur. Kötü bir sesi var ama şarkı söylemekten çekinmiyor. Üzerinde bir tek donla video paylaşıyor.

Onun yaptığını gençliğine verdim, daha yeni mezun sayılır.

Ancak konunun kendisi önemli.

Sosyal medya kullanma biçimimiz baştan sona sorunlu.

Cahil biriyle, okumuş yazmış birinin sosyal medyaya yaklaşım ve bilinç düzeyi neredeyse aynı.

“Özel alan”, “kamusal alan” ayrımı birbirine karıştı.

“Ayıp”, “utanmak”, “itibar” gibi kavramların eridiği bir ortam.

İsviçre’de geçen hafta ordu görevlilerine, bırakın sosyal medyayı Whats App kullanmaları yasaklandı. İngiltere’de kurallar daha sıkı.

Bizde ise saldım çayıra, Mevla’m kayıra durumu hâkim.

Kıssadan hisse;

Bir: Sosyal medya ortamı sizin özel alanınız değildir. Kamusal alandır. Bir savcının sokakta don külot gezmesiyle, bunu sosyal medyada paylaşması aynı şeydir.

Savcı ya da doktor, “Sokakta don külot gezebilir” diyorsanız o başka tabii.

İki: 12 Ekim 2020 tarihinde “Kimler Sosyal Medyada Kafasına Göre Takılamaz?” başlıklı yazımda savcılar da vardı. İlgilenen dönüp okumalı.

GÜNDEMDEKİ KONULAR İÇİN NE DÜŞÜNÜYORUM?

Bir, kararsız sayısının her geçen gün artması hakkında:

Çünkü insanlar kime oy vermeyeceklerini biliyorlar ama kime vereceklerini bilmiyorlar. Orada bir hazine yatıyor ve hiçbir parti de o hazineden pay kapmaya çalışmıyor. İlginç.

İki, Dünya Sağlık Örgütü Direktörü Ghebreyesus’un “Omicron öldürüyor” demesi hakkında:

Salgının başından beri bu arkadaşın ağzından çıkan ya da yaptığı iyi bir şey söyleyin. Bulamazsınız.

Ona mevcut konumuna göre değil de, felaket tellalı gibi bakmayı deneyin, eğlenirsiniz.

Üç, “Eski komedyenler (Cem Yılmaz, Ata Demirer, Yılmaz Erdoğan) artık güldürmüyorlar. Mizah anlayışı mı değişti, onlar mı eskidi?” tartışması hakkında:

Üçü de halkın içinden yola çıktılar. Arada mesafe yoktu, nabzı iyi tutuyorlardı. Sonra zengin oldular. Yüksek duvarlı evlerde yaşar oldular. O duvarlar onları topluma yabancılaştırdı. Mesafe koydu. Malzeme bitti.

Kendi bindiği dalı kesmek gibi düşünün.

Dört, düğünlerde artık altın yerine gümüş takılıyor olması:

Bu konuda net fikrim düğünlerde her türden takı takılmasının yasaklanması.

Sana takı takıyorlar, sonra sen de gidip ona takmak zorunda kalıyorsun. Durduk yerde ne diye borçlanıyorsun ki.

Beş, popçu Edis’in “İnşallah dünya starı olurum” demesi.

İki üç yıldır dünya müziğine girmek için çalışıyormuş. Kaç kez bu arkadaşı dinlemeye çaba gösterdim. Ses yok. Müzik tek düze. Danslar acemice.

Bu haliye otursun Türkiye starı olabildiğine dua etsin.

İNSANI GÜZEL İNSAN YAPAN ÖZELLİKLER

Bir, utanma duygusu.

İki, ayıp nedir bilmek.

Üç, empati kurmak.

Dört, nezaket.

Beş, alçakgönüllü olmak.

Bu beş özelliğe sahip insanları sımsıkı tutun. Onlar güzel insan olmakla kalmazlar, çevrelerini de güzelleştirirler.

ÖZCAN DENİZ’İN SONU BAŞTAN BELLİ

Özcan Deniz özünde iyi biri. Çok geçmişten biliyorum. Ankara’dan gitme.

“Özcan, Mahsun, Alişan” üçlüsünden ayrılınca güzel bir yol seçmişti. “Asmalı Konak” efsanesinden, “Seymen Ağa” efsanesini çıkmıştı.

Yaptığı filmler izlendi, bir kitlesi oluştu.

Ve fakat sonra, pek çok başarılı erkek gibi kafası karıştı.

Kafa karışınca yol karıştı.

Çocuk yapmak için evlendi. Bu amaçla evlenen herkes gibi o da evliliği yürütemediğinden olaylar zincirinin konusu oldu.

Yetmezmiş gibi, annesinden nefret ettiği bir çocuğu var şimdi.

Şimdi de kendisinden 23 yaş küçük biriyle evlenecekleri dedikodusu var.

Yazık. Birisi bu kaybolmuş adamı sarssa iyi olacak.

Yoksa yine yanlış bir evlilik ve sonu hüsranla geçen bir hayat.

Hüsran olacak çünkü, yeni ilişkide duygularda öyle abartılar var ki sonu belli. “Vicdansın, baharsın, denizsin, kaybettim denince bulunansın vs.”

Kızımız da abartıda yarış halinde, “gülüşüne dünyaları verme”ler, “asırlardır karnında uçuşan kelebekler” vs.

Abartı, gerçek bir ilişkinin en son ihtiyacı olan şeydir. Biri size abartılı şekilde iyiyse aman oradan uzak durun. Sonu iyi gelmez.

FATİH TERİM ŞİMDİLİK GİTTİ

“Şimdilik” diyorum çünkü Galatasaray’la Terim’in ilişkisi bir tür hacıyatmaz gibi. Gitmesiyle gelmesi bir oluyor.

Terim ve tarzından hazzetmeyen ben, şimdilerde “Terim gitsin” falan demiyordum. Çünkü bu kez sorun ondan önce Galatasaray yönetiminde.

Fenerbahçe taraftarıyla Başkan Ali Koç arasında nasıl bir uyumsuzluk varsa, Galatasaray taraftarıyla Başkan Burak Elmas arasında da o kadar uyumsuzluk var.

Koç ve Elmas’ın birbirlerini sevme nedenleri de bu.

Bu sezon Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın “acıların takımı” olmalarında yönetimler kadar taraftarların da rolü var.

Bir türlü yönetim, takım ve taraftar arasındaki iletişimi oturtamıyorlar.

AKLIMDA KALAN

İmam ve vaizlere iletişim dersleri verilmesi: Diyanet İşleri Başkanlığı’na imam ve vaizlere “sunum” ve “iletişim”, “hitabet”, neyi nasıl söyleyecekleri dersleri verilmesi önerilmiş. Son trendler araştırmasında Diyanet en alt sıralarda yer alıyor. Bu tür derslere Diyanet İşleri Başkanından başlanmasında yarar var. Öneren arkadaşların “ne söylediğin”den daha çok “nasıl söylediğin önemlidir” bilgisine sahip olması da kutlanacak bir durum.

Tüm yazılarını göster