İstanbul'un göz bebeği, arkeoloji müzesi ziyarete açıldı
Uzun bir süredir tadilatta olan İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin zemin katı ziyaretçilere açıldı. Güzel haberi İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürü ve Restorasyon Uzmanı Olcay Aydemir Twitter'dan duyurdu.
Çeşitli kültürlere ait bir milyonu aşkın eserle, dünyanın en büyük müzeleri arasında gösterilen İstanbul Arkeoloji müzesi uzun zamandır tadilattaydı. Renovasyon çalışmaları bir süredir devam ediyordu.
En kıymetli eserleri bünyesinde barındıran tarihi müze kısa bir süre önce içinde tadilata açıldı.
Müzenin yeniden açılışını, eserlerin renovasyon çalışmalarında çokça emeği bulunan İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürü ve restorasyon uzmanı Olcay Aydemir Twitter'dan duyurdu. Olcay, ziyaretçileri beklediklerini de sözlerine ekledi.
Dünyanın en önemli müzeleri arasında yer alan İstanbul Arkeoloji Müzesi, 1869 yılında 'Müze-i Hümayun' adıyla kuruldu. Osman Hamdi Bey'in 29 yıl süren çalışmaları sonucunda Müze-i Hümayun, dünyanın sayılı müzeleri arasına girdi.
MÜZEDE BULUNAN ÖNEMLİ ESERLERDEN BAZILARI;
1-Tabnit Lahdi
Sayda (Sidon) kraliyet nekropolünden gelen Tabnit Lahdi, müzedeki en erken tarihli lahit... Baş kısmı çok iri ve omuzlar arasına gömülmüştür. Geniş bir kolye kabartması, boynu ve omuzları örter. Göğüsteki Mısır hiyeroglif yazıtı, lahdin ilk sahibini anlatır. Fenike alfabesiyle yazılan ikinci yazıtta, lahtin ikinci sahibinin Sayda (Sidon) kralı olduğu ve lahdi açacak olanların ne bu dünyada ne de öteki dünyada huzur bulamayacakları yazılıdır. Tabnit'in mumyası da lahdin yanında sergileniyor.
Gövdedeki hiyeroglif kitabesinden lahdin ilk sahibinin Penephtah isimli bir Mısırlı generale ait olduğu anlaşılıyor. Lahdin üzerinde Mısır yazısı ile yazılmış beddua şöyle: "Her kim ola ki, benim lahdimi açar, Allah onun cezasını, belâsını versin." Bunun altında da lahdin ikinci sahibi Tabnit’in Fenike dilinde kitabesi bulunuyor. Kitabede, "Ben Astarte rahibi ve Saydalılar kralı Tabnit. Bu lahit içine gömülüyorum. Ey benim mezarımı bulan kimse! Her kim olursan ol, benim lahtimi açma ve benim huzurumu bozma! Çünkü yanımda ne gümüş, ne altın ne de define var. Bu lahitte yalnızca yatmaktayım. Bana mezar olan bu lahiti açma, bu türlü hareket Astarte’ye karşı büyük bir hakarettir. Eğer benim tebbihimi tutmaz, aksine mezar odamı açar ve huzurumu kaçıracak olursan, yaşayanlar arasında ve güneş altında nesilden ve neshepten mahrum kal ve ölüler arasında yatacak yer bulma" denilen ilginç bir beddua okunuyor.
Osmanlı imparatorluğunun Müzeler Müdürü Osman Hamdi Bey başkanlığındaki Türk Arkeoloji Heyeti, Kral Tabnit'i yerinden oynattı. Lahdi mezardan çıkardı, İstanbul'a getirip müzeye koydu. Kralın iskeletini içinden aldı, onu cam bir muhafaza içinde sergilemeye başladı. Yaptıkları bu işten dolayı Türk heyetinden hiçkimse zeval görmedi; hepsi de ecelleriyle öldü.
2007 yılında mumyanın kafatasından bir azıdişi, kaburgadan ve sol femür üzerinden küçük birer parça deri örneği alınıp DNA incelemesi yapmak için ABD'ye götürüldü. Amaç, kralın yaşadığı dönemdeki hastalıkları, yaşı, hangi millete ait özellikler taşıdığı ve neden öldüğü gibi bilgiler elde etmekti. Ancak bu çalışmadan sonuç çıkmadı.
Kral Tabnit'e ait mumya, müzedeki diğer 4 mumyadan farklı. Mesela üzerinde mumya bezi yok, başında hâlâ saç var, iç organları kurumuş da olsa, hâlâ vücudunda. Derisi vücudunun alt ve yan kesimleriyle kafatasında hâlâ mevcut. Korkutucu bir görüntüsü olan mumya, cam bir fanus içinde sergileniyor.
Likya Lahdi
M.Ö. 460 yılına ait olan Likya Lahdi, insan şeklindeki lahitlerin en erken örneklerinden biri. Bir kadın başının detaylı olarak yontulduğunu, ancak vücudun geri kalan kısmında yalnızca hatların biçimlendirildiğini görüyoruz. Likya Lahdi, M.Ö. 5'inci yüzyıl sonuyla tarihleniyor. Biçimsel olarak Anadolu Likya mezar geleneğine göre yapıldığından, 'Likya Lahdi' ismiyle anılıyor. Lahdin alınlığında iki dişil frenks, mezar bekçileri olarak yer alıyor. Aslan gövdeleri köpek gibi biçimlendirilmiş. Göğüsleri ve kanatları melankolik bir ifadeyle betimlenmiş, yüzler oldukça etkileyici. Lahdin uzun yüzünde bir aslan avı tasvir ediliyor. Atların çektiği iki arabaya binmiş 4 avcı, vahşi bir hayvanı öldürmeye çalışırken görülüyor. Diğer yüzde, yaban domuzu avı sahnesi var. Avcıların kıyafetleri ve atlar, ince detaylarla gösteriliyor. Sanatkar, figürleri birbiri arkasına ve üst üste yerleştirerek üç boyutlu bir izlenim yaratmış. Heykeltıraş sanat anlayışıyla, Anadolu-Likya stilini başarıyla birleştirmiş. Lahtin kısa yüzlerinden birinde ise, bir geyik üzerinde dövüşen iki kişi tasvir edilmiş.
Lahitin yüksekliği 2.96 m, uzunluğu 2.54 m, eni 1.37 m. Orijinal olarak yüzeyi çeşitli tonlarda kırmızı, kahverengi ve mavi renklerde boyanmış. Kapaktaki boya daha koyu tonlarda. Ancak ne boyası, ne de metal süslemesi bugüne gelebildi.
Ağlayan Kadınlar Lahdi
M.Ö. 4'üncü yüzyıl ortalarına tarihlenen Ağlayan Kadınlar Lahdi, arkeolojide 'sütunlu lahitler' olarak adlandırılan grubun en iyi örneği. Yunan yontu sanatındaki doğu izlerini taşıyor. Figürlerin üzüntülerini yansıtan hareket ve ifadeler, Semitik topluluklara ait özellikler. Lahdin, Sidon Kralı Straton'a ait olduğu sanılıyor. Sütunların arasında yer alan 18 üzgün kadın figürü, ölünün haremindeki kadınları simgeliyor. Lahit kapağının kenarları, cenaze alayının kabartmalarıyla çevrili. Bütün figürler, doğal hareketleri ve görünümleriyle, gerçek hayattan alınmış sahneler olarak tasvir edilmiş.
Ağlayan Kadınlar Lahdi bulunduğu zaman, Avrupa ve Amerika'da büyük etki yarattı. Bulunmasından önceki bir dönemde soyulduğu için, içinde ait olduğu kişinin kemiklerinden ve bronz bir kemer tokasından başka bir şey yoktu. Yüksekliği 2,97 m, uzunluğu 2,54 m, en 1,37 m olan lahit, dünyanın en iyi korunmuş lahitlerinden biri. Yapımında birden çok heykeltıraşın çalıştığı anlaşılıyor.