Yakın dönem Türk tarihi en az haiz olduğu önem kadar da kaotiktir.
Vefatları üzerinden onca zaman geçmiş olmasına rağmen Sultan Abdülhamid, Sultan Vahdeddin ve Mustafa Kemal Atatürk… tam anlamı ile tanınıp anlaşılabilmiş değildir. Bu tür isimler izlemiş oldukları siyasetleri kadar şahsiyetleri ve özel yaşam tarzları bakımından da dünden bugüne hep tartışılagelmişlerdir.
Ancak bilgiden ziyade ham hamaset, kara cehalet ve iflah olmaz bağnazlığın kuşattığı fikir fukaralığı ekseninde söz konusu isimler etrafında yapılan beyanlar ve gerçekleştirilen tartışmalar yahut tarihsel bir ferdin öne çıkarılabilmesi için diğer bir simanın lanetlenmesinin şart olduğu şeklindeki bir önyargının pençesine düşülmüş olarak kaleme alınan yazılar netice itibarıyla hemen her anlamda ayrışmayı, kamplaşmayı ve nihayet, kaçınılmaz olarak, toplumsal çatışmayı doğurmaktadır.
Söz konusu ayrışma ve çatışmanın husule gelmesinde en ziyade etkili olan temel unsur ise pek tabii ki konuya dair eldeki belgelerin yetersizliği, konunun gereğince araştırılıp incelenmemiş olması ve daha önemli olanı ise hadiselerin hakikat gözü ile görülüp hakkaniyet ile değerlendirilmesi yerine büyük oranda hamaset ve fanatizm ile ele alınması oluşturmaktadır. Nihayeti itibarıyla böyle bir yaklaşım ise söz konusu kaotik yapının gölgesinde kalan yalın ve masumane fikri arayışları adeta mefluç etmektedir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün hastalanması, tedavisi ve vefatı maalesef sözü edilen mahiyetteki yakın tarihimizin en önemli konularından birisidir. Ancak Atatürk’ün hastalık ve tedavisine dair elde, diğer birçok önemli konuda olduğu gibi, maalesef dişe dokunur belge yoktur. Her ne kadar ortada bir Cumhuriyet Arşivi varsa da burada yer alan kayıtlar, nabız sayısı ve vücut harareti muhtevalı üç beş vesikadan ibarettir.
Bugüne değin konuya dair muhakkak ki önemli telif eserler, makale ve daha başka yazılar kaleme alınmıştır. Ancak bunların önemli bir kısmı fazlasıyla spekülatiftir. Dolayısıyla da Atatürk’ün hastalığı süreci ve ölümüne dair mevcut bilgilerin en azından muayyen bir kısmının doğruluğu, gerçek bilgi ve belgelerle teyit olunmadıkça, daha çok su kaldırır mahiyetteki varlığı ve vasfını devam ettirecek gözükmektedir. Dolayısıyladır ki; resmin bütününü görebilmek, tam olarak hakikatin ne olduğunu öğrenebilmek adına tarihi olaylar ve şahsiyetler ile alakalı her dilden ve her arşivden temin edilecek bilgi ve belgelere ihtiyaç vardır. Elde edilecek yeni bilgiler ve belgelerle ancak onun ölümü etrafında oluşan sisli havayı, yavaş yavaş da olsa, muhakkak ki dağıtacaktır.
Bu anlamda cenaze törenine katılan ve o gün gördükleri ve hissettiklerini günü gününe kaleme alarak temsil ettiği ülkeye gönderen ve dolayısıyla da Atatürk’ün na’şı, cenaze töreni ve Ankara’ya nakli hususlarında bizim için önemli bilgiler veren yabancı diplomatların ve diplomatik arşiv vesikalarının şahitliğinin herhalde daha farklı bir anlam ve önemi olmalıdır.
Atatürk’ün hastalanması ve vefatı sürecini ele alan “Atatürk’ün Ölümünün Perde Arkası” adı ile akademik dünyaya yeni bir çalışma kazandırılmış bulunmaktadır.
Çalışma hemen hemen bütünüyle ABD diplomatik arşivinden elde edilebilen belgeler çerçevesinde konuya açıklık getirmek amacıyla kaleme alınmıştır. Dolayısıyla da giriş sadedinde verilen bilgiler hariç olmak üzere çalışmada başvurulan kaynaklar bütünüyle ABD (ve birkaç İngiliz belgesi) ile sınırlı tutulmuştur. Kuşkusuz ki ABD ve İngiliz belgelerinde yer verilen her bilgi doğru olduğu değildir; sefirlerce dışişleri bakanlıklarına gönderilen raporlar, temin edilebilen bilgiler çerçevesinde kaleme alınmış olsalar da en azından bir kısmının, yorum, zan ve rivayetler üzerine kurulu olduğu da malumdur.
Çalışma kısa bir takdimin ardından İngilizlerin gözüyle Atatürk’ün kısa bir biyografisi ile başlamaktadır. Sonrasında ise 1938 yılı öncesinde Atatürk’ün sağlığı ve maruz kaldığı hastalıklar konu edinilmiş, 1938 yılının ilk aylarından itibaren kendisini ölüme götürecek olan rahatsızlığı ve tedavisi ise ay be ay takibe çalışılmıştır.
Amerika’da yayın hayatını sürdüren KEN ve LIFE dergilerinin hasta yatağında yatan Atatürk’e karşı düzenlemiş oldukları itibar suikastları ise çalışmanın, bilinirlik derecesi itibarıyla, belki de en özgün kısımlarından birisini oluşturmuştur.
Atatürk’ün Kasım 1938’de gerçekleşen vefatı nedeni, şekli ve yeri gibi konular hakkında bilgi verilmiş, o güne kadar Alman ve İtalyanların kendisini öldürmek üzere kimlerle temasa geçip kaç defa suikast girişiminde bulundukları üzerinde durulmuştur.
Vefatının duyurulması sonrası Türkiye’deki genel durum, Atatürk’ün bedeninin mumyalanarak halkın ziyaretine açılması, gönderilen çelenkler, İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçilmesi, ilk icraatları, kutlamalar ve İnönü’nün iddia edildiği gibi dindar biri olup olmadığı alt başlıkları kaleme alınmıştır.
Atatürk’ün ölümünün dünyadaki yankıları birkaç Müslüman devlet/topluluk örneğinde ele alınmış ve Atatürk için İstanbul’da düzenlenen cenaze töreni, cenazenin Ankara’ya nakli, cenaze törenine katılan ülkeler, ABD heyetinin törene katılımı ve doğurduğu hoşnutsuzluk, Atatürk’ün cenaze namazının kılınıp kılınmadığı ve nihayet vasiyeti ve mirası konuları üzerinde durulmuş ve nihayet çalışmaya, bir değerlendirme/sonuç kısmı ile son verilmiştir.
Altınordu Yayınları tarafından yeni bir 10 Kasım arifesinde neşredilmiş bulunan eser, Atatürk’ün geçirdiği hastalık süreci ve vefatı ile alakalı olduğu kadar yakın dönem Türk siyasi hayatına dair de sunmuş olduğu yeni bilgiler itibarıyla da önemlidir.