Ahmet Arslan: Gerçeküstü bir geceydi...

Hain darbe girişimi sırasında Genelkurmay Başkanlığı önünde FETÖ'cüler tarafından vücudunun üç yerinden vurulan 15 Temmuz Gazisi Ahmet Arslan, yaşadıklarını SuperHaber için yazdı.

Hain darbe girişimi sırasında Genelkurmay Başkanlığı önünde FETÖ'cüler tarafından vücudunun üç yerinden vurulan 15 Temmuz Gazisi Ahmet Arslan, yaşadıklarını SuperHaber için yazdı.

İşte Ahmet Arslan'ın kaleminden, millet iradesinin darbecilerin tanklarını, uçaklarını nasıl yendiğinin adeta kanıtı olan o etkileyici yazı...

GERÇEKÜSTÜ BİR GECEYDİ

Bazı olaylar vardır, çok yoğun olarak yaşasanız da, zihninizde her anını defalarca canlandırsanız da gerçekliği bulanık gibi görünür. Hani meşhur, “bu kadarı da olamaz artık” lafı var ya onun gibi.

Yazıyı kaleme alırken, o meşum gecenin üzerinden 15 gün geçmişti. Artık yaşadığımız travmadan mı yoksa cereyan eden hadisenin ziyadesiyle “gerçeküstü olmasından” mı hala bir rüya yaşıyor gibiyim. Sanki rüyamda bir bilgisayar oyunu ya da film izledim, az sonra birisi uyandıracak.
Çünkü millet olarak hiç olmayacak ve olmaması gereken büyük bir travma yaşadık. Şeytanın bile aklına gelmeyecek bir senaryo o gece hayata geçirildi.

15 Temmuz akşamı bir grup arkadaşımla Kızılay’da bir kafede haftalık mutat “memleketi kurtarma” sohbetindeydik. Hava sıcaktı. Cıvıl cıvıl bir Ankara akşamıydı. Sokaklardaki insanların bir kısmı kendi halinde gezmedeyken bir kısmı da bir yerlere yetişme telaşındaydı.

Saat 21.30 civarında aniden uçak sesleri gelmeye başladı. Ama bu sesler her zamanki gibi alıştığımız yakınlıkta değildi. İlk dalga ne olduğu anlaşılmadan geçti. Herkes şaşırdı ama herhangi bir olağanüstülük yüklemedi.
Sonra art arda uçak sesleri tekrar gelmeye başladı. Bulunduğumuz yerden sokağa fırlayarak ne olduğunu anlamaya çalıştık. Uçaklar çok alçaktaydı. Gece olmasa kuyruk numarasını falan görebilirdik. Sesler çok korkutucuydu. Uçaklar dalga, dalga üzerimizden geçiyor, herkeste paniğe yol açıyordu. O anda hem kendi arkadaşlarım hem de etrafımızdaki diğer insanlar “olağanüstü bir şeylerin” olduğu anladık ama anlamlandırmakta da zorlanıyorduk. Hemen bir telefon trafiği başladı. DEAŞ saldırısı vs. gibi değerlendirmeler yapılıyordu ama kimsenin aklına darbe olacağı gelmiyordu. 30 Ağustos hazırlığı diyenlerden, Türk Yıldızları gösterisi olduğuna kadar her türlü değerlendirme yapılıyor ama belirttiğim gibi kimsenin aklına asla bir darbe ihtimali gelmiyordu.

Belki o meşum Haşhaşi Kalkışmasının başarısızlığının temelinde de, böyle bir ihtimalin kimsenin aklına gelmemesi bulunuyordu. Yani en travmatik anlar yaşanıyorken bile akıllara ne bir darbe ihtimali ne de böyle bir kalkışma asla gelmiyordu, çünkü kesinlikle sosyolojik bir zemini yoktu.

Yaşananların mantıklı olarak anlamlandırılamadığından dolayı artık gecenin tadı kaçmıştı. İnsanlar yavaş yavaş ayrılmaya başlamışlardı. Ben de bir arkadaşımla bulunduğumuz kafeden ayrıldım. Eve gitmek üzere taksiye bindim. Her zaman Eskişehir yolu olan yol güzergâhım bu sefer kapalıydı. Taksici, Çetin Emeç Bulvarından gidebileceğimizi söyleyerek “Genelkurmay’ın önü kapalı abi” dedi.

Karanlıkla kimin, nasıl kapattığını göremedim ama zihnimde şak diye darbe ihtimali belirdi. Hem de hiç tereddütsüz “FETÖ darbe yapıyor” diye düşündüm. Telefon trafiği de durmuyordu, insanlar bir şeyler soruyordu sürekli.
Neyse eve geldim. Bu arada uçaklar da hala uçuşa devam ediyordu. Haber kanalları bir şeyler olduğunu anlatıyorlar ama adını koyamıyorlardı. Bir müddet karamsarlıkla düşündükten sonra ilk aklıma gelen eşime “valiz hazırlatma” fikri oldu. Ne olur ne olmaz diyerek, üzerimi de tekrar giydim.

Evde, özellikle çocuklara hadiseyi anlatmakta güçlük çekiyordum. Darbenin, cuntanın ne olduğu, uçaklarımızın neden bizi korkuttuklarını bizim nesil dışındakilere anlatabilmek mümkün değil.
Aradan bir süre sonra Cumhurbaşkanımızın CNN Türk’e bağlanıp, bu kalkışmanın adını koyması ve Türk Milletini direnişe çağırması üzerine büyük oğlum Mustafa ile beraber Kızılay’a gitmek üzere evden çıkmaya karar verdim. (O esnada küçük oğlumun bacaklarıma sarılarak “lütfen gitme, sana bir şey olursa biz ne yapacağız” şeklindeki yalvarışlarını şu anda bile anlatmaya ruh halim müsait değil).

Evin hemen karşısındaki durakta hiç taksi yoktu. Belki yolda bir taksi yakalarız umuduyla yürümeye başladık. Fakat ortalıkta tek tük otomobiller dışında herhangi bir araç yoktu.
Bir süre yürüdükten sonra uzaktan Genelkurmay Başkanlığının önünü gördük. Kalabalık bir insan grubu vardı. Biz de Kızılay yerine oraya gitmeye karar verdik.

Genelkurmay Başkanlığının önü tam bir ana baba günüydü. İnsanlar bir taraftan “ya Allah, bismillah, Allah-u Ekber, asker dışarı” diye bağırırken, diğer yandan da yaralı mı, ölü mü, karanlıkta anlayamadığımız insanları özel araçlara götürmeye çalışıyorlardı.

O esnada işyerimden üç arkadaşımı gördüm, göz ucuyla selamlaştık. Herkes bir yerlere koşuşturuyor, diğer yandan da “ya Allah, bismillah, Allah-u Ekber, asker dışarı” diye bağırmaya devam ediyordu.
Bir yerlerden sürekli gelişigüzel ateş ediliyordu. Ama gecenin “sağırlığı” bu tabanca, tüfek seslerini duymamızı engelliyordu. Dedim ya sanki bir rüyada gibiydik. Böyle bir şey olamazdı.

Zaman çok hızlı geçti. Ara sıra üzerimize bir helikopter ateş ediyor, o anda insanlar püskürtülmüş gibi araçların ve ağaçların gölgesine sığınıyor, hemen sonra tekrar “rutinlerine” dönüyorlardı.
Geçmişte çok sayıda direnişe katılmış, polisle karşı karşıya gelmiştim. Karabağ, Bosna ve Çeçenistan sorunlarıyla ilgili olarak Ankara’daki bazı büyükelçilikler önünde gösteriler yapar ve polisten bayağı bir cop verdik. Ama polis hiç üzerimize ateş etmezdi.

İşte o gece hem bir anlamsızlığı hem de çaresizliği yaşadım. Elimizde bize ateş eden asker ve helikopterleri durduracak bir şey yoktu. Ama seri şekilde kurşunlanıyorduk. O anda “ya keşke kuş lastiği bile olsa da şunlara mukabele edebilsek” dişe düşündüm.

Sonra bir ara yine, gece 02.10 civarında helikopter tekrar taarruza geçerek genel bir tarama yaptı. Oğlumla bir ağacın gövdesine sığındık. Çok hızlı koşmuş, nefes nefeseydim. Biraz soluklanayım diye beklerken Mustafa “baba, baba vurulmuşsun” dedi. Panikle üzerime baktım, hiç bir ağrı ve acı yoktu. Oğlum gösterince yüzüm, boynum ve göğsümün kan içinde olduğunu gördüm. Evet, kaşımdan vurulmuştum ve üzerimi kaplayan kan oradan gelmişti.
Bir süre ne yapmamız gerektiğini düşünürken, Mustafa sürekli hastaneye gidelim diye yalvarmaya başladı. Genel durumumda bir sıkıntı yoktu. Herhalde kaşımı bir şey sıyırdı, geçti diye düşündüm.

“Bundan bir şey olmaz oğlum. Bak insanları ne halde arabalara götürüyorlar” dedim ve ayrılmamaya karar verdik. Sonra bacağım ağrımaya ve aksamaya başladı. Ani kas hareketleri yüzündendir diye düşündüm. Ağrı artınca eve gitmeye karar verdik tabi yürüyerek.

Bu arada Genelkurmay Başkanlığının önündeki manzarayı görünce, başkaca hiçbir bilgiye sahip olmadan kalkışmanın kesinlikle başarısız olacağına inanmıştım. Çünkü böyle bir şey ilk kez yaşanıyordu.
Bir süre yürüdükten sonra özel bir araç bizi aldı. Sürücü yüzümü görünce “abi bir hastaneye gidelim” dedi. Ben de “ya kaşımı bir şey sıyırmış, bunun için hem de böyle bir günde hastaneye mi gidilir” dedim. Neyse eve geldik.
Ev halkı merakla bizi bekliyordu. Eşim kapıyı açıp o halimi görür görmez feryat etti. Pantolonun sağ tarafı olduğu gibi kandı. Panikle hastaneye gitmeye karar verdik. Sitenin önüne inince, site sakinlerinin de merak, panik ve kaygıyla beklediklerini gördüm. Neyse birileri ambulans çağırdı. O esnada da uçaklar yine alçak uçuşa devam ediyordu.
Yaklaşık yarım saat sonra ambulans geldi. Ambulanstakiler de korku ve panik içindeydiler ama görevlerini de soğukkanlılıkla yapıyorlardı. O anda sağdan soldan “falanca hastane de bombalanmış” yolunda rivayetler geldiği için kısa bir süre hangi hastaneye gideceğimize ilişkin tereddütler yaşandı.

Sonra Dikmen’de bir hastaneye varabildik. Orası da ana baba günüydü. Yaralıları koyacak sedye bulunamıyordu. Neyse Allah razı olsun, genç bir ekip her şeye yetişiyordu. Eve varınca kaşımdan sonra, sağ kasığımdan da vurulduğumu fark etmiştim. Hastanede ise sol diz kapağımdan da vurulduğumu öğrendim.

O geceden sonra farklı hastanelerde daha geniş tetkikler yapıldı. Şimdi vücudumun üç farklı yerindeki, üç farklı yabancı cisimle yaşıyorum.
Bir de hala, “bu bir bilgisayar oyunuydu, rüyaydı” diye, birilerinin beni uyandırmasını bekliyorum.

Akademik kadro ilanları 23 Kasım 2024 Cumartesi! 23 Kasım 2024 Resmi Gazete yayımlandı! İşte günün kararları... İşte 500 TL'lik banknot
Sonraki Haber