Kudüs ve bütün Filistin maalesef cayır cayır yanıyor. O yanarken ümmet-i Muhammed’in kalbi de yanıyor.
Bu yanma ve yakılma, âlem-i İslam’a rağmen, İsrail tarafından Filistin’de her Ramazan ayında istisnasız tekrarlanıyor…
Kutsal bir mekânda, vatanlarında, öz topraklarda Filistinlilerin canı yanıyor, kanı akıyor, ah u eninleri, feryad u figanları asumana yükseliyor…
Esasen geçen asırdan bu tarafa, genel olarak Ortadoğu’da, hususiyle de Filistin’de değişen hiçbir şey yok. İsrail saldırıyor, Filistin ağlıyor, âlem-i İslam ise sadece bakıyor.
Aynu’l-Mülk Habibullah, tam bir asır önce, insanlığın içinde bulunduğu durumdan bahisle diyordu ki:
Hiçbir kızgın ve aç aslan, keskin pençeli ve öfkeli kaplan, yırtıcı kurt, günümüz medeni insanından daha kana susamış değildir.
Üniversitelerde okuyan ve bilim ile uğraşan aynı uygar insan, zamanını, enerjisini ve bilgeliğini cehennem enstrümanları hazırlamak ve cehennem makineleri, ölümcül silahlar ve toplar, savaş gemileri ve uçaklar icat etmek için harcamaktadır.
Neden mi?
Beldeleri harp etmek, sarayları mezara çevirmek ve her taraftan mermilerle vurarak kendi türünün tüm kaçış yollarını kapatmak için.
Bu hal, bu yüzyılın uygar insanının felsefesidir. Kendi türünün binlercesini kan revan içinde bırakabilecek hangi vahşi hayvan var?
Hayır, hayır…
Bu cesaret, bu asalet, özellikle bu aydınlanmış çağın medeni insanına mahsustur.
O, iktidar tacını başına koyup kudret ve kuvvet tahtına, taş kadar sert, acımasız bir yürekle çıktığı anda, ilk doğan çocuğu zayıf ve çaresiz anneden, yaşlı ve yıpranmış babadan alır; kız kardeşlerini ıstırapların en uç noktasında, dul eşleri ise acıların tam merkezinde kendi haliyle baş başa bırakır, küçük çocukları ise hem annesinden hem de babasından eder.
Kendi açgözlülükleri, bencillikleri ve tutkuları nedeniyle, koyun sürüleri gibi onlarca, yüzlerce genci, düşman kurşunlarından kendilerini korumak için olduğu beyanıyla, kesimhaneye gönderir. Sadece öldürmek için işlenen bir cinayet!
Düşman kim?
Ve neden bu düşmanlık?
Düşman, medeni insanlar grubu tarafından katliam yerine gönderilen karşı gruptur. Düşmanlık nedeni ise başkalarının topraklarını ele geçirmektir. Bu iki insan grubundan biri saldırmakta diğeri ise kendisini savunmaktadır...
Dünyanın tüm uluslarının ruhani ve uhrevi hayattan sorumlu şahsiyetlerinin öğretileri insan kanı dökülmesini yasaklar ve katili ölüme mahkûm eder. Ancak sözünü ettiğimiz bu uygar insan, bir yandan kendi türünün evrensel katliam emrini imzalayıp insan soyuna son verebilmek için mümkün olan tüm yolları denerken, diğer yandan ise tapınaklarda diz çöker ve Allah'ın adını büyük bir alçakgönüllülükle ve yoldaşlarını yok etmek adına ondan yardım ister, galibiyet ve zafer için ona yalvarır.
Böylece bütün işler kral, naip, vali adına yürütülür ve vazife olarak her şey icra edilmiş olduğunda, eylemler ve eğilimler daha da şaşırtıcı ve çıldırtıcı bir hale dönüşür.
Onlarca, yüzlerce eğitimli genç, anlamsız koyunlar gibi idam yerine giderler ama şu soruyu bile kendilerine sormazlar:
Ne için gidiyoruz? Neden öldürmeliyiz?
Sanki iradeleri yokmuş gibi görünürler, tek uyarıcıları sözüm ona uygar şeflerin sözleridir. Böyle bir söz uğruna, başkalarının topraklarına sahip olma açgözlülüğü için canlarını feda etmek üzere mal ve mülkten, kadınlarından ve çocuklarından feragat ederler.
Şilte ve yastıklarının sadece yer olduğu, gök kubbenin tek örtüleri bulunduğu, gıdalarının ise daha ziyade ekmek ve suyla sınırlı olup umutsuz yüreklerinde ölüm beklentisi dışında başka hiç bir umudun olmadığı bir alana koşarlar.
Kendi türlerinden binlercesini toz ve kan içinde öldürüp yok etmek üzere hareket ederler, sonra da sanki bir insana yeniden yaşama şansı bahşetmişçesine, öldürme eylemiyle ve gerçekleştirdikleri ölümlerle içlerinde müthiş bir coşku hissederler.
Bu yüzyılın bilgeliğinin başarısına bakın!
Bizim ve tüm Asya'nın gözlerinin özlemle baktığı, övünç duyulan Avrupa medeniyeti bu mudur?
Avrupa biliminin ve bilgeliğinin ulaştığı nihai sonuç bu mudur?
Hıristiyan dünyasının imparatorları ve hükümdarları Sultan Abdülhamid'e "Kan Kralı" adını verdiler, kendilerini ise Mesih'in saf aynası olarak ilan ettiler.
Bunlar, güya, Müslüman'ı katil ve barbar olarak gören ve kendilerini Mesih'in öğretilerinin destekçileri ve Hıristiyan ahlakının yayıcıları olarak adlandıran dünyanın medeni Hıristiyanlarıdır!
Şayet Aynu’l-Mülk Habibullah bugün hayatta olsaydı bir asır önce kaleme aldığı bu yazıda sadece ve sadece rötuş kabilinden değişiklikler yapar, Hristiyanlar yerine herhalde Siyonistler diye yazardı.
Evet, geçen asırdan bu tarafa, genel olarak Ortadoğu’da, hususiyle de Filistin’de değişen hiçbir şey yok. İsrail’in Siyonist aklı saldırıyor, Filistin ağlıyor, âlem-i İslam ise her zamanki gibi bakıyor.
Ha, unutmadan;
Bayramınız mübarek ola!