Atatürk’ün halefi olma yarışında üç isim: Çakmak, İnönü ve Özalp

Atatürk’ün hasta olduğu süreçte ABD belgelerinde özellikle ve hatta büyük bir merakla üzerinde durulan, bilgi edinilmeye çalışılan ve edinilen bilgilerin ABD hariciyesi ile anında paylaşıldığı konulardan birisi vefatı halinde halefinin kim olacağı, nasıl bir siyaset izleyeceği ve rejimin akıbetinin ne olabileceği olmuştur.

Esasen bu konu sadece ABD hariciyesini ilgilendirmemiş, sair Avrupa devletleri diplomatları da konu ile yakından ilgilenmişlerdir. Paris ve Avrupa’nın diğer başkentlerinde ve daha ziyade dostane sohbetlerde Cumhuriyet’in kurucusunun vefatı halinde Türkiye Cumhuriyeti’ni hangi akıbetlerin beklediği sorgulanır olmuştur. Mussolini bile samimi dostları ile yaptığı kişisel sohbetlerinde Faşizmin İtalya'da kalıcı hale geldiği düşüncesini ifade etmişse de kendisinin vefatı sonrası, aradan geçen onca zamana rağmen, İtalyan rejiminin istikbali açısından endişeleri bulunduğunu ve nasıl işleyeceğinden emin olamadığını belirtmiştir. 

Atatürk’ün vefatı öncesi ve sırasında Başbakanlık görevini Celal Bayar yürütmekteydi. Celal Bayar Atatürk’ün hasta olduğu tarihlerde başbakanlık koltuğunda bulunmuş olsa da Atatürk’ün halefi olarak değerlendirilebilecek bir konumda olmamıştı. Atatürk’ün sağlık durumunu yakından takip etmiş, şifreli telgrafla gelişmelere dair sürekli bilgi edinmiş ve halihazırda Başbakanlık koltuğunda bulunmasına rağmen, hastalığı nedeni ile istirahate çekildiği günlerde Atatürk tarafından huzura çok az defa kabul edilmişti. Bütün bu durumlar dikkate alınarak vefatı sonrasında Atatürk’e kimin halef olacağı konusundaki değerlendirmelerde Celal Bayar’a fazla bir şans verilmemişti.

Halefi olması ihtimali bakımından Atatürk’ün yakın çevresi içerisinde en şanslı ismin İsmet İnönü olduğunun düşünülmesi oldukça tabii bir hal olsa da yakın zamanlardaki İnönü-Atatürk ilişkisindeki pürüzler söz konusu hali şüpheli kılmaktaydı. Atatürk, bu sadık arkadaşının sık sık ve genellikle hep aynı tarzdaki önerilerine sinirlenmiş ve kendisini Başbakanlık görevinden alarak yanından uzaklaştırmış, başbakanlık görevini de Celal Bayar’a vermişti.

Böyle bir gelişme öncesine kadar Atatürk'ün mantıksal halefi olarak görülen İsmet İnönü kamu hayatından çekilmek zorunda kalmıştı. Dolayısıyla da Atatürk’ün güvenini yeniden kazanıncaya, en azından öyle görünen bir durumu söz konusu oluncaya değin İnönü’nün haleflik şansının bulunmadığına kani olunmuştu.

Ancak Atatürk’ün vefatı öncesinde istirahate çekildiği günlerde yanında daimî surette İsmet İnönü’nün bulunmasını istemiş olması siyasi ve diplomatik çevrelerin gözünde İsmet Paşanın haleflik şansını yeniden geçerli hale gelmesini sağlamıştı.

Geçen süre içerisinde ve Atatürk’ün ölümcül hastalığının seyrine paralel bir şekilde haleflik konusunda da bir belirginleşme söz konusu olmuş ve nihayeti itibarıyla üç isim öne çıkmıştı:

  • Genelkurmay Eski Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak,

  • Meclis önceki başbakanı Kazım Özalp,

  • Atatürk’ün yakın dostu sabık Başbakan İsmet İnönü.

Ancak hemen belirtmek gerekir ki ABD belgelerindeki değerlendirmeye göre Atatürk’ün halefi her kim olursa olsun, kalibre ve prestiji itibarıyla Atatürk’e hiçbir şekilde muadil olamayacaktı.

Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü’nün haleflik konusunda adı öne çıkmakla beraber bu iki isimden hangisinin daha fazla şansa sahip bulunduğu konusunda da bir hayli farklı değerlendirme söz konusuydu.

Fevzi Çakmak; ABD belgelerinde verilen bilgilere göre siyasi kulvarlarda genel olarak Cumhurbaşkanlığı'nın yükünü üstlenemeyecek kadar yaşlı olarak değerlendirilmekteydi. Yine belgelerde ifade edildiğine göre Fevzi Çakmak’ın diplomatik gruplarla görüşmesine de zaten izin verilmemekteydi. Esasen onun da siyasetle çok az ilgilendiği ve hatta ilgilenmediği söylenebilirdi. Komuta eden bir kişiliğe ve insana nüfuz eden gözlere sahip bulunan Fevzi Çakmak kendisini münhasıran Türk ordusunun gelişimine adamış, raporları doğrulamak, birlikleri teftiş etmek ve ülkedeki gelişmeleri denetlemek için sık sık ülke çapında çeşitli askeri bölgelere seyahat etmekteydi. Dolayısıyla da ABD hariciyesine gönderilmiş olan bir belgede, Mustafa Kemal’in vefatı halinde Fevzi Çakmak’ın Cumhurbaşkanlığı görevine kalıcı veya geçici bir surette ya da bu makama uygun birinin seçilmesine kadar devam ettirmek üzere getirilebileceği ifade edilmişti.

İsmet İnönü ise sabık bir başbakan olarak ABD hariciyesinden bazı isimlerce gayet iyi surette tanınan biriydi.

Wallace Murray, örneğin, İsmet Paşadan:

Mükemmel bir yönetici ve yönetici yardımcısı olan ve Türkiye'deki temsilcilerimiz tarafından büyük saygı duyulan İsmet, bir diktatör için gerekli olan kişisel liderlik ve çekicilik özelliklerini gösterememiştir

şeklinde söz etmişti.

ABD diplomatlarından Charles S. Berrill’in beyanına göre ise İsmet İnönü, yazılan raporlar dolayısıyla, ABD Hariciyesince fazlası ile tanınmaktaydı. Hatta İsmet Paşaya Charles S. Berrill kişisel muhabbet beslenmekte, saygı duymakta ve sahip olduğu birçok erdeme imrenmekteydi. Fakat bu gerçeklere rağmen Berrill, birçok diplomatın yaptığı gibi Paşa’ya yüksek mertebeler takdir etmemekteydi. Yine Charles S. Berrill, birçok yabancının diplomatın inancı hilafına, Atatürk’ün ölmesi halinde, İsmet Paşanın Cumhurbaşkanlığı makamına geçebileceğini düşünmediğini de ifade etmişti.

Charles H. Berrill yukarıdaki yaklaşımlarında pek de haksız sayılmazdı. 1920'den 1937'ye kadar Atatürk'ün yardımcısı durumunda olan ve 1924'ten 1937'ye kadar da Türkiye Başbakanı olarak görev yapmış bulunan İsmet İnönü'nün Atatürk’ün halefi olarak seçilme ihtimali Mareşal Fevzi Çakmak'a nispetle azdı.

Hastalığı öncesinde genellikle hep aynı tarzdaki önerilerine sinirlenmiş ve kendisini görevden alarak yanından uzaklaştırmış olması dolayısıyla Atatürk ile İnönü ilişkisi arızaya uğramıştı. O ana kadar Atatürk'ün mantıksal halefi olarak görülen İsmet İnönü görevden alınması üzerine ciddi bir itibar kaybına uğramış ve kamu hayatından çekilmek zorunda kalmıştı. Gözden düşmüş birinin halef tayin edilmesinin imkânı yoktu. Üstelik o tarihlerde İnönü hastaydı ve herhangi bir muhalefetin olması halinde iktidara geçememe riski de söz konusuydu.

Siyasi kulvarlarda konuşulanlara ve güvenilir kaynaklardan edinilen bilgilere inanılacak olursa İsmet İnönü haleflikten ziyade Halk Fırkası adayı olma düşüncesi içerisindeydi. Fakat bütün bu olumsuzluklara rağmen İsmet Paşanın haleflik şansı noktasında göz ardı edilmemesi gereken önemli husus ise istirahate çekildiği günlerde Atatürk’ün onun daimî surette yanında bulunmasını ısrarla istemiş olmasıydı. Dolayısıyla da İnönü, Atatürk’ün güvenini yeniden kazanmış olmalıydı ya da en azından öyle gözükmekteydi.

Sahnenin görünür kısmında bütün bunlar konuşulup değerlendirilirken izlenip muttali olunamayan muhakkak suretteki gelişme ise yeni dönemin potansiyel liderinin kim olacağı konusunda uzlaşmaya arayışlarının varlığıydı. Genel olarak hissedilmese de İsmet İnönü ve Mareşal Çakmak ismi halef adayı olarak somutlaşmıştı.

O tarihlerde siyasi kulvarlarda kulaktan kulağa ulaşan bilgilere göre Fevzi Çakmak Cumhurbaşkanı olacak, İsmet İnönü de Başbakanlık görevini yürütecekti.

ABD’li siyasilerin değerlendirmesine göre böyle bir kombinasyon, kuşkusuz Atatürk'ün yerini doldurmanın çok gerisinde kalacak ve her halükârda çok daha az aktif ve ilerici bir liderlik sağlayacaktı. Fakat böyle olsa da askeri çevrelerde popüler olmak ve istikrarının sınanabileceği bir dönemde hükümete bir güç unsuru sağlamak gibi diğer olası çözümlere göre belirli avantajlara sahip bulunacaktı.

Siyasi kulislerde dillendirilen bir başka bilgi ise mevcut işaretlerin parti liderlerinin Cumhurbaşkanlığına İsmet İnönü’yü seçmeyi düşündükleri şeklindeydi. Hatta bu noktada hükümetin güçlü unsurları arasında muayyen bir ölçüde anlaşma dahi sağlanmıştı.

Güvenilir bir kaynaktan edinilen bilgiye göre tüm ilgili taraflarca İnönü Atatürk’ün unvanlı halefi olarak kabul edilmiş olup mutabık kalınan plan doğal olarak büyük bir gizlilikle saklanmaktaydı. Ancak mutlak olan bir şey varsa o da İnönü'nün hükümette baskın nüfuz sahibi olması muhtemel bulunsa da Cumhurbaşkanı olarak seçilmesi henüz katiyet arz etmemekteydi.

Mustafa Kemal toplamda üç isme güven duymuş olsa da haleflik noktasında Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü’nün adlarının öne çıkmasının kendine özgü nedenleri vardı.

Kazım Özalp İngiliz istihbaratının edindiği bilgilere göre 1884’de Köprülü’de doğdu. Önceleri sadık bir İttihat ve Terakki Komitesi üyesi idi. 1919’da Bandırma-Balıkesir yöresindeki kuvvetlerle Mustafa Kemal’e destek verdi. İyi bir eğitim görmüş olan Özalp, biraz Fransızca bilmekteydi. Makul olmakla birlikte inatçı ve sağlam karakterli biriydi. Alman muhalifi olması muhtemel olan Paşa’nın Bolşevik aleyhtarlığı kesindi. Tesirli biri olsa da cazibesi yoktu. Paşa, iyi bir poker oyuncusuydu.

Yine İngiliz istihbaratının tespitlerine göre 1874 yılında İstanbul’da doğan Fevzi Çakmak Paşa Mustafa Kemal ile yakın ilişki içerisinde olan biriydi. Millî Savunma Bakanlığı görevinde bulunmuş, Kemalist ordunun vücuda gelmesinde ve cephane imal ve sevkiyatının tertiplenmesinde büyük payı vardı.

Fevzi Paşa Birinci Dünya Savaşı sırasında Enver Paşa’nın ve bilahare Mustafa Kemal’in itimadını kazanmıştı. Özellikle idari işlerde şöhrete ulaşmış biriydi. Halide Edip tarafından sadece iyi bir asker olarak nitelendirilmiş olan Paşa’nın ordu üzerinde büyük bir nüfuzu mevcuttu. Önceleri Turancı ve İslamcı bir fikre sahip olmuştu. Hilafetin kaldırılmasından sonra ise hayat tarzını kesinlikle reddettiği Mustafa Kemal’in rakibi olarak görülmüştü. Musul meselesi sırasındaki savaş taraftarlarının lideri olarak tanınan Paşa, biraz gelenekçi ve münzevi biriydi. Bir parça Fransızca bilmekte olup hoş sohbet biriydi. (1)

İngiliz belgelerinde Fevzi Paşa’nın biraz gelenekçi biri olduğu ifade edilmişken ABD diplomatlarından Wallace Murray’ın değerlendirmesine göre ise hem Mareşal Fevzi Çakmak hem de İsmet İnönü dindar Müslüman olarak bilinmekteydi. Bu isimlerden birisinin Atatürk’ün halefi seçilmesi halinde Atatürk’ün militan laikliğinden rahatsızlık duyan ve dolayısıyla kendisine olan tutkusu en azından bir kırgınlık duygusuyla bütünleşmiş bulunan kitlenin çeşitli muhafazakâr unsurlarının yeni kurulacak hükümete destek vermesi mümkün hale gelebilecekti.

Yine ABD belgelerindeki yaklaşıma göre Genelkurmay Başkanlığında bulunmuş olan Mareşal Fevzi Çakmak Türkiye'de olağanüstü ulusal itibara sahip sayılı kişilerden biriydi.

ABD hariciyesinden Charles S. Berrill’in ifadelerine bakılacak olursa gerek İsmet gerekse Fevzi Paşanın Atatürk’e halef gösterilmelerinin sırrı daha enteresandı.

Charles S. Berrill’e göre her şeyden önce İsmet Paşanın mevcut siyasi görevini elde etmiş olması, tıpkı Kazım Özalp Paşanın Meclis Başkanlığını elde etmesi gibi, Millî Mücadele’deki başarısı dolayısıylaydı.

Gerek İsmet Paşanın gerekse Kazım Paşa'nın Türk bağımsızlık mücadelesi sırasında ün kazanmış birer general olduklarını unutmamak lazımdı. Dolayısıyla da Berrill’e göre bu durum İsmet Paşanın mevcut görevine neden seçildiğini açıklar bir haldi. Ancak pek çok insanın anlayamadığı şey ise çok kötü bir parlamenter olmasına rağmen İsmet Paşanın başarılı olarak değerlendirilmesiydi. Oysaki Fevzi Çakmak, Charles S. Berrill’e göre, Mareşal Paul von Hindenburg ve Fransız ordusunun başkomutanı General Maxime Weygand ile aynı vasıflara sahip bulunmaktaydı. Yine Berrill’e göre, hal böyle olsa da, Mustafa Kemal, Mareşal Fevzi ve İsmet Paşa'nın şahsiyetlerinde toplanıp bütünleşmiş olan askeri güç, Türkiye'deki kadar alaylı bir parlamentonun bile her zaman için kendi kastlarının kontrolü altında olacağından daimi surette emin olmayı gerekli kılmaktaydı.

Charles S. Berrill’e göre Mustafa Kemal, ülkedeki mevcudiyetleri hep birlikte dikkate alındığında, kendisi ölse bile, kendisinden sonra istikrarı garanti edecek üç isme Genelkurmay Başkanlığı yapmış olan Mareşal Fevzi Çakmak, Büyük Millet Meclisi Başkanlığında bulunmuş olan Kâzım Özalp ve Başbakanlık görevinde bulunmuş olan İsmet Paşaya tam bir güven duymaktaydı.

Wallace Murray gibi Charles S. Berrill’in değerlendirmesine göre de hem Mareşal Fevzi Çakmak hem de İsmet İnönü çok dindar Müslümanlardı ve her ikisi de İslam’ın tüm detaylarına titizlikle riayet eden isimlerdi.

Charles S. Berrill’e göre yukarıda ifade edilenlerin tümü dikkate alındığında, Atatürk'ün ölümü halinde, idaresinde yetenekli bir halefler grubunun elinde bulunan ve sürekli gelişen organizasyon ve modern teçhizatı ile güç kazanan ordunun Türkiye'deki mevcut rejimin istikrarını sağlayacağı muhakkaktı.

Dolayısıyladır ki ABD diplomatlarının değerlendirmesine göre Atatürk sonrası idareye geçiş, kamu güvenliği ve mevcut politikanın idame ettirilmesi halinde ciddi olumsuz sonuçlar olmaksızın mümkün olabilecekti. Kaleme alınan elçilik raporlarında bu husus:

Yeni rejimin potansiyel liderlerinin kendi aralarında neredeyse kesin olarak bir anlaşmaya vardığı ve geçişin kamu güvenliği açısından ciddi sonuçlar doğurmadan gerçekleştirileceği genel olarak hissedilmektedir

şekilde ifade edilmiş ve ayrıca:

Ancak bir sonraki Hükümetin, Türkiye'de son yıllardaki herhangi bir hükümetten daha fazla askeri ağırlıklı olması da muhtemel görünüyor

tespitine de yer verilmişti.

1- Public Record Office, Foreign Office Archives (Londara)’da F.O: 371/19035; F.O: 371/12321 ve F.O: 371/13826.

Tüm yazılarını göster