Aydın Ünal, Kemal Öztürk ve Gökhan Özcan onu yazdı

60 yaşında kalbine yenik düşen Yeni Şafak yazarı Akif Emre, İstanbul Fatih Camii’nde düzenlenen törenin ardından toprağa verildi.

Kalbi her daim Bosna’yla, Endülüs’le, Myanmar’la, Filistin’le atan Akif Emre'nin ebedi istirahatgâhı, milli şair Mehmet Akif’in yanıbaşı oldu.

- Yeni Şafak yazarları Akif Emre'yi yazdı

Yeni Şafak yazarları Aydın Ünal, Kemal Öztürk ve Gökhan Özcan bugünkü köşelerini Akif Emre'ye ayırdı.

İşte o köşe yazıları;

O GARİP TECELLİ / GÖKHAN ÖZCAN

''Garip bir tecellidir; Mayıs 'anma' mevsimi denilecek düzeyde bir veda ayı da. Ne çok isim bu ay hayata veda etti…. Birer birer toprağa verilen isimlerin bir anda ne büyük boşluk bıraktıkları ancak onlar yolculuğa çıktıktan sonra hissediliyor” diye yazmış Akif Emre 7 Mayıs 2013'teki yazısında.

Evet ne garip tecelli; ne kadar da Akif Emre'nin vedasının ardından yazılabilecek cümleler bunlar! Özellikle gidenlerin geride bıraktıkları doldurulamaz boşlukla ilgili ifadeleri…
Evet, Akif Emre'yi de kaybettik işte bir Mayıs günü aniden ve geride bıraktığı boşluk orada öylece duracak belli ki. 'Bir Akif gider bin Akif gelir' diyecek durumda değiliz; maalesef dolmuyor, doldurulamıyor Akif Emre gibi 'insan'ların yeri.

Her bulunduğu yerin hakkını veren, zamanın estirdiği cereyanlara kapılarak eğilip bükülenlerden, kıyılarımıza vuran dalgalarla kafası karışanlardan değildi Akif Emre. Netti, berraktı, vakur ve sabırlıydı. Ne olduğunu, ne olacağını bilemeyeceğiniz, duruşuna itimat edemeyeceğiniz yeni model insanlardan değildi.

İnce işçiydi, bıkmadan usanmadan bir kimlik olarak taşıdığı köklü hissiyatı yazarak, üreterek, eser vererek hem yaşadı hem yaşattı. Akif Emre dendiğinde herkesin aklına belirgin bir portre geliyor olması bu duruşun, bu istikrarın, bu berraklığın eseridir. Ardından söylenenlerin hep aynı kavramlarla kurulan cümleler olması da asla tesadüf değil.

Yakından tanıyan, uzaktan tanıyan, yazdıklarından tanıyan farklı kimlik ve tavırlardan insanlar onun için hep aynı kelimelere müracaat ettiler: 'Ahlaklıydı' dediler mesela, 'vicdan sahibiydi' dediler, “Elif gibi dimdikti” dediler, 'dosdoğruydu' dediler. Elbet bir hikmet vardı bunda; bir karar birliği, bir icma değildir de nedir bu! Allah'ın bir kuluna diğer kullarının şahitliği değildir de nedir bu! Daha musalla başına gitmeden, daha İmam efendi sormadan, cemaatin hep bir ağızdan 'iyi biliriz' demesinden başka nedir bu!

Biz böyleyiz, vadesi dolup gidenin ardından esirgemiyoruz muhabbetimizi. Keşke yaşarken de daha fazla kıymet bilir olabilsek... Daha iyi bakmalıydık Akif Emre'ye, daha çok duyabilmeliydik söylediklerini, yazdıklarını... Dostları biliyor neyi kastettiğimi; yaptıklarının çok daha fazlasını yapmayı istiyordu ve yapabilirdi. Bu imkanı çoğu zaman esirgedik ondan. Bu kadar kalsın, uzatmayalım bu uzatılmaya müsait bahsi!

Akif Emre dünyadaki hikayesini tamamladı ve asıl hikayeye geçti. Ardında onun insanlığına, Müslümanlığına, davasına sadakatine, vakur duruşuna, güzel adamlığına, samimiyetine, tevazuuna ve tükenmeyen gayretine gönül rahatlığıyla şahitlik edebileceğimiz güzel hatıralar bıraktı.

Hepimizi bekleyen akıbet aynı; geldik, yaşadık ve vademizi doldurup göçeceğiz. Ama ardımızda bu kadar berrak, bu kadar nezih ve bu kadar güzel bir hikaye bırakabilecek miyiz, asıl mesele bu!

İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.

ARİF / AYDIN ÜNAL

Kendi kendime “hiç 'arifimiz' kaldı mı?” diye sorduğumda aklıma gelen ilk isimdi Akif Emre…

Akif Emre bir “entelektüel” değildi, bir “aydın” da değildi; bir münevverin ise çok çok ötesindeydi. Akif Emre, bir “arif”ti.

Bir entelektüel kadar bilgiliydi, bir aydın kadar yerliydi; ancak Akif Emre, bilgisini, donanımını, sarsılmaz bir ahlak ve maneviyat temeli üzerine inşa etmişti.

Çizgisi çok netti. O çizgiden hiç çıkmadı. Yalpalamadı. Rüzgara göre yön değiştirmedi. Eğilmedi, bükülmedi, kırılmadı.

Popülizm hastalığına, şöhret tuzağına kaptırmadı kendisini. Televizyonun, sosyal medyanın cazibesine kapılıp izlenmek, takip edilmek adına kendisi olmaktan çıkmadı.

İstese, mutlaka çok para kazanabilirdi. Belediyelerin, derneklerin, vakıfların, grupların, cemaatlerin suyuna gidip, onların hoşlanacağı sözler söyleyip, onların kapısında proje kovalayıp refah içinde bir hayat sürebilirdi.

Fikrin ve fikrinin namusunu en başından en sonuna kadar sımsıkı muhafaza etti.

Kalemini, gücün, şöhretin ve paranın tasallutuna teslim etmedi.

Giderken, rahmet-i Rahman'a vasıl olurken, arkasında ibretlik bir kare bıraktı: Bir bardak su, yarım bardak çay ve yarısı yenmiş bir poğaça.

İki gündür hakkında yazılanlara bakıyorum da; çok az kimseye arkasından böyle konuşulmak nasip olur. Yaşarken olduğu gibi, vefatından sonra da bir tek kem söze, bir tek olumsuz cümleye muhatap olmadı.

Bir ahlak abidesiydi. Güzel insandı. Hem mütefekkir, hem de ahlaklı olunabileceğini bütün ümmete, bütün dünyaya gösteren bir erdem timsaliydi.

Akif Emre'nin yüreği İslam coğrafyasının aynasıydı. Kudüs'ü onun sayesinde hiç hatırımızdan çıkarmadık; Saraybosna'yı onunla tanıdık; Endülüs'ten Açe'ye, Müslümanların sızısını onun sayesinde yüreğimizde hissettik.

Son yıllarda artık çok zor yazıyordu Akif Emre. Cümlelerinden, kelimelerinden, sıkıntısını anlamak, daraldığını hissetmek mümkündü. Kimseyi kırmamaya, üzmemeye çabalıyordu. Öfkesini bastırıyordu. Son derece nazik bir biçimde, anlaşılır şekilde uyarılar yapıyordu. Çürüme, yozlaşma, çölleşme tehlikesini ısrarla, hiç vazgeçmeden vurguluyordu. Bağırmadığı için sesi duyulmuyordu. “Sesim illa duyulsun” kaygısı içinde de değildi. Bir arif gibi kalbiyle konuşuyor, kalplere hitap ediyor, söylediklerini sadece gönül gözü açık olanlar işitebiliyordu.

Artık çok imkânımız var: Gazetelerimiz, televizyonlarımız, yayınevlerimiz, STK'larımız, özgürlüklerimiz, belediyelerimiz, iktidarımız, paramız var. Hatta entelektüellerimiz, aydınlarımız da var. Ama ariflerimiz gittikçe azalıyor.

Ufkumuzu aydınlatan yıldızlar birer birer sönüyor.

Her türlü fırsatı, her imkânı, ihtiyacından fazlasını elinin tersiyle itip, kimseye borçlanmadan, minnet etmeden, kalemine ahlak ve inanç hokkasından başka hiçbir yerden mürekkep çekmeden, eğilmeden, bükülmeden yazan ve söyleyen münevver, mütefekkir ve ariflerimiz hızla eksiliyor.

Yine de umudunu hiç yitirmedi Akif Emre… “Müslüman umutsuz olamaz” şiarıyla daima umut aşıladı.

O umuttur ki, arkasında, Yeni Şafak gibi sarsılmaz bir irfan kalesi, asırlarca okunacak kitaplar, yazılar bıraktı.

Bir de “arif duruşunu” miras bıraktı Akif Emre… Ahlaklı, dürüst, namuslu mütefekkir ve münevver tavrını bir numune olarak miras bıraktı.

Yaklaşan Ramazan hürmetine inşallah mekânı Cennet olsun Akif Emre'nin. Ailesinin, sevenlerinin, Yeni Şafak'ın, elbette, bir “arif”ini daha öyle mahzun Hakk'a uğurlayan milletin ve ümmetin başı sağ olsun.

Bilvesile, Ramazan-ı Şerifimiz mübarek olsun.

GERİDE KALAN AKİFLER / KEMAL ÖZTÜRK

Akif Emre'nin ölümü neden bu kadar sarstı hepimizi? Onu yakından tanıyan ya da tanımayan, herkesin derinden bir hüzün yaşadığına şahit olduk. Sosyal medyada binlerce, on binlerce insan onun için dertli mesajlar attı, hayırla andı ve derinlerden kopup gelen acısını dile getirdi.

Neden?

Sanırım, Akif Emre'nin yalnızlığı ve yalnız olarak hayata veda etmesi hepimizi çok sarstı.
Dik duran, hakikati bulunduğu her ortamda söyleyen, yazan ve anlatan bir insan yalnızlığı göze almak zorundadır. Akif Ağabey de bunu göze aldı.

Yaşarken ölmüş gibiydi aslında. Köşede, kuytuda ve gölgede kalmaya mahkum edildi. Şimdi o yalnız odasında, tek başına otururken, aniden ve sessizce, bu kirli dünyada göçüp gitmesi hepimizi perişan etti.

Belki de yaşarken, ona gösteremediğimiz hürmet, ilgi, saygı, kıymet nedeniyle pişmanlığın hüznünü yaşıyoruz. Belki de ona yapılan haksızlığa, adaletsizliğe ortak olduğumuz için bu denli perişanız.

İki gün geriye gidin ve o yaşarken ne yaptığınızı düşünün. O'nu tanıyanlar olarak ne yaptığınızı bir hatırlayın. Sanki yokmuş ve sanki ölmüş gibi onu hiç aklımıza getirmedik değil mi?

Nasıl geçiniyor, ne yiyor, ne içiyor, ne iş yapıyor, durumu nasıl? Bir elin parmakları kadar insan bu soruyu sordu ve ona ulaştı sadece. Geri kalanlarımız ise o ölmüş gibi davrandı.

İşte bu yüzden, içimizi kanatan vicdanımızın sızısı bizi sarsıyor ve uyutmuyor.

Bir de onunla birlikte, o eski güzel günlerimizin de öldüğünü hissettik sanki.

İdealleri peşinde koşan insanların, kutlu bir davanın masum günlerini onunla birlikte sanki mezara defnettik.

Onun yazısında söylediği, “çürümüşlük ve tükenmişlik” gerçeğini hatırladık yeniden ve o eski günlerimizin öldüğünü birden anladık. Tıpkı, Akif Emre'nin aslında var olduğunu, birden ölümüyle hatırladığımız gibi.

Belki de bu ölüm bizi kendimize getirir umudundayız. Akif Ağabey'in dediği, “hayata anlam katan, kendi özümüzü hatırlatan bir ses, bir tebessüm, dokunduğu yerde bereketi yeşerten bir el mutlaka olacaktır” temennisi gerçekleşir onun ölümüyle.

Akif Emre bir karakteri, bir insan tipini temsil eder. Söyleyecek sözü, dik duruşu, karakteri olan, hakikatin peşinden giden insanların sembolüdür. Her yerde hakikati söylediği ve yazdığı için yalnızlaşır bu insanlar. Tek başlarına kalsalar da hakikati haykırmaktan vazgeçmezler yine de.

İşte buna münevver namusu denir. Buna hakikatli adam denir. Buna fikr-i namus sahibi insan denir. Buna dava adamı denir.

Akif Emre, bunun en kıymetli temsilcisiydi. Şimdi o yaşarken hiçbirimizin yüzüne söylemediği bu gerçeği ve ona olan saygımızı buralarda ifade ediyoruz. Ne fayda!

Ancak ben biliyorum, geride Akif Emre gibi yaşayan başka insanlar var.

Maalesef ki sayıları çok az kaldı.

Akif ağabey şöyle diyor: “Ölenlerin ardından güzelleme yapmakla bir örnekliği hayata, geleceğe taşımak farklı şeyler. Bize masallar değil yaşayan örnekler lazım; geleceğe taşıyalım ki, yaşayan dava adamları çoğalsın.”

Yaşayan dava adamları var hala çok şükür.

Sözü, özü bir, derdi olan, fikri olan, hakikatin peşinden giden insanlarımız var.

Sanırım birkaç gün sonra Akif ağabeyin sızısı kalmayacak içimizde. Dünyanın telaşına, karmaşasında ve kişisel kavgalarımıza geri döneceğiz. Çirkin, çürümüş ve vicdanını kaybetmiş bir dünyaya yeniden döneceğiz.

O zaman bunu hatırlayalım. Akif Emre'den esirgediğimiz ve şimdi pişman olduğumuz hakkaniyeti, onlar yaşarken sahibine teslim edelim.

Onlar yaşarken hakkını vermek, onlar yaşarken kıymetini bilmek, onlar yaşarken sözünü dinlemek, onlar yaşarken hürmet etmek Akif ağabeyin de istediği şeydir.

Dünyada gözü olanı değil, insanlık için sözü olanları bulmalıyız.

Hesabı olanı değil, derdi olanı bilmeliyiz.

Eğilip büküleni değil, haksızlık karşısında dimdik duranı seçmeliyiz.

Ortalıkta şefaat dileneni değil, kuytulukta kavga vereni görmeliyiz.

İhsanın pişinde olanı değil, izanı olanı bulmalıyız.

Her daim hakkı söyleyen, her daim Hakk'a tapan insanlarımız var.

Onları da kaybetmeden, pişman olmadan, hayıflanmadan geride kalan Akifleri görmeliyiz.

Bunu başkasından beklemeyin. Siz yapın.

Arayın onları, ziyaret edin, yazılarını okuyun, sözünü dinleyin, elini tutun.

Ona öldükten sonra söyleyeceklerinizi yaşarken söyleyin.

Ona öldükten sonra vereceğiniz kıymeti, yaşarken teslim edin.

Sayıları çok az kaldı.

Onlara dava adamı deniyor.

Yaşarken hakkını verin bu kıymetlerin.

İnan Kıraç, kızı İpek Kıraç'a inat 87 yaşında evlendi Al-Nassr'dan Youssef En-Nesyri için açıklama geldi İşte en düşük emekli maaşı ve 2025 zamlı maaş tablosu
Sonraki Haber