ALTINI ÇİZİYORUM: BİR HAKAN FİDAN GERÇEĞİ

Nuran Yıldız nuran@nuranyildiz.com

Hakan Fidan’ın televizyon söyleşisini izledim. Bakar geçerim diyordum, geçemedim.

Yakın geçmişteki Türkiye’nin en zor dönemlerinin en önemli iki isminden (diğeri Erdoğan) biri  Hakan Fidan.

MİT’i kurumsal olarak dönüştüren kişi.

Dış politikamızı özgüvenli, barış odaklı çizgisine oturtan bir devlet adamı.

Ağzından çıkan her cümle günlerce konuşulacak malzeme bıraktı yorumculara.

O söyleşiden “3. Dünya Savaşı olasılığı” kısmını alıp gerisini atlamak Fidan’a haksızlık olur.

Ben iletişimci çerçevesinden aldığım notları yazmak istiyorum;

Uzun zamandır bu kadar özgüvenli, sakınmasız, samimi bir politik kişiliğe rastlamıyorduk.

Her şeyi konuşuyor gibi yapıp, devlet ketumiyetini korumakta usta.

Fidan’ı dinlerken birbirinden zor görevlere getirilmesinin nedenlerini anlayabiliyorsunuz.

Milli İstihbarat Teşkilâtı’nın dönüşümünde “Kişilere değil sisteme odaklı değişim”den söz ederken, devlette böyle bir iradenin olması içinizi rahatlatıyor.

Avrupa’da aşırı sağın yükselişini “aşırı sağcılar” üzerinden değil de rakipleri üzerinden, bin tane siyasal iletişim cümlesi kuran yorumcuda olmayan bir perspektifle analiz ediyor: “Avrupalı liderlerde sahicilik yok.”

“Türk diplomasisinin şu andaki birinci önceliği bölgesindeki savaşların durması” cümlesiyle beni alıp Mustafa Kemal’in “yurtta barış dünyada barış” vizyonuna götürüyor.

Şu saptaması akıllarda dursun:

“Türk devleti bin yıllara dayanan bir devlet. Eşkıya ile, baş kaldıran insanlarla hangi yöntemlerle mücadele edeceğini bilir. Toplumsal hafızalara kazınmış bir stratejik kültürü vardır. Bazen geç devreye girer ama girer.”

Bir de söyleşinin sonunda okuduğu kitapları anlatırken öyle cümleler kuruyor ki, binlerce kitap okumuş, anlıyorsunuz.

Entelektüel biri olduğunu biliyordum, felsefi derinliği olduğunu da görmüş oldum.

İletişim açısından çok doğru bir iş yaptı Fidan, mesafeleri “cool” bir tavırla kapattı, hakkında oluşan buzları eritti.

 

NE YEMEKMİŞ AMA

İçeriği boşalmış, tek şekli kalmış iç siyasetimizde bir yemek muhabbetidir gidiyor.

Ekrem İmamoğlu ile Kemal Kılıçdaroğlu yemekte mi buluşacakmış, kahve mi içeceklermiş vs.

Bilen bilir, Kemal Beyle yenen yemeklerin bir sonucu yoktur. Bakın bir masada 6 kişi, 3 yıl yemek yediler ama en önemli konuyu, cumhurbaşkanı adayının kim olacağı konusunu hiç konuşmamışlar.

Şimdi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ile CHP’nin eski genel başkanı birlikte yemek yese ne olur, birbirinin evine yatıya gitse ne olur?

Sorum siyasi bir gerçekliğe gönderme yapıyor ama sanal bir gerçekliğin de altını çizsin istiyorum.

Bu yemek işini sürekli gündemde tutan İmamoğlu’nun ekibine, İmamoğlu da ekleme yapıyor: “Arkadaşlar yiyeceğiz ama ne zaman yiyeceğiz belli değil”.

Kılıçdaroğlu da cevap veriyor: “Aramızda bir yemek durumu konuşulmadı.”

Peki bu kör muhabbet niye çevriliyor?

Güya İmamoğlu, hedefe yürüdüğü yolda taşları temizliyor. Sorunları azaltıyor.

Kendisini var güçleriyle (nedense) destekleyen gazeteciler de yelkene rüzgâr üflüyorlar.

Bunu gören Mansur Yavaş ve ekibi durur mu, hemen kaşığı, çatalı alıp Kemal Beyle yemeğe oturuyor.

Kimse de demiyor ki, nüfusu 16 bin, yüzölçümü 16 Kilometrekare olan Adalar ilçesinde halk sokağa dökülmüş, protestolar ayyuka çıkmış, yemekten önce o sorunu çözsene.

Adalar’daki sorun basit, çözüm çok. Buna rağmen sorunu, Adalar halkını üzmeden çözemeyen, Türkiye gibi çetrefilli bir ülkeyi yönetmeye nasıl aday oluyor? Oluyor.

Bir yemek yesinler bakalım, kısmetlerindeki neyse, kaşıklarında o çıkar.

Kıssadan hisse 1: Yemek, iletişimde önemli bir ortam sunar ancak, olumlu ortamın koşulu ya taraflar samimi olacaklar ya da tarafların ekipleri sorunları çözmüş olacak ki yemek görüntüsü pastanın kremasını oluştursun.

Kıssadan hisse 2: Gelişmekte olan ülkenin az gelişmiş iletişim anlayışıyla yenen yemeğin tadı, tuzu olmaz.

Kıssadan hisse 3: Büyük hedeflere varmak için, küçük ayak oyunlarından önce büyük fikirleri olmalı insanın.

CUMHUR İTTİFAKI NEDEN BOZULMAZ?

Ne zaman Bahçeli yüksek perdeden bir cümle kursa, ortalığa “Cumhur ittifakı yıkılıyor” cümleleri saçılıyor.

Her defasında, ekranlarda hep aynı şeyi söylüyorum “Bu ittifakta sorun olduğunu düşünmüyorum.”

Bu ittifak bozulsun diye uğraşanlara rağmen.

Geçen gün Cumhurbaşkanı Erdoğan, önceki gün de danışmanı Mehmet Uçum aynı gerçeği açıkladılar.

Ben de okuruma neden o fikirde olduğumu açıklama sözü vermiştim.

Bozulmaz çünkü;

Bir, birbirlerine bayıldıkları için o ittifakı kurmadılar, hedefte birleştiler.

İki, Türkiye’nin en zor koşullarında kurulan bir ittifak ancak o zor koşullar atlatıldığında biter ve bence o noktadan çok uzağız.

Üç, ülkenin “tam bağımsızlık”, “dış tehdit”, “terörle mücadele” konularında tam bir anlayış ortaklıkları var.

Daha da var da, sadece bu üçü bile ittifakı bir arada tutmak için yeterince güçlü yapıştırıcılar.

EVLERE ŞENLİK BİR İLETİŞİM ANLAYIŞI

Kaos ve kriz olasılıkları arttıkça, hazırlıklı olmak, ön almak, önlem almak için iletişim yönetiminin önemi artmaya devam edecek.

Bizim yöneticiler bu konuda ikiye ayrılıyor; İletişimin önemini fark etmeyenler ve iletişimi herkesin yapabileceğini sanacak kadar iletişimden bihaber olanlar.

Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek hangi grupta bilmiyorum, yine açıklama yapmış: “Motokurye gelirine ve bahşişe vergi yok.”

Vergi paketiyle ilgili her gün yeni bir söylenti yayılıyor, Bakan Bey de her gün yeni açıklama yapıyor.

Önce kriz çıkıyor, sonra Bakan Şimşek arkasından koşuyor.

Bir maliyeci gündem yönetmeyi bilir mi? Bilmez. İyi de etrafında bilen kimseler neden yok?

FUTBOLDA SORUN BÜYÜK

Hep söyledim, söylemeye de devam edeceğim, Cumhurbaşkanı Erdoğan başta futbol olmak üzere ülkemizdeki spor federasyonlarını lağvederek sporumuzun önünü açmalı.

Milli takımımız, Portekiz’e bir gol de kendi kalemize atarak açık farkla yenilince kıyamet koptu.

Kopmalıydı da. Ama kıyamet kötü futbol üzerinden kopmadı, Arda Güler’in neden oynatılmadığı üzerinden koptu.

Düşünün dünyanın en iyi takımlarından birinde oynayan, en iyiler arasında gösterilen 19 yaşında bir futbolcun var, üstün yetenekli, oynatmıyorsun.

Maçı kaybettiğin netleştikten sonra, taraftarların protestoları ayyuka çıkınca sahaya sürüyorsun.

Cevap isteyenlere bir yorgun, bir sakat diyorsun. 19 yaşında enerjisinin zirvesinde bir genç yorulamaz, geçelim. Sakatsa neresinden, neden?

Açıklamalar tutarsız.

Üstelik bu akıl dışı durumun cevabını bulamamışken, TFF Başkanı açıklama yapıp, “sosyal medyada organize kötü niyetli ve kirli algı operasyonu”ndan söz edebiliyor.

Bence futbolcuların kendi aralarında ve futbolcularla teknik adam arasında, TFF’nun da kendisiyle ciddi bir iletişim sorunu var.

 

MERAK EDİYORUM

Bir, AK Parti’de yerel seçim yenilgisinin faturası il başkanlarına çıkarılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, yenilgide sorumluluğu olanlar zincirinde son halkayı kopararak işleri düzeltebileceklerine nasıl inandırıyorlar merak ediyorum.

İki, İran Cumhurbaşkanı adayı Pezeşkiyan “Zorla başörtüsü taktıramayız” diyor. 6 cumhurbaşkanı adayından en reformcu, en özgürlükçü olanı o.

İnternetteki yasakları kaldıracağını da söylüyor.

Kaç oy alacağını çok merak ediyorum.

Üç, Gürcistan maçını kazanmışsın, hatalarını görmüşsün. Öyle şahane bir futbolcu havuzun da yok.

Çok merak ediyorum, Portekiz maçına neden kazanan 11’le çıkmazsın?

Dört, tasarruf tedbirleri gündemdeyken, Almanya’ya eşi dostu doldurup götürdüğü 600 kişi için 3 milyon Euro harcamayı hangi etik anlayışla açıklayabiliyor Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı, çok merak ediyorum.

“KEŞKE”SİZ YAŞAMAYA BAK

Okan Bayülgen “İnsanın aklı başına hep geç geliyor” dedikten sonra, arka arkaya “niye”yle başlayan sorular sıralıyor;

“Niye fotoğraf çekmeye daha erken başlamadım?”

“Niye daha çok müzikle ilgilenmedim?”

“Niye şu kitapları okumadım?”

Sonra o iç sızlatan cümleyi kuruyor:

“Hayatı bazen yanlış düzenlediğimi düşünüyorum. Daha iyi plan yapmalıymışım.”

Siz siz olun, gecikmeden hayatınızı gözden geçirin.

AKLIMDA KALAN

Milli Eğitim sistemini yap-boz oyunu sanmak: Her gelen Milli Eğitim bakanı bir şeyleri değiştiriyor. Her değiştiren yeni sorun alanları oluşturuyor. Milli Eğitim sistemi, temel ilkeler, içerikler, konular demetinden oluşmalı, kişilere göre değişmemeli. Temel bilimlere olduğu kadar değerler eğitimine de önem vermeli. Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri, tarihi, vizyonu anlatılmalı. Eğitim Bakanı öğrencileri, mesela 10. sınıfı onur derecesiyle bitiren yeğenim Aral’ı dinlemeli. Aral eğitimde eksikler, fazlalıklar hakkında o kadar çok şey anlatıyor ki, konuya hakim. “Nutuk, neden liselerde ayrı ders olarak okutulmuyor halacığım?” diyor. Çünkü Nutuk’u iyi bilen gençler, Türkiye’nin hangi koşullarda kurulduğunu bilir, değerini bilir ve ülkesini daha ileri taşımak için çaba sarf eder. 15 yaşındaki Aral soruyor: “Dersin adı neden ‘İnkılap Tarihi’? İnkılap sözcüğünü kullanan yok ki”, ekliyor: “Neden Türkiye Cumhuriyeti Tarihi değil?” Bakan Bey Aral’a cevap verebilir mi?

Tüm yazılarını göster