Aşık Veysel'in şiirleri, türküleri ve önemli sözleri!

Aşık Veysel'in şiirleri! Veysel Şatıroğlu veya lakabı ile Âşık Veysel bir Türk halk ozanıdır. Sivas'ın Şarkışla ilçesinde 25 Ekim 1894'te doğan ve 21 Mart 1973 yılında hayatını kaybeden Aşık Veysel bugün doğum günü olması sebebiyle sevenleri tarafından anılıyor. Vatandaşlar da sosyal medya hesaplarından Aşık Veysel'in şiirleri, türküleri, şarkıları ve sözlerini paylaşıyor. Biz de sizler için ünlü ozanın önemli sözlerini haberimize taşıdık. Aşık Veysel'in şiirleri! Türküleri ve sözleri!

Aşık Veysel'in şiirleri! Sivas'ın Şarkışla ilçesinde doğan büyüyen ve hayatını kaybeden Aşık Veysel, ömrünü müziğe adamış bir halk adamı, ozan. Şiirleri, sözleri, türküleri, şarkıları ve hikayeleriyle herkesin gönlünde taht kuran Aşık Veysel doğum gününde sevenleri tarafından anılıyor. Vatandaşlar internette Aşık Veysel'in şiirleri, türküleri, şarkıları ve sözlerini arıyor. Biz de bu konuyu sizler için haberimize taşıdık. Aşık Veysel'in şiirleri! Aşık Veysel'in türküleri, şarkıları ve sözleri! Detaylar haberimizde...

AŞIK VEYSEL'İN ŞİİRLERİ!

Veysel Şatıroğlu, 1894’te Sivas’ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan köyünde dünyaya geldi.

Veysel’in dünyaya geliş öyküsü, Anadolu köylerinde hemen birçok çocuğun yaşadığı olağan bir doğum biçimidir. Ama, bugün özellikle dışarıdan bakanlar için ilginçtir, olağandışıdır.

Anlatmak gerekirse, annesi Gülizar Ana, Sivrialan dolaylarındaki Ayıpınar merasında koyun sağmaya giderken sancısı tutmuş, oracıkta dünyaya getirmiş Veysel’i. Göbeğini de kendisi kesmiş, bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüştür.

Veysellere yörede “Şatıroğulları” derler. Babası “Karaca” lakaplı, Ahmet adında bir çiftçidir. Veysel’in dünyaya geldiği sıralar, çiçek hastalığı Sivas yöresini kasıp kavurmaktadır. Veysel’den önce, iki kız kardeşi çiçek yüzünden yaşamlarını yitirmiştir.

Yedi yaşına girdiği 1901’de Sivas’ta çiçek salgını yeniden yaygınlaşır; o da yakalanır bu hastalığa. O günleri şöyle anlatıyor: “Çiçeğe yatmadan evvel anam güzel bir entari dikmişti. Onu giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Çiçeğe yakalanmıştım... Çiçek zorlu geldi. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de, solun zorundan olacak, perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.”

Bu düşmeden sonra Veysel’in belleğine bir de renk işler: Kırmızı. Düşerken büyük bir olasılıkla elinde sıyrık oluyor, kanıyor. Bunu Gülizar Ana şöyle anlatıyor: “Bilinmez değilsin, renklerden yalnız kırmızıyı hatırladı. Gözleri gönlüne çevrilmeden önce, yani çiçek hastalığına yakalanmadan önce düşmüştü. Kan görmüştü. Kanın rengini hatırlardı yalnız. Kırmızıyı... Yeşili de elleriyle bulur ve severdi.”

Sağ gözünün görme şansı varmış, ışığı seçebiliyormuş bu gözüyle o sıralar. Yalnız yakınlardaki Akdağmağdeni’nde doktor varmış. Babasına “Çocuğu Akdağmadeni’ne götür, orada gözünü açacak bir doktor var” demişler. Sevinmiş babası.

Ne var ki, olumsuzluklar yakasını bırakmamış Veysel’in. “Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın dönüverince; babasının elinde bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. O göz de akıp gitmiş böylece.”

Ali adında bir ağabeyisi ve Elif adında bir kızkardeşi varmış Veysel’in. Tüm aile çok üzülmüş, günlerce gözyaşı dökmüş bu hale. Bundan böyle bacısı elinden tutarak gezdirmeye, dolaştırmaya başlar Veysel’i. Gittikçe içine kapanmaktadır Veysel. Emlek yöresi olarak adlandırılan Sivas’ın bu âşığı/ozanı bol diyarında, Veysel’in babası da şiire meraklı, tekkeyle içli-dışlı biriymiş. Veysel’in dertlerini birazcık da olsa unutacağı bir uğraş olsun diye bir saz verir eline. Halk ozanlarından da şiirler okuyup, ezberleterek avutmağa çalışırmış oğlunu. Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman babası Şatıroğlu Ahmet’in evine uğrar, çalıp söylermiş. Merakla dinlermiş bunları Veysel. Komşuları Molla Hüseyin de sazını düzenler, kırılan tellerini takarmış.

İlk saz derslerini babasının arkadaşı olan Divriği’nin köylerinden Çamışıhlı Ali Ağa’dan (Âşık Alâ) almış. Kendini de iyice saza vermiş; usta malı şiirlerden çalıp söylemeye başlamış. Karanlık dünyasını aydınlatan ozanlar dünyasıyla Çamışıhlı Ali tanıştırıyor daha çok Veysel’i. Pir Sultan Abdal, Karaoğlan, Dertli, Rühsati gibi usta ozanların dünyalarıyla tanışıyor böylece.

“Âşık Veysel’in hayatında ikinci mühim değişiklik seferberlikte başlamıştır. Kardeşi Ali de cepheye gitmiş, küçük Veysel kırık telli sazıyla yalnız kalmıştır. Harp patladıktan sonra Veysel’in bütün arkadaşları, emsalleri cepheye koşuyorlar. Veysel bundan da mahrum...

Böylece münzevi olan ruhunda ikinci bir inziva da açılmıştır. Arkadaşsızlık acısı, sefalet, onu çok bedbin, umutsuz ve mahzun ediyor. Artık küçük bahçesindeki armut ağacının altında yatıp kalkmakta, geceleri ağaçların ta tepelerine çıkarak içindeki derdini göklere ve karanlıklara bırakmaktadır.”

O günlerini Aşık Veysel şöyle anlatır Enver Gökçe’ye;

“Eve girerim, yüzüm asık: anam babam halimi bilmez. Ben onlara derdimi, dokunmasın diye, açamam. Onlar benim kafa tuttuğumu zannederler, bense derdimi dökmekten çekinirim, öyle ki, sazdan bile farır gibi oldum.”

Bunda biraz Anadolu’da “erkek oğlan” olgusunun etkisi varsa, daha çok Veysel’in vatanseverliğinin, vatana olan borcunu ödeme duygusunun ağırlığı vardır. Sonradan şöyle dizeleştirir bunu:

“Ne yazık ki bana olmadı kısmet
Düşmanı denize dökerken millet
Felek kırdı kolumu, vermedi nöbet
Kılıç vurmak için düşman başına.

Bugünler müyesser olsaydı bana
Minnet etmez idim bir kaşık kana
Mukadder harici gelmez meydana
Neler geldi bu Veysel’in başına.”

Veysel’in annesi ve babası seferberlik sonlarına doğru “belki biz ölürüz ve kardeşi Veysel’e bakamaz” düşüncesiyle Veysel’i Esma adında, akrabalarından bir kızla evlendiriyorlar. Esma’dan bir kız, bir oğlu oluyor Veysel’in. Oğlan çocuğu daha on günlükken annesinin memesi ağzında kalarak ölüyor... Veysel’in acıları bununla da bitmiyor; aksilikler, talihsizlikler üst üste gelmeye başlıyor.1921’in 24 Şubat’ında annesi, onsekiz ay sonra da babası ölüyor. Bu arada bağ, bostan işleriyle uğraşıyor. Köye de bir çok âşık gelip gitmekte, Karacaoğlan’dan, Emrah’tan, Âşık Sıtkı, Âşık Veli gibi saz şairlerinden çalıp söylemektedirler. Köy odalarındaki bu âşık fasıllarından Veysel'de geri kalmamaktadır.

Ağabeyi Ali’nin bir kız çocuğu daha olunca çocuklara ve işlere bakması için bir azap (hizmetkar) tutuyorlar. Bu hizmetkar ileride Veysel’in bağrında açılacak başka yaranın sebebi olacaktır. Bir gün Veysel hasta yatarken, kardeşi Ali'de keven toplamakta iken, Veysel’in ilk eşi olan Esma’yı kandırarak kaçırıyor bu yanaşma. Veysel’in acılı yaşamına bir acı daha ekleniyor böylece.

Karısı bir başına bırakıp gittiğinde Veysel’in kucağında henüz altı aylık kızı varmış. İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel onu, ne çare o da yaşamamış.

Bir şiirinde dile getirdiği gibi:

“Talih çile kadar sözü bir etmiş,
Her nereye gitsem gezer peşimde.”

Bin katmerli acılar silsilesi kısacası.

“O artık alemden, bu diyardan uzaklaşmak, göçmek isteyen bir ruh haleti içindedir.1928’de en iyi arkadaşı olan İbrahim ile Adana’ya gitmeye karar veriyorlar. Fakat Sivas’ın Karaçayır köyünde Deli Süleyman isminde birisi âşığı bu ilk seyahatinden vazgeçiriyor. Veysel’i dinleyelim:

“Bu adam, saz çalarım dinler, söze başlarım keser. Gideyim derim, ‘ah kivra, çoluk çocuk ağlaşıyor, gel gitme’ diye elime ayağıma düşer. Nihayet dayanamadım, gitmiyorum vesselam diye bu seyahatten vazgeçtim.”

Veysel’in köyünden ilk ayrılışı şöyledir: Zara’nın Barzan Baleni köyünden Kasım adında birisi Veysel’i köyüne götürerek iki üç ay beraber yaşıyorlar. Kendisini Adana’ya göndermeyen Deli Süleyman, Sivas’lı Kalaycı Hüseyin, Veysel’e yol arkadaşlığı ediyorlar. Dönüşte Veysel, Hafik’in Yalıncak köyüne ve Zara’nın Girit köyüne uğrayarak 9 liraya güzel bir saz alıyor; Sivas’tan Sivrialan’a dönerlerken arkadaşları bir “üç kağıtçı” grubuna yakalanarak bütün paralarını kaybediyorlar. Arkadaşları Veysel’in 9 lirasını da alarak kumara veriyorlar. Veysel bu hadiseden bir müddet sonra Hafik’in Karayaprak köyünden Gülizar adlı bir kadınla evleniyor.”

1931 yılında Sivas Lisesi edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları “Halk Şairlerini Koruma Derneği”ni kuruyorlar. Ve 5 Aralık 1931 tarihinde de üç gün süren Halk Şairleri Bayramı’nı düzenliyorlar. Böylece Veysel’in yaşamında önemli bir dönüm noktası işlemeye başlıyor. Denebilir ki, Veysel için A.Kutsi Tecer’le tanışması hayatında yeni bir başlangıcı işaretliyor.

1933’e kadar usta ozanlarından şiirlerinden çalıp söylüyor. Cumhuriyet’in onuncu yıldönümünde A. Kutsi Tecer’in direktifleriyle bütün halk ozanları cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal üzerine şiirler düzmüşler. Bunlar arasında Veysel de var. Veysel’in günışığına çıkan ilk şiiri böylece “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası”... dizesiyle başlayan şiir oluyor. Bu şiirin gün yüzüne çıkışı, Veysel’in de köyünden dışarıya çıkması oluyor.

O zaman Sivrialan’ın bağlı olduğu Ağacakışla nahiyesi müdürü Ali Rıza Bey, Veysel’in bu destanını çok beğeniyor, “Ankara’ya gönderelim” diye istiyor. Veysel de “Ata’ya ben giderim” diye vefalı arkadaşı İbrahim ile yayan yola düşüyor. Karakışta yalınayak, başı kabak yola çıkan bu iki arı gönül, bu iki insan örneği, üç ay yol çiğneyerek Ankara’ya geliyorlar. Veysel Ankara’da konuksever tanıdıkların evlerinde kırkbeş gün misafir kalıyor. Destanı Atatürk’e getirmek hevesiyle geldiğini söylüyorsa da destanı Atatürk’e okumak kısmet olmuyor. Eşi Gülizar Ana: “Ata’ya gidemediğine bir, askere gidemediğine iki; yanardı ki o kadar olur...” diyor. Ancak, Hakimiyet-i Milliye (Ulus) basımevinde destanı gazeteye veriliyor. Destan gazetede üç gün boyunca yayınlanıyor. Bundan sonra da bütün yurdu dolaşmaya, dolaştığı yerlerde çalıp-söylemeye başlıyor, seviliyor, saygı görüyor.

O günleri şöyle anlatıyor: “Köyden çıktık. Yaya olarak Yozgat köylerinden Çorum-Çankırı köylerinden geçip üç ayda Ankara’ya gelebildik. Otele gitsek para yok. ‘Nere gidek? Nasıl Edek? ” diye düşünüyoruz. Dediler ki: “Burada Erzurumlu bir Paşa Dayı var. O adam misafirperverdir.” O zamanlar Dağardı diyorlardı, (şimdiki Atıf Bey Mahallesi) orada ev yaptırmış Paşa Dayı. Gittik oraya. Adamcağız hakikaten misafir etti. Birkaç gün kaldık o zaman, Ankara’da, şimdiki gibi kamyon filan yok. Bütün işler at arabalarıyla görülüyor. At arabaları olan, Hasan Efendi adında bir adamla tanıştık. O, bizi evine götürdü. Kırkbeş gün Hasan Efendi’nin evinde kaldık. Gideriz, gezeriz, geliriz; adam yemeğimizi, yatağımızı, herşeyimizi sağlar. Dedim ki: -‘Hasan Efendi biz buraya gezmek için gelmedik! Bizim bir destanımız var. Bunu, Gazi Mustafa Kemal’e duyurmak istiyoruz! Nasıl ederiz? Ne yaparız? ’

Dedi ki: -‘Vallahi ben böyle işlerle ilgili değilim. Burada bir milletvekili var. Adı Mustafa Bey, soyadını unuttum. Bu işi ona anlatmak gerek. Belki size o yardımcı olabilir.’

Gittik Mustafa Bey’e derdimizi anlattık. Öyle böyle bir destanımız var. Gazi Mustafa Kemal’e duyurmak istiyoruz. ‘Bize yardım et! ’ dedik.

Dedi ki: -‘Amaan! Şimdi şaire falan önem veren yok. Kıyıda köşede çalın çağırın. Geçin gidin! ’

-‘Yok öyle değil dedik. Biz destanımızı okuyacağız, Mustafa Kemal’e! ’

Milletvekili Mustafa Bey, ‘okuyun da bir dinleyeyim bakayım’ dedi. Okuduk dinledi. O zamanlar Ankara’da çıkan Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’yle konuşacağını söyledi. ‘Yarın bana gelin! ’ dedi. Gittik. ‘Ben karışmam’ dedi. Sonunda kesti attı. Biz ordan döndük geldik. ‘Ne yapsak? ’ diye düşünüyoruz. Sonunda, ‘Matbaaya biz gidelim’ dedik. Saza, tel alıp takmak eski telleri yenilemek de gerekti. Ulus Meydanı’ndaki çarşıya, o zamanlar Karaoğlan Çarşısı diyorlardı. Saz teli almak için Karaoğlan Çarşısı’na yürüdük.

Ayağımızda çarık. Bacağımızda şal-şalvar, şal-ceket, belimizde kocaman bir kuşak.! Efendim polis geldi: -‘Girmeyin’ dedi. ‘Çarşıya girmek yasak! ’ Bizi tel alacağımız çarşıya sokmadı.

Polis: -‘Yasak diyoruz. Siz yasaktan anlamaz mısınız? Orası kalabalık. Kalabalığa girmeyin! ’ diye diretti.

-‘Peki girmeyelim’ dedik. Polisi güya salmış gibi yürümeye devam ettik. Adam geldi, arkadaşım İbrahim’e çıkıştı. –‘Kafadan gayri müsellah mısın? Girmeyin diyorum. Beynini patlatırım senin! ’ diye çıkıştı.

-‘Beyefendi biz dinlemiyoruz! Biz çarşıdan saz teli alacağız! ’ dedik. O zaman polis, İbrahim’e: -‘Tel alacaksan bu adamı bir yere oturt. Git telini al! ’ Neyse gitti İbrahim teli aldı geldi. Tel taktık. Ama sabahleyin çarşıdan da geçemiyoruz. Sonunda matbaayı bulduk.

-‘Ne istiyorsunuz? ’ dedi müdür.

-‘Bir destanımız var. Gazeteye vereceğiz! ’ dedik.

-‘Çalın bakayım; bir dinleyeyim! ’ dedi. Çaldık dinledi!

- ‘Ooo! Çok iyi’ dedi. ‘Çok güzel.’

Yazdılar. ‘Yarın gazetede çıkar’ dediler. ‘Gelin de gazete alın! ’ Orada bize telif hakkı olarak biraz da para verdiler. Sabahleyin gidip 5-6 gazete aldık. Çarşıya çıktık. Polisler:

- ‘Oooo! Âşık Veysel siz misiniz? Rahat edin efendim! Kahvelere girin! Oturun! ’ dediler. Bir iltifat başladı ki sormayın! Çarşıda bir zaman gezdik. Fakat yine Mustafa Kemal’den ses yok. Dedik: ‘Bu iş olmayacak.’ Amma Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde destanımı üç gün birbiri üstüne yayınladılar. Mustafa Kemal’den yine ses çıkmadı. Köye dönmeye karar verdik. Fakat cebimizde yol paramız da yok. Ankara’da bir avukatla tanışmıştık.

Avukat: - ‘Ben belediye başkanına bir mektup yazayım. Belediye sizi köyünüze parasız gönderir! ...’ dedi. Elimize bir mektup verdi. Belediyeye gittik. Orada bize dediler ki: - ‘Siz sanatkâr adamsınız. Nasıl geldinizse öyle gidersiniz! ’

Döndük avukata geldik. ‘Ne yaptınız? ’dedi. Anlattık. ‘Durun bir de valiye yazalım! ’ dedi. Valiye de dilekçe yazdı. Valiye dilekçemizi imzalayıp yine Belediyeye buyurdu. Belediyeye ilettik. Belediye bize: -‘Yok! ’ dedi. ‘Paramız yok! Sizi gönderemeyiz! ’ dedi.

Avukat içerledi ve kahretti: - ‘Gidin! İşinize gidin! ’ dedi. ‘Ankara Belediyesi’nin sizin için parası yokmuş; tükenmiş! ’ dedi. Acıdım avukata.

‘Nasıl edelim? Ne edelim? ’ derken bir de ‘Halkevi’ne uğrayalım bakalım. Belki oradan bir şey çıkar’ diye düşündük. Mustafa Kemal’e gidemiyok. Halkevine gidek. Bu defa, Halkevine, bizi kapıcılar bırakmıyor ki girelim. Orada dinelip duruyorduk.

İçeriden bir adam çıktı: -‘Ne geziyorsunuz burada? Ne yapıyorsunuz? ’ diye sordu.

-‘Halkevine gireceğiz ama bırakmıyorlar! ’ diye cevap verdik.

-‘Bırakın! bu adamlar, tanınmış adamlar! Âşık Veysel bu! ’ dedi.

O içeriden çıkan adam, bizi edebiyat şubesi müdürüne gönderdi. Orada: -‘Ooo! Buyurun! Buyurun! dediler. Halkevinde bazı milletvekilleri varmış. Şube müdürü onları çağırdı: -‘Gelin halk şairleri var, dinleyin.’ dedi.

Eski milletvekillerinden Necib Ali Bey: -‘Yahu dedi bunlar fakir adamlar. Bunlara bakalım. Bunlara birer kat elbise de yaptırmalı. Pazar günü de Halkevinde bir konser versinler! ’

Hakikaten bize, birer takım elbise aldılar. Biz de o Pazar günü Ankara Halkevi’nde bir konser verdik. Konserden sonra cebimize para da koydular. Ankara’dan köyümüze işte o parayla döndük.

Plağa okuduğu ilk türkü ise, Emlek yöresinin ünlü ozanlarından Âşık İzzeti’nin:

“Mecnunum, Leyla’mı gördüm
Bir kerrece baktı geçti.
Ne söyledi ne de sordum
Kaşlarını yıktı geçti

Soramadım bir çift sözü
Ay mıydı gün müydü, yüzü
Sandım ki zühre yıldızı
Şavkı beni yaktı geçti.

Ateşinden duramadım
Ben bu sırra eremedim
Seher vakti göremedim
Yıldız gibi aktı geçti.

Bilmem hangi burç yıldızı
Bu dertler yareler bizi
Gamzen oku bazı bazı
Yar sineme çaktı geçti..

İzzetî, bu ne hikmet iş
Uyur iken gördüm bir düş
Zülüflerin kement etmiş,
Yar bonuma taktı geçti.” şiiridir.

Köy Enstitüleri’nin kurulmasıyla birlikte, yine Ahmet Kutsi Tecer’in katkılarıyla, sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli ve Akpınar Köy Enstitüleri’nde saz öğretmenliği yapıyor. Bu okullarda Türkiye’nin kültür yaşamına damgasını vurmuş birçok aydın sanatçıyla tanışma olanağı buluyor, şiirini iyiden iyiye geliştiriyor.

1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, özel bir kanunla Âşık Veysel’e, “Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü” 500 lira aylık bağlanmıştır.

21 Mart 1973 günü, sabaha karşı saat 3.30’da doğduğu köy olan Sivrialan’da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde yaşama gözlerini yumdu.

Âşık Veysel’in yaşamını özetlemek gerekirse, Erdoğan Alkan’ın şu betimlemesi en güzel cümleleri oluşturur: “Kızılırmak soru işaretine benzer, Zara’dan doğar, Hafik ve Şarkışla’dan sonra Sivas topraklarını terkeder. Bir yay çizip Kayseri’yi, Nevşehir’i, Kırşehir’i, Ankara’yı ve Çorum’u sular, Samsun’un Bafra ilçesinde denize dökülür, Âşık Veysel’in yaşam öyküsü Kızılırmak gibidir. Bir ucu Bafra’dadır, bir ucu da Zara’da. Bafra’ya dek uzanan acılı bir yaşam Zara’nın doğusundaki Kızıldağ’ın gür sularıyla beslenip sona erer.”

En güzel şiirlerinden bazılarını ölümünden hemen önce yazdı. Şimdi Şarkışla’da her yıl adına bir şenlik yapılır. Türkçesi yalındır. Dili ustalıkla kullanır. Tekniği gösterişsiz ve nerdeyse kusursuzdur. Yaşama sevinciyle hüzün, iyimserlikle umutsuzluk şiirlerinde iç içedir. Doğa, toplumsal olaylar, din ve siyasete ince eleştiriler yönelttiği şiirleri de var.

Eserleri

Deyişler (1944)
Sazımdan Sesler (1950)
Dostlar Beni Hatırlasın (1970)
Ölümünden sonra Bütün Şiirleri (1984)

AŞIK VEYSEL'İN SÖZLERİ!

"Dostlar Beni Hatırlasın" demişti. Bize de halk ozanı olan üstadımızı anmak düşüyor. Aşık Veysel'e dair merak ettikleriniz, ona ait en güzel sözleri ve şiirleri sizler için derledik. İşte en güzel Aşık Veysel türküleri, sözleri...

- Taş olsam yandım idi. Toprak oldum da dayandım.

- Şu geniş dünyaya sığmayan gönül, şimdi bir odaya kapandı kaldı.

- Cahil insan gül ise de koklama.

- Dünyaya gelmemde maksat ne idi: Bir sadık dost.

- Ne varise sende bende Aynı varlık her bedende Yarın mezara girende Sen toksun da ben açmıyım.

- Güzelliğin ön para etmez bu bendeki aşk olmasa.

- Bir yar için diyar diyar dolandım. Yoruldum da Çamlıbel’e yaslandım. Irmak oldum çalkalandım bulandım. Duruldum da Çamlıbel’e yaslandım. Gahi gönül oldum yüksekten uçtum. Ferhat oldum aşk uğrunda çalıştım. İrenk irenk çiçeklere karıştım. Dirildim de Çamlıbel’e yaslandım.

- Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı. Ben babamı sen ustanı unutma

- Seversin, alırsın, karın olur / Seversin, alamazsın, karasevdalın olur.

- Benim sana verebileceğim çok bir şey yok aslında. Çay var içersen, Ben var seversen, Yol var gidersen.

- Allah birdir Peygamber Hak. Rabbül alemindir mutlak. Senlik benlik nedir bırak. Söyleyim geldi sırası. Kürt’ü Türk’ü ve Çerkes’i. Hep Adem’in oğlu kızı. Beraberce şehit gazi. Yanlış var mı ve neresi?

- Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı. Ben babamı sen ustanı unutma.

- Sen bilmezsin.. O bilmez.. Hiç kimse bilmez, bilemez.. Hatta Ben bile. Bir tek paşa gönlüm bilir.

- Veysel gönülden ayrılmaz. Kahi bilir kahi bilmez. Yalan dünya yarsız olmaz. İster saçı sırma gönül.

- Mecnun gibi dolanıyorum çöllerde. Hayal beni yeldiriyor yel gibi. Ah çeker ağlarım gurbet ellerde. Durmaz akar gözüm yaşı sel gibi.

- Bu alemi gören sensin. Yok gözünde perde senin. Haksıza yol veren sensin. Yok mu suçun burada senin?

- Aşkın beni elden ele gezdirdi. Çok dolandım bulamadım eşini. Beni candan usandırdı bezdirdi. Tuzlu imiş yiyemedim aşını. Benim ile gezdin beni arattın. Beraber oturup beraber yattın. Türlü türlü güllerinden koklattın. Aşık ettin güle bülbül kuşunu.

- Bir güzelin mecnunuyum ezelden. Veremem telkini gelmiyor elden. Yandım ateşine can u gönülden. Görmesem günlerim uzar yıl gibi.

- Ademi sürdün bakmadın. Cennette de bırakmadın. Şeytanı niçin yakmadın? Cehennemin var da senin.

- Dokuz ay koynunda gezdirdi beni. Ne cefalar çekti ne etti Anam. Acı tatlı zahmetime katlandı. Uçurdu yuvadan yürüttü Anam. Anaların hakkı kolay ödenmez. Analara ne yakışmaz ne denmez. Kan uykudan gece kalkar gücenmez. Emzirdi salladı uyuttu Anam.

- Ben giderim sazım sen kal dünyada. Gizli sırlarımı aşikar etme. Lal olsun dillerin söyleme yada. Garip bülbül gibi ah u zar etme.

- Aslıma karışıp toprak olunca. Çiçek olur mezarımı süslerim. Dağlar yeşil giyer bulutlar ağlar. Gök yüzünde dalgalanır seslerim. Ne zaman toprakla birleşir cismim. Cümle mahluk ile bir olur ismim. Ne hasudum kalır ne de bir hasmım. Eski düşmanlarım olur dostlarım.

- Bu dünyanın meyvesini. Yesem amma yesem amma. Arasam bulsam hasını. Yesem amma yesem amma.

- Dünyaya gelmemde maksat ne idi: bir sadık dost.

AŞIK VEYSEL'İN TÜRKÜLERİ!

Uzun İnce Bir Yoldayım

Kara Toprak

Güzelliğin On Par'etmez

Beni Hor Görme

Dostlar Beni Hatırlasın

Çiğdem Der ki

Güzelliğin

Beni Hor Görme Kardeşim

Anlatmam Derdimi Dertsiz İnsana

Sen Bir Ceylan Olsan

Gönül Sana Nasihatım

Derdimi Dökersem Derin Dereye

Bir Seher Vaktinde

Atatürk'e Ağıt

Seherde Ağlayan Bülbül

Ben Gidersem Sazım Sen Kal

Anlatmam Derdimi

Ağgül Seni Camekanda Görmüşler

Mecnunum Leylamı Gördüm

Ben Giderim Adım Kalır

Ne Ötersin Dertli Dertli

Bulamadım

Esti Bahar Yeli

Küçük Dünyam

Dost çevirmiş yüzünü benden

Kızılırmak Seni Seni

Kerbelâ Mersiyesi

Sazım

Yiğitler Silkinip

Derdimi Dökersem

Havalanma Telli Turnam

Seher Vakti

Bayern Münih Barcelona canlı izle Euroleague S Sport Plus şifresiz Bayern Münih Augsburg canlı izle beIN Sports 3 şifresiz canlı izle Putin'den tehdit: Yeni silah sistemleri Avrupa'yı vurabilir!
Sonraki Haber