Haziran 1938 -:
ABD sefaretince 1938 Haziranında Washington’a gönderilen diğer bir raporda ise:
Son zamanlarda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk'ün sağlığıyla ilgili çeşitli endişe verici söylentilerin olduğunu hatırlamaktan onur duyarım, denilmekteydi.
En geniş çapta dağıtılan rapor, Atatürk'ün devlet işlerindeki rolünü bir daha asla sürdüremeyeceğine dair Beyrut'tan Mayıs ayı ortalarında gönderilen rapor gibi görünüyor,diye de ilaveten belirtilmiş ve akabinde de şu cümlelere yer verilmiştir:
Bu rapor Türkleri kızdırmış ve Atatürk’ün Ankara'dan Mersin'e ani bir hareketle gitmesine sebebiyet vermiştir. Atatürk, alakadar olmasını gerektirecek her türlü durumu idare edebilecek kapasitede olduğunu Hatay'daki Türk seçmenlere göstermek amacıyla, gezilere çıkarak, çevre köylerden gelen heyetleri kabul ederek, orada büyük bir faaliyet göstermiştir.
Mart ayı boyunca İstanbul ve Ankara'da Atatürk'ün sağlığıyla ilgili rahatsız edici söylentiler dolaşmaya devam etti. Ancak söylentiler o tarihlerde güvenilir kaynaklardan teyit olunamadı. Fakat şimdi bir veya daha fazla Türk doktorun, karaciğer sirozu teşhisi koydukları vaka hakkında endişe verici bir rapor verdikleri tespit edildi. Ancak Türkiye'de bulunan tıp uzmanları görüş ayrılığı içinde olduklarından, Fransız uzman Profesör Fiessinger, konsültasyon için Paris'ten davet olundu. Fiessinger’in, detaylı bir muayeneden sonra Atatürk'ün uygun tedavi ile kontrol altına alınabilecek bir karaciğer şikayeti olduğu kanaatini paylaştığı anlaşılmaktadır.
Hastaya bir ay veya altı hafta yatakta kalması ve on altı ay alkolden uzak durması bildirilmiştir. Fransa’ya dönen Fiessinger’in daha sonra tekrar geleceği açıklandı.
Diğer taraftan 30 Mart 1938'de kamuoyunu rahatlatmak için bir bülten yayınlanmış olsa da 7 Mayıs 1938'e kadar Atatürk kamuoyu önüne hiç çıkmadı.
Yaklaşık bir hafta süren Mersin gezisinin ardından Cumhurbaşkanı faaliyetlerine devam ettirdi. Ankara'ya döndükten birkaç gün sonra tekrar İstanbul'a gitti.
Atatürk, kısa bir süre sonra, kabine üyeleri ve diğer yetkilileri orada kabul ettiği yeni yatına, SAVARONA'ya yerleşti. Bu arada Profesör Fiessinger İstanbul'a bir ziyaret daha gerçekleştirdi.
Atatürk'ün ağır hasta olduğu söylentileri tekrar dillendirilmektedir, ancak bunların güvenilir bir şekilde doğrulanmasını sağlamak oldukça zordur.
Hayatı boyunca hatırı sayılır miktarda alkol tüketmeye alışmış olan Atatürk'ün alkolden bütünüyle uzak durma rejimi izlemesi büyük bir karakter gücü gerektirmiştir. Başlangıçta, tabii olarak, aşırı derecede asabiyet gösterdiği anlaşılmaktadır. Yanında içki içilmesine izin vermeyi reddetmesi, hatta nefesi likör kokanların varlığına dahi tahammül göstermemesi, yakınındaki bazı kimseler arasında şaşkınlığa neden olmuştur. Ancak öngörülen tedaviye bağlı kalarak ortaya koyduğu irade gücü, onunla temas halinde olanları büyük ölçüde etkiledi.
Kendini inkar dönemi aydan aya uzadıkça, hastalığını yeneceği ve tamamen iyileşeceği umudu da buna uygun olarak güçlenmiştir. Belirtilen on altı aylık süre boyunca alkolden uzak kalabilirse, muhtemelen hayatı boyunca bunu yapmaya devam edeceği şeklindeki kanaat, yetkililer arasında sıklıkla konuşma konusudur.
Genel olarak anlaşıldığı üzere Atatürk'ün tedavisinin en zor döneminde, eski Başbakan İsmet İnönü'nün sürekli yanında olmasında ısrar etmesi önemli bir gelişmedir.
Başbakan Celal Bayar'ı ya da uzun süre arkadaşlık ettiklerinden fikir sahibi olanlardan oluşan küçük bir grup hariç, diğerlerini çok az görmüştür.
Belirtmek gerekir ki yukarıda sözü edilen ve Beyrut'tan gönderilen raporlara mesnet teşkil eden Atatürk’ün hasta olduğu yönündeki gazete haberleri Türkiye’nin Bağdat Elçiliği tarafından yalanlanmış olsa da hakikatte haberler doğruydu ve Atatürk’ün sağlığı yukarıda ifade edildiği şekilde bir seyir içerisindeydi. İlginç olan ise, Atatürk'ün hastalığı sırasında 1920'den 1937'ye kadar yardımcısı durumunda olan ve 1924'ten 1937'ye kadar da Türkiye Başbakanı olarak görev yapmış bulunan İsmet İnönü'nün sürekli yanında bulunmasında ısrar onun etmiş olmasıdır. Fakat Atatürk, sadık arkadaşının sık sık (genellikle hep aynı tarzdaki) önerilerine sinirlenmiş ve kendisini görevden almış ve yanından uzaklaştırmıştı. O zamana kadar Atatürk'ün mantıksal halefi olarak görülen İsmet İnönü, kamu hayatından çekilmek zorunda kalmıştı. Dolayısıyla da onun gözden düşmüş olduğuna kani olunmuştu. Ancak İnönü, Atatürk’ün güvenini yeniden kazanmış, en azından öyle görünen bir durum söz konusu olmuştu.
Ağustos 1938 -:
1938 Ağustosunda Atatürk'ün ani bir plörezi/akciğer zarı iltihabı krizini atlattığı, ancak temel şikayeti olan karaciğer sirozundan iyileşmesi için çok az umut olduğu ABD belgelerinde ifade edilmiştir.
Bu tarihlerde önemli bir diğer gelişme ise, Atatürk’ün halefi olarak İsmet İnönü'den ziyade Mareşal Fevzi Çakmak'ın seçilme ihtimalinin söz konusu olmasıydı.
KESİNLİKLE GİZLİ vurgulu bir ABD belgesinde ise:
Genel gizliliğe rağmen, Atatürk'ün plöreziden kritik derecede hasta olduğu anlaşılmaktadır. Meclis Başkanı Abdülhalik Renda, vefatı halinde, Meclis tarafından yeni bir seçime kadar anayasaya göre Geçici Başkan olacaktır. İşaretler, parti liderlerinin İsmet İnönü seçimini düşündüklerini gösteriyor. Kendisi de hastadır ve -şuan için söz konusu değilse de- herhangi bir muhalefet halinde iktidara geçememe riski söz konusudur, denilmekteydi.
Atatürk’ün sağlığı konusunda ise:
Birkaç aydır Atatürk, maiyetinin inkarlarına rağmen, şimdilerde, hiç şüphesiz ki, karaciğer sirozu gibi görünen bir şikayetten mustariptir.
Hastalığı, Ağustos ayının ilk günü, hızla plöreziye dönüşen nezleye yakalanmasıyla ağırlaştı.
Doktorların bu sıkıntıyı, sıcak yaz gecelerinde serinlemeye çalışırken çok fazla nemli hava akımına maruz kaldığı İstanbul Boğazı'na demirlemiş yeni yatı SAVARONA'da sürekli yaşamasına bağladıkları söyleniyor.
Durumu o kadar çabuk kötüleşti ki, maiyetindekiler iyileşmesi için tüm umutlarını kaybetti.
4 Ağustos Perşembe günü aniden nakledildiği Dolmabahçe Sarayı'ndan gelenler, birkaç saat içinde Atatürk’ün ölümünün beklendiğini belirtmişlerdi. Ayrıca o akşam, Başbakan hariç tüm Bakanlar Kurulu üyeleri, vefatın gerçekleştiği saatte görevlerinin başında olmaları için, Ankara'ya gitti.
İlgili belgelerde ayrıca;
Atatürk'ün siyasî vasiyetini yaptığı, ilerde ülkeye yön verecek ilkeleri ortaya koyduğu, ayrıca İsmet İnönü'nün kendisinden sonra Halk Fırkası adayı olacağı da güvenilir bir bilgi olarak ifade edilmektedir, diye belirtilmiştir.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken hastanın 5 Ağustos Cuma günü hayatiyetinin devam ettiği görülmüş ve Cumartesi günü iyileşmesi için umutlar yeniden artmıştır.
Diğer taraftan basında Atatürk'ün hastalığına atıfta bulunulmaması yönünde uyarılarda bulunulmuştur. Ancak bu yöndeki kesin emirlere rağmen, İstanbul gazetesi TAN, 7 Ağustos Pazar sabahı, Ahmed Emin Yalman'ın Atatürk hakkında yazdığı bir makaleyle çıkmıştı.
Yalman makalesine, Türk halkının kendisine duyduğu sevgiyi anlatarak ve her zaman sağlıklı olmasını ve daha uzun yıllar onların başında kalması dileklerini ifade ederek başlamıştı. Yazının devamında ise, halkın Atatürk'ü kendi aralarında görmeye alışmış olması ve nekahet döneminin onların alışık olmadıkları kadar uzun sürmesi nedeniyle son zamanlarda muayyen bir kaygının belirginleştiğini ifade edilmişti.
Makalede ayrıca Atatürk’ün iyileşmesindeki gecikmeyi, Hatay'daki son kriz sırasında bir seyahate çıkmış olmasına bağlanmıştı. Fakat yazıda, neredeyse bir haftadır ıstırap saçmakta olan hastalığın ne olduğuna dair herhangi bir bilgi verilmemiştir.
TAN'daki yazı, anlaşılan o ki, öfkeye sebebiyet vermiş, dolayısıyla da gazetenin yayınlanmasının üç ay süreyle askıya alınması talimatı söz konusu edilmişti. Dahası, hemen o gün, gün batımından önce, Bakanlar Kurulu tarafından 30 Temmuz 1931 tarihli ve 1881 sayılı Kanunun (8 Ağustos 1931 tarihli ve 1867 sayılı RESMİ GAZETE) 50. maddesi uyarınca, ülkenin genel siyasetine zarar veren bir yazı neşretmesi halinde, söz konusu gazetenin yayımlanmasının durdurulabileceğine dair bir düzenleme yapılmıştı.
Pazartesi günü, Atatürk'ün bünyesinin, görünüşe göre, plöreziden kurtulduğu için direniş gücünü bir kez daha gösterdiği genel olarak kabul görmüş, ancak karaciğer şikayeti daha fazla endişeye neden olduğundan Viyana'dan da iki uzman çağrılmıştı.
Doktorların Atatürk’ü muayeneden sonra uzun bir yaşam için çok az bir umut verdikleri, ancak birkaç ay veya bir yıl dayanmasını sağlayabilecek bir tedavi önerdikleri anlaşılıyordu. Kendisini daha önce muayene etmiş olan Fransız uzman Profesör Fiessinger de, birkaç gün sonra tekrar İstanbul’a gelecekti. Profesör Fiessinger bu gelişinde Fransa Dışişleri Bakanı M. Bonnet'in İstanbul'a gelip, Eylül'de Atatürk tarafından karşılanma programını gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceğini belirlemek üzere özel bir inceleme yapacaktı.
Atatürk'ün halefi ile ilgili olarak, -yakın bir zamanda vefat etmesi halinde- hükümetin güçlü unsurları arasında bir ölçüde anlaşma sağlandığı, ancak planlarının doğal olarak büyük bir gizlilikle korunduğu anlaşılmaktaydı.
Edinilen bilgi, İsmet İnönü'nün hükümette baskın nüfuz sahibi olmasının muhtemel olduğu şeklinde olsa da onun gerçekten Cumhurbaşkanı olarak seçilebileceğinin kesin olmadığı biçimindeydi.
Güvenilir bir kaynaktan edinilen bilgiye göre ise tüm ilgili taraflarca İnönü Atatürk’ün unvanlı halefi olarak kabul edilmişti bile. Fakat bu özel bilgiye karşın genel bilgi ise Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın Cumhurbaşkanı olacağı ve İsmet'in de Başbakanlığa geçeceği şeklindeydi.
Ekim 1938 -:
Atatürk'ün sağlığına ilişkin 17 Ekim 1938’de yayınlanan resmi bültenler, o tarihe kadar uygulanan mutlak gizlilik göz önüne alındığında, genel olarak, eğer gerçekten daha önce gerçekleşmediyse, Atatürk'ün ölümünün her an gerçekleşebileceğini ifade ettiği şeklinde yorumlanmıştı.