Ayasofya neden mi müze oldu? ABD Başkanı, “Ayasofya Müze Olsun” dedi

II/III 

Cumhuriyet Türkiye'sini kuranların ülkeyi bütünüyle değiştirip Batılılaştırabilmek için başvurdukları metot fazlasıyla radikal oldu.

Batılılaştırma ve özünden arındırma yolunda yapılan değişiklikler ise öncelikle tarihsel ve simgesel konuları esas aldı.

Yüzlerce yıllık hilafet, yüzlerce yıllık saltanat, yüzlerce yıllık harfler tek tek atılıp yerlerine çağdaş mukabilleri alındı.

Modern Türkiye’nin oluşturulması yolunda yıkılan yüzlerce yıllık tarihi kurumlardan birisi de Ayasofya Camii’nin müzeye dönüştürülmesiydi.

Ayasofya’da ilk Cuma namazı 1 Haziran 1453’te Akşemsettin Hazretlerinin arkasında kılınmıştı. 482 yıl sonra gelen Cumhuriyet idaresi ile birlikte, isteyerek veya istemeyerek, o yönde bir karar alındı. Fethin en büyük simgesi olan cami 1935 yılında müzeye çevrildi. Oysaki Osmanlı nazarında Ayasofya sadece bir cami değildi. O, Hilal’in Haç’a karşı üstünlüğünü her daim izhar eden canlı ve şanlı bir simgeydi. Müze yapılaması ile birlikte Ayasofya’nın bu hususiyetine de son verilmiş olmaktaydı.

“Kılıç Hakkı” olan Ayasofya’nın cami olmasının Batı tarafından hiçbir zaman hazmedilemeyeceğinin galiba farkında olarak onu mutlaka cami olmaktan çıkarmak isteyeceklerin her zaman var olacaklarını öngörmüş bulunan fethin sahibi, daha Ayasofya’yı camiye çevirdiği gün, asırlar sonrası olacakları belki de dikkate alarak demişti ki;

“…Kim ki, …bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; …maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse… Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun. Ebediyen cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyen merhamet olunmasın…”

Hakikaten de Ayasofya’nın kaderi, öngörüldüğü gibi olmuştu. Ayasofya 1935’te Roma-Bizans-Hıristiyan-Osmanlı-Müslüman karışımı bir müzeye dönüştürülmüştü.

Peki, Ayasofya neden ve kimin tarafından müze haline getirildi?

Bu konuda dün ve bugün çok şeyler söylendi, yazıldı ve iddia edildi.

Konu merakımı celp etti. Bir bakayım, belki güzel bir makale yazabilirim diye niyetlendim… Fakat konu oldukça derin ve makale boyutunun ötesinde bir düzeyde. İşin kitabını yazacak kadar çok malzeme var… Belgeler bir hayli ve her bir belge bir başka anlam yüklü. Göründüğü gibi değil yani hadise. Anlıyorum ki Ankara’ya kızmamak lazım. Zira Ankara’yı fazlası ile aşan bir durum var ortada.

Merakınız kalmasın diye hadiseyi kısaca ifade edeyim:

İşin içinde Bizans Araştırmaları var ve bir numara.

Sahnede gözüken ve bu işte rol alan bir hayli isim söz konusu.

Dönemin İstanbul ABD elçiliği ve elçileri…

Bizans Araştırmaları Direktörü Prof. Thomas Whittemore.

Kuzey ve Güney Amerika Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Aziz Athenagoras. Washington Rum Ortodoks rahibi Aziz Daniel.

Ve daha başkaları…

Aziz Athenagoras projenin en önemli isimlerden birisidir. Sonraki zamanlarda da İstanbul Ekümenik Patriği (1967) olarak seçilmiştir. Pro-Turkish biri. En azından öyle görünmüş.

Thomas Whittemore ise projenin uygulayıcısı durumundadır. Oldukça önemli bir isim. Önemine ilaveten biraz da karanlık bir kimliğe sahip gözükmektedir. Mısır, Irak, Suriye, Avrupa, Londra, Rusya, Amerikan Kızılhaç Cemiyeti, Misyonerlik çalışmaları ve daha başkaca işlerle meşgul olmuş.

Yıl 1930.

Her şey Thomas Whittemore’un Ayasofya’yadaki mozaiklerin ortaya çıkarmasına el atması, daha doğrusu attırılması ile başlamış gibi gözüküyor.

1930’lu yıllarda, malum, Anadolu’da birçok yerde kazı çalışmaları yapılmıştır. Hem de harıl harıl. Hatta İzmir’de, 1922’de gömüldüğü düşünülen, binlerce altın için kazı izni alınıp araştırılmıştır. Yapılan kazılar amatörce değil, ustaca ve resmi surette olmuştur.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’nın kafataslarını ölçtürmesi… Mimar Sinan hikâyesi… Galiba hep aynı çizgide gerçekleştirilen şeylerdi… 

Bu dönem, sadece kazılar açısından değil, yapılmak istenen restorasyonları yönüyle de önemlidir… Zira özellikle İstanbul’da camiye çevrilmiş yahut harap bir haldeki kiliselerin restorasyonu, duvarlarındaki mozaikler, freskler, ikonlar hep aşikâr hale getirilmek istenmiştir.  

Ayasofya civarında devasa kazılar yapılmış, Bizans ve öncesine dair somut tespitler için çalışılmıştır…

Alexander Van Millingen’in kaleme aldığı “İstanbul’un Kiliseleri”’ adlı eser, o günlerde baskısı kalmasa da, Bizans Enstitüsü ve Whittemore’un bu dönemdeki en büyük çalışma rehberi olmuştur.

Tomas Whittemore’un Ankara ile temasları ise son derece güzeldi. Bizans Enstitüsü adına sanki Ankara’nın her sokağında bahar mevsimi yaşanmaktaydı. İçişleri Bakanı Whittemore’u teşvik ediyor, “çatlak seslere aldırma, hadi göreyim seni, ha gayret” diyordu… Mustafa Kemal Whittemore’u Ormançiftliği’nde çaya davet etmişti. Anlaşılan o ki, muhabbet vardı, hem de derin derin…

Whittemore’un Ankara Hükümeti ile olan yakınlığı sonraki zamanlarda da devam etmiş. ABD sefirinin vermiş olduğu bilgiye göre Mustafa Kemal 1932 yılında Whittemore ile 3 defa görüşmüştü.

Ayasofya’nın kaderindeki değişim 1931’de fiilen başladı. Whittemore, caminin duvarlarındaki mozaikleri “uzman bir isim” olarak temizledi ve temizletti. Çünkü Washington’da Ankara’ya ilk mektup yazılmış ve öyle olması istenmişti. Anlaşılan o ki, dönemin ABD Başkanı öyle münasip görmüştü.

Whittemore, belgede geçen ifade biçimiyle; “aman elimizi çabuk tutup bu işbirlikçi hükümet görevde iken fırsatı değerlendirelim” diyordu. Dolayısıyla çalışmalar tam gaz devam etmişti…

Müze Olacağı Söylentileri

1934 yılı 9 Kasım’da başlayan Ramazanının ilk günü kapıları kapatılan Ayasofya’nın bahçe kapısına Müslüman ahaliyi selamlayan bir tabela asılmıştı: “Giriş Yasaktır.”

Ayasofya’ya fiilen uygulanan giriş yasağı artık resmen de söz konusu olmuştu. İçeride müze olarak açılmadan önceki son hazırlıklar yapılmaktaydı.

Gerçi daha iki ay öncesinden basında caminin müzeleştirileceği yazılıp çizilmişti. Resmi ağızlar da bunu kısmen teyit etmişlerdi. Hakikaten de Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi konusunda ilk adım Ramazan’ın birinci gününde gerçekleştirilmişti. Oysaki Ayasofya Ramazan’da halkın en fazla rağbet ettiği bir camiydi. Binlerce insan özellikle Ayasofya’da namaz kılmayı tercih etmekteydi. Kapısına asılan “Kapalıdır” levhası ile Ayasofya fiilen Müslümanlardan tecridinden başka bir ley değildi. Ankara Hükümeti’nin bu adımı İstanbul ve Anadolu’nun muhafazakâr kesimlerinin gönüllerinde derin bir acı ve huzursuzluk oluşturmuşsa da değişen fazla bir şey olmamıştı. Prof. Tomas Whittemore Ankara ile ilişkilerini gayet güzel bir şekilde sürdürmüş, üstelik yakın bir gelecekte caminin müze olması gerekeceğini dile getirebilmişti. Ankara cenahından kendisine yönelik yahut çalışmalarına dair hiçbir olumsuz sinyal de beklememekteydi.

1934 Yılı Kış Mevsimi ve Kara Haber

1934 yılı kış mevsimi önceki yılların kışından oldukça farklı ve soğuktu. Kış, her zamanki gibi şehrin cadde ve sokaklarına nüfuz etmekle yetinmemiş, Fatih’in izindeki insanların ruhunu kuşatarak Ayasofya’daki baharı da sona erdirmişti. Ortalıkta dolaşan, ama esasen hakikat olan bir kara haber vardı. O kış, yaklaşık beş asırdır cami olma şerefine ermiş bulunan Ayasofya’nın bahtının karartılarak müzeye çevrilmesine karar verilmişti. Duvarlarında aşikâr hale getirilmiş olan Hıristiyan sembollerinin gölgesinde Müslümanların namaza durmaları artık caiz olamaz denmişti. Ayrıca şehirde ibadet edilebilecek büyük ve kadim bir hayli cami var denmekteydi. İbadet etmek için Ayasofya’nın cami olmasına ne gerek vardı. Türk milletine hizmet edenler böyle bir yaklaşımda Prof. Tomas Whittemore ile tam bir uyum içerisinde olmuşlardı. Onu ve ekibini bütün kalpleri ile desteklemişlerdi

Mevsimin böyle aniden değişmesinin sebebi Washington’dan, ABD Başkanından Mustafa Kemal’e yeni bir mektup gelmiş olmasıydı. ABD yine öylesini uygun görmüştü.   

ABD Başkanı “üçüncü mektubunu da yazmış olsaydı, Ayasofya’yı sahibine iade edin” derdi herhalde, denmektedir elimizdeki belgelerde.

Mustafa Kemal’in vefatından sonra da işler aynı minval üzere devam etmiş gözükmekte…

İsmet İnönü’ye gönderilen bir mektup var elimizde. ABD Başkanı tarafından yazılan…

İsmet İnönü demişken, belgelerden birinde; “beceriksizlik etti, Lozan’da Patrikhane konusunu yüzüne gözüne bulaştırdı…” diye tavsif edilmiştir kendileri…

Şemsettin Günaltay’ın başbakanlığı döneminde Türkiye ABD’den, 200.000.000 dolar istemiş, askeri harcamalar için…

Ankara, yahu biz, Türkiye-İngiltere-Fransa, müttefik değil miyiz, denilmişse de (ne ittifakıdır anlayamadım), istenen paralar Türkiye’ye tabii ki verilmemiş. Sonraki zamanlarda Yunanistan’a 200.000.000 dolar, Türkiye’ye ise 70.000.000 dolar verilmiş..

Artık Ayasofya’da, üzerinde ibadet edilen devasa suretteki halılara gerek kalmamıştı. Merkezi koridor hattının simetrisini bozan bu halılar derhal toplatılmış, paketlenmiş ve Mekke’ye gönderilmişlerdi. Orijinal mermer zeminin yalın surette olmasının dâhilde daha etkin bir genişlik sağladığı söylenmekteydi. Kapılarında asılı bulunan o ağır perdeler de sökülüp atılmıştı. Allah, peygamber, ilk halifelerin ismi ile müzeyyen haldeki o hayli büyük yeşil çerçevelerin duvarlara asılması ile Türkler, Latin Haçlıları kadar olmasa da, Hıristiyan ve mazinin klasik eserlerine ne kadar da fazla zarar vermişlerdi! Artık bunlara hiç gerek yoktu.

İzlemiş olduğu sanatseverlik ve özgürlükçü siyasetinden ötürü bütün medeni insanlar Ankara Hükümeti’ne müteşekkirdi. Sanat ve Bilim, Ankara Hükümeti’ne ve Prof. Whittemore’a her daim minnettar kalacaktı. Whittemore, az değil, ölene kadar bu işe baş koymuş, dile kolay, tam 20 yılını bu uğurda serf etmişti.      

Ayasofya neden mi müze oldu?

Hadise görünürde Ortodoks mezhebi ile alakalı. Rusya’nın Ortodoks mezhebini kalkan olarak kullanmasına, Balkanlardaki devletleri böyle bir şemsiye altında birleştirmeye çalışması ve hatta bunun için Berlin’de yeni bir Ortodoks merkezi açması, yeni bir katedral kurması ve (başına da Seraphim Lade diye bilinen Luteryan dönmesi birini getirmesi) tehlikeli bir girişim olarak değerlendirilmiş ABD tarafından.

Anlaşılan o ki, demokrasi elden gidiyor diyerek, ABD korku pompalamış dünyaya… Aman Kominizim geliyor diyerek velvele koparmış yani… 1878’de Ayastefanos’a kadar gelen, ancak geri dönmek zorunda kalan Rusya, eski hülyası İstanbul’a bu defa Ortodokslar üzerinden el atacak, hikâyesi iyi okunup üflenmiş yani…

Son bir iki cümle daha…

Yunanistan bütün bu olup bitenlerden haberdar ve yapılanlara taraftar gözükmektedir… Patrikhane’ye karışmayacağım diye söz vermiştir… Mübadeleyi de bu işlerden ayrı düşünmemek icap etmektedir…

Sözün kısası; “Komünist Rusya”, “Rusya kontrolünde Ortodoks birliği kurulacağı” endişesi, ama esasen Hıristiyan dünyasının o kadim “fetih acısı” ABD’nin eli ile Ayasofya’yı müzeleştirip “güzelleştirmiş!”tir.

Şimdi bir talep: ABD Başkanının Mustafa Kemal’e yazdığı o iki mektup Cumhurbaşkanlığınca kamu ile lütfen paylaşılabilir mi?

Ve bir soru: Hal böyle iken Ayasofya tekrar camiye dönüştürülebilir mi?

Muhtemel cevap: Atı alan Üsküdar’ı geçti!

Sonuç: O zaman, buyurun cenaze namazına!



(ABD Başkanı'nın Müze olması isteği belgesi)



(Tomas'a verilen izin kararname)



(Fatihin vakfiyesi bedduası)


(Bizans Enstitüsü çalışanları)


(Kazı çalışmaları - 1)



(Kazı çalışmaları - 2)



(Prof. Thomas Whittemore)



(Patrik Athenagoras - 1967)

Tüm yazılarını göster