Bu aralar sürekli bir yeme-içme-gezme modundayım. Kara gün için sakladığım üç - beş doları da bozdurdum. Elimdeki TL’yi de altına, borsaya falan değil mideme yatırıyorum. Çünkü bu karamsar havadan başka türlü kurtulmak mümkün değil. Anlayacağınız batan Titanic’in kemancısı halet-i ruhiyesindeyim. Kılık kıyafet almaya kalksam yakışmıyor zaten, boy sabit, göbek hızla büyüyor. O yüzden de bir siyah t-shirt, bir blue jean gezip duruyorum.
Aramızda kalsın ama yatırım yapmaya niyetlensem, elimdeki bütçeyi duyan finansçı arkadaşlarım bana ağızlarıyla değil başka taraflarıyla gülerler. Zaten şu üç günlük dünyada iki öğünlük canı var paranın, onun için de en iyisi dostlarla yiyip içmek.
Neyse uzatmayayım efendim, hafta sonu İstanbul’un çok popüler ama bugüne dek hiç görmediğim tenhalıktaki mekanlarından birine yemeğe gittik. Yanımızda mesleğine aşık ama mecburen erken emekli edilmiş, adı bende saklı bir gazeteci dostum da vardı. Bakla ıslanmayan ağzımdan elimdeki dolarları bozdurduğumu kaçırınca, “Güzel bir şarap ısmarla bari” diye tutturdu bizimkisi. Garsondan istediği şarap listesini de dayadı burnuma.
İşte o anda herkesi kendime hayran bırakan o engin şarap bilgimle ???? “O mu, bu mu?” diye sormaya başladım. Baktı yüzüme gözüme bulaştıracağım, bizimki sinirlenip “Allah cezanı versin. Bilerek mi yapıyorsun ulan. En kötü şarapları soruyorsun. Bunlar üstüne para verilse içilmez” diye payladı beni. İçler acısıydı halim, bu ekonomik konjonktürde hem yemeği ısmarlıyordum, hem de en acımasızından aşağılanıyordum.
O kızgınlıkla çıkıştım; “Ben senin eski genel yayın yönetmenin miyim kardeşim. Şarap gurusu olan o. Ben ne anlarım şaraptan. Git o zaman Ertuğrul (Özkök) Abin ısmarlasın şarabını” deyince bizimki kocaman bir kahkaha patlattı. “Oğlum o, senin kadar da anlamaz” dedi ve fıkra gibi başlarından geçen o hikayeyi anlatmaya başladı. Buyrun efendim…
“Olay yıllar yıllar önce Hürriyet’te yaşanmış. O zamanlar Hürriyet daha bir gazete. Üst kadro henüz birbirine düşman olmamış. Beleş reklam gezileri için mecburiyetten ülke ülke, şehir şehir, yurttan sesler korosu misali kol kola turneye çıkmıyorlar. Anlayacağın gerçekten sohbet için geliyorlar bir araya. Şakanın, gırgırın bini bir para.
Yine böyle bir akşam Hürriyet’in bütün tepe yönetici ve yazarları Bebek Ambassador’da buluşmuş. Hem yemek yenecek, hem basın dedikoduları yapılacak, hem de eğlenilecek.
Kimler yok ki o dönemin efsane Hürriyet’inde. Serdar Turgut, Fatih Altaylı, Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, tekmil-i birden masada.
O sıralar Hürriyet’çilerin şarap aşkı daha emekleme aşamasında. Ancak Özkök sürekli bu konuda ahkam kesen neşriyatlarda bulunuyor. Zat-ı muhterem büyük degustatör havalarında…
Ambassador’daki yemeğe elinde biri boş, iki şarap şişesiyle birlikte herkesten önce Fatih geliyor. Yalan olmasın tam hatırlamıyorum ya Petrus, ya da Chateau Margaux. Şişe bir servet ama gel gör ki içi boş. Diğeri ise dolu bir Yakut. Altaylı Yakut’u açıyor ve içindeki şarabı, öteki şişeye boşaltıyor. Şefi de “Ertuğrul Bey şarap listesini istediğinde kendisine Aydın Bey size bu şişeyi yollamamı istedi. Onu ikram edeceğim deyin ve bunu servis edin” diye sıkı sıkı tembihliyor.
Neyse, biraz sonra Hürriyet’çiler toplanıyor ve yemeğe geçiliyor. Ve Ertuğrul Bey’e Petrus görünümlü Yakut getirilip “Aydın Bey yolladı” diyerek sunuluyor. Ertuğrul Bey önce kadehi eline alıyor, uzun uzun koklayıp kocaman bir yudumu damağında gezdirip yuttuktan sonra “Şahane, işte bu” diyor.
Garson şişeyi masadakilere servis edilecekken Altaylı kendini daha fazla tutamıyor, kahkahalarla ortaya atılıp büyük tezgahı açıklıyor. Ve fakat olaya herkesten çok gülen bizzat Ertuğrul’un kendisi oluyor. “Beyler zaten anlamıştım, ben de sizi test ettim“ diyor.
Masadaki dostumun anlattığı bu hikayeyi ağzım açık dinledim.
“Ne yani sen Ertuğrul Özkök şaraptan anlamaz mı demeye getiriyorsun?” diye de soruverdim.
“Vallahi” dedi… “Bunu biz de çözemedik. Ya şaraptan anlamadığı için şahane dedi ya da patronun yolladığı şarabın kötü olduğunu söylemeye cesaret edemediği için. Orası hala bir muammadır ama bana sorarsan ikinci şık daha kuvvetli bir olasılık. Çünkü Aydın Bey’in yolladığı şişeden sirke çıksa Ertuğrul ona da şahane der.”
Ne yani yıllardır şarap konusunda yazdığı üstad-ı azam mertebesindeki şarap yazılarıyla bütün memleketi trolluyor muydu Ertuğrul Özkök? Peki ya Fatih Altaylı? O anlar mıydı şaraptan?
Yanıt vecizdi.
“Fatih’in de şaraptan anladığını pek zannetmiyorum. O anlasa anlasa arabalardan anlar. Parasını verip iyi şarap aldığına çok şahit oldum ama anladığını hiç zannetmiyorum. Senin Fatih ile sık sık buluştuğunu biliyorum. Benden selam söyle; onların Uğur Cebeci ile birlikte Ertuğrul Özkök’e yaptıkları bir şarap şakası vardır. Sana onu anlatsın. Biz günlerce gülmüştük, sana da şahane malzeme çıkar.”
DİPNOT: Elbette bu tüyo üzerine hemen Altaylı’yı arayıp meseleyi sordum. O her zamanki muazzam kibarlığıyla gibi burada yazamayacağım şeyler söyleyip telefonu suratıma kapattı. Ama merak etmeyin,bozdurduğum dolarların kalanıyla ilk fırsatta ona da bir yemek ısmarlayıp öttüreceğim tez vakitte. Zaten duramaz, anlatır. Artık o da bir başka yazıya…