Atatürk'ün hutbe yasağını ilk Osman Şahin yazdı!

Zafer Bayramı ve Cumhuriyet Bayramı haftalarına denk gelen Cuma namazlarında okunan hutbelerde Atatürk'ün adının anılmaması tartışma yaratmıştı. Yeni Şafak tarafından bugün yayınlanan tartışmalara ilişkin haberde bizzat Atatürk tarafından hutbelerde adının okunmasının yasaklandığı belirtilmişti. Konuya ilişkin haberin ilk olarak Dünya Bülteni'nde araştırmacı yazar Osman Şahin tarafından belgeleri ile yayınlandığı ortaya çıktı.

Araştırmacı yazar Osman Şahin tarafından hutbe tartışmaları üzerine 29 Eylül 2019 tarihinde "Atatürk hutbelerde isminin anılmasını neden istemedi?" başlığı ile Dünya Bülteni'nde belgeleri ile yayınlanan yazısı şöyle:

"Atatürk hutbelerde isminin anılmasını neden istemedi?

Geçen hafta Cuma günü Ankara Yenimahalle’de yerleşik Harb-İş Camiinde hatip hutbeyi okurken bir vatandaş ayağa kalktı ve hatibe yönelerek, Atatürk’ün adını neden zikretmediğini bağırarak sorguladı. Hatip cevap vermeden cami cemaatinden bazı vatandaşlar bu davranışa tepki gösterdi, hutbe dinlemenin bir adabı olduğunu hatırlatarak camiyi terk etmesini istedi. Küçük bir arbede yaşandı. Vatandaş camiyi terk etti. Görüntüler medya tarafından da paylaşıldı.( https://t24.com.tr/video/30-agustos-hutbesinde-ataturk-un-adina-yer-verilmemesi-tepki-cekti,21996.). Tarihte bir ilk olan olayda hatibin hutbesine müdahale eden kişi Antepli Cenanizade hapsedilmiştir. (BCA-DH.MKT. / 1212 – 33)

Basın ve sosyal medyada da, din görevlileri camide hutbe okurken Atatürk’ün ismini neden anmadıklarına dair tartışmalar başladı. Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), polemiklere girmek istemeyince eleştirilerin dozu arttı ve cami geleneğimizde olmayan yöntemlerle ibadet esnasında hatiplere müdahaleler ülke gündemine oturdu. Oysa, hutbe dinlemek namaz gibi farz bir ibadettir. Hutbe okunduğu sırada hatibin konuşmasına ilaveler yapılmasını istemek, cemaatle kılınan namaz esnasında imamla konuşmak ibadeti bozan davranışlardır. Ancak ilmihal bilgileri günümüzde kimseyi bağlamıyor ve yükselen öfkeyi dindirmeye kâfi gelmiyor. Çünkü fıkhın toplum üzerinde etkisi kalmadı. Öte yandan olaya dini açıdan değil siyasi açıdan bakılmaktadır.

Bazı yorumculara göre, merkezi hutbelerin ehil olmayanlar tarafından hazırlanması da bu tepkileri tetikledi. Diyaneti eleştiren partiler, 'hutbede şu şu fiilleri anlatıyorsun da bu fiillerin failini neden anmıyorsun' gibi mantık sorularını ileri sürerek hutbeyi hazırlayanların da sütten çıkmış ak kaşık olmadıklarını ima etti. Kamuoyunda ise; “neler oluyor, yoksa eski günlere mi dönüyoruz?” sorusuna cevap arandı. 1960 askeri darbesini yaşayanlar bilir, darbeciler, vaizlerin 27 Mayıs darbesini göklere çıkarması için Diyanete baskı uyguluyorlardı. Diyanet müftülüklere ve vaizlere talimat üzerine talimat yağdırmıştı. (BCA/51-0-0-0/4-33–29). DİB Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu bu baskılara dayanamadı ve (ilginçtir darbeden 13 gün sonra) istifasını müteakip vefat etti. Görüleceği üzere camilerde imama, hutbeyi neden şöyle okumadın sorusu ancak korku imparatorlarının postnişin olduğu darbe iklimlerinde sorulabilmektedir. Toplumuz merakı bu müdahaleleri yapanların desteği nereden aldıklarıdır.

Benzer bir olay 12 Eylül darbesi günlerinde İstanbul Fatih Camiinde bir kandil gecesi meydana gelmişti. Mevlit töreni o zaman tek kanal olan TRT Televizyonundan naklen yayınlanmıştı. Bütün Türkiye bu programı izliyordu. Programın son bölümünde müftü dua ederken, Atatürk ve silah arkadaşlarına da mağfiret dileyince, çıkış kapısına yakın bir yerde daha önce bir araya gelmiş olan gençler hep bir ağızdan Atatürk isminin anılmasını protesto ettiler ve ortadan kayboldular. Naklen yapılan yayın hemen kesilmişse de mevlit programı canlı olarak yayınlandığı için bütün Türkiye ayağa kalktı. Bilahare 12 Eylül darbesi oldu. Zaten sözkonusu organize protesto eylemi darbeye bir davetiye gibi idi.

Harp-İş Camiinde de benzer bir olay vukubulunca, Atatürk tarafından hutbeler hakkında yayınlanan “Kararname”yi paylaşmak başa düştü.

Aşağıda, fotokopisini ve yeni harflerle yazılmış metnini paylaştığımız, Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından Dahiliye Vekaletine (İçişleri Bakanlığına) oradan da “Acele” kayıtlı şifre telgraflarla valiliklere gönderilmiş kararnamede Atatürk, “Bundan sonra hutbelerde (kendi ismi dahil) isim zikredilmeksizin “millet ve cumhuriyetin saadet ve selametine dua edilmesini” istiyor. Yani bu tebligattan sonra hutbelerde halifenin yerini millet ve cumhuriyet alıyor. Atatürk isteseydi kendi ismini istisna tutabilirdi. İstemedi. Çünkü kendi ismi hutbede okununca belki İslam dünyasında halife olarak anlaşılacaktı (ki öyle biliniyordu ve yeni halifenin eli güçlensin diye milyonlarca altını yardım olarak göndermişlerdi). Halifelik kaldırıldığına göre hutbelerde isim okuma geleneğinin de kaldırılması lazımdı. Mülki İdare Amirleri de talimatı doğru anlamış ve emri müftülüklere bildirirken “su-i tefsirata meydan vermemek için azami dikkat edilmesini ve başka isimlerin anılmamasını” istemişlerdir. Atatürk hutbelerde hiç kimsenin isminin zikredilmesini istemedi. Diyanet İşleri Başkanlığı ise müftülüklere bu çerçevede gönderdiği talimatlarda hutbenin içeriğinin nasıl olması gerektiğini duyurdu.

Bilindiği üzere, eskiden hutbeler hayatta olan halifeler adına okunurdu. Yani halifenin ismi anılarak dua edilirdi. İttihat ve Terakki Partisinin iktidar günlerinde ise 'bazı camilerde halifenin ismi kısık sesle okunuyor' dedikoduları başladı.Öyle ki bu durum şikayetlere konu edildi. (BCA Y.MTV. / 32 - 5 ). (Demek ki halifelik 3 Mart 1924 tarihinde değil yıllar önce kaldırılmıştı). 3 Mart 1924 tarihinde ise resmen kaldırılınca Atatürk, bir gün sonra onayladığı Bakanlar Kurulu kararnamesi ile hutbelerde hiç kimsenin adının anılmamasını tamim ederek hutbelerde gelenek haline gelmiş isim zikretme konusuna netlik kazandırdı. Kararname 2 gün sonra Türkiye’nin her tarafında uygulanmaya başlandı. Kararnamede Başbakan İsmet Paşa ve 10 vekilin de (Bakan) imzası var. Hükümet listesinde dikkat çeken husus bir hafta önce var olan Şeriye ve Evkaf Vekaleti’nin bulunmamış olmasıdır. Bu iki Bakanlığın Şeriyye kısmı Diyanet İşleri Başkanlığına, Evkaf kısmı ise Vakıflar Genel Müdürlüğüne devrolunmuştu.

Peki bu kararnameye rağmen 80 yıl sonra bu tartışmalar neden çıktı?

Atatürk’ün büyük devrimler yaptığı 1923-1928 tarihleri arasında yayınladığı kararnameler, talimat ve yazışmalar Osmanlıca harflerle yazıldığı için 6 senelik o hareketli döneme dair ayrıntılı bilgiler yeni nesil tarafından (alfabenin değişmesi sebebiyle) anlaşılamadı. Malum bir olaydan veya nesneden uzaklaştıkça ayrıntılar yavaş yavaş görünmez olur. Atatürk’ün vefat tarihinin üzerinden 80 sene geçti. Nutuk dahi değişen dil ve sadeleştirmelerle anlaşılmayan bir eser haline geldi.

Haliyle yeni nesil Atatürk’ü günümüz yazarlarının anlatmak istedikleri şekilde tanıdı. Belki de para kazanmak için (tarikat liderleri de) Atatürk hakkında kitaplar yazmaya başladı. Oysa Atatürk Mevlevilik hariç bütün tarikatlara Cumhuriyetin ilanından sonra mesafe koymuştu. Milli Mücadele sırasında ve daha önceki yıllarda Bitlisli Nakşibendi Şeyhi Abdulbaki Küfrevi ile işbirliği yaparak doğudaki Ermeni-Rus saldırılarını def etmiş idi. Ancak Cumhuriyetin ilanından sonra ilişkiler eski seyrinde yürümedi. Atatürk’ün hayatını kaleme alan yazarlar hutbe hakkındaki kararnamesinden nasıl haberdar olamaz? Doğrusu hutbelerin okunması sırasında hatibe müdahale etme cesareti de bu kitapların yayınlanmasından sonra başladı. Atatürk Cumhuriyeti ilan etmeden yaklaşık 10 ay önce 6 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir’de hutbe okumuştu, ancak Cumhurbaşkanı olduktan sonra kendi ismi dahil kimsenin isminin hutbelerde zikredilmesini istemedi. İşte belgesi. (*)

Atatürk’ün bu kararnameyi yayınlamasının tarihi de manidardır. 5.3.1340. (Miladi 5 Mart 1924). Yani halifeliğin kaldırıldığı tarihten bir gün sonra. Belki o günkü şartlarda halk arasında “halifeliği devraldı” gibi bir kanaat yayılabilirdi. Bu algıyı da çağrıştırmamak için hutbede kendi isminin veya herhangi bir ismin hutbede anılmasını istemedi. Demekki, bir asırdır Mustafa Kemal veya diğer komutanların isimlerinin hutbelerde zikredilmemesinin sebebi Atatürk’ün bizzat yayınladığı bu kararnamedir.

Camilerde imamlara bağıranlar bu ince ayrıntıyı bilmiyorlar. İlginçtir valiler ve kaymakamlar da talimatı müftülük ve hutebaya (din görevlilerine) tebliğ ederken herhangi bir su-i tefhime yer verilmemesini özellikle bildirmişlerdir. Yıllar sonra gelişen olaylar da Atatürk’ün bu kararnamesinin doğru bir karar olduğunu göstermiştir. Eğer bu kararname olmasaydı murur-ı zamanla bazı din görevlileri muhtemelen Gazinin ismini zikredecek, bazıları zikretmeyecek ve camilerde (Harb-İş ve Fatih Camilerindeki gibi) toplumu karşı karşıya getiren tartışmalar yaşanacaktı.

SONUÇ:

Atatürk’ün hutbelerde isminin zikredilip edilmemesi konusunda çıkardığı kararname tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde açıktır. Özellikle DİB görevlilerinin bu kararname ve Başkanlık tarafından daha önce yayınlanmış tamimleri iyi bilmeleri lazımdır. Diyanet, hutbeleri, polemiklere yer vermeden daha ilmi bir üslupla hazırlatmalıdır. İmamlar kendi yetki alanlarındaki camilerde kimsenin hutbeye müdahale etmesine fırsat vermemelidir.

Harp İş Camiindeki olay 1980 öncesi Fatih Camiindeki provokasyona benzemektedir. Sütten ağzımız yandığı için benzer olayları böyle değerlendiriyoruz. 40 yıl önce hazırlanan senaryo, Atatürk’ün ismini camide neden zikrettin kurgusu üzerinden, şimdi ise neden zikretmiyorsun tezi üzerinden yürütülmüştür. Atatürk’ün Şeriye ve Evkaf Vekaleti yerine kurmuş olduğu Diyanet İşleri Başkanlığını siyasi tartışmaların içine çekmek kimseye fayda sağlamaz. Şunu unutmamak lazım, kalabalıklar içerisinde program dışı yükselen frekansı bozuk sesler kesinlikle tertiptir, tahriktir, kötü niyetli bir girişimlerdir.

Erdoğan, Mansur ve İmamoğlu'na fark attı! Listede sürpriz detay... Bugün itibariyle başladı! Kartlarınız bloke olabilir Yunanistan İçki fiyatları 2025
Sonraki Haber